Duran Topuz Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması, ardından peşi sıra gelen açıklamalar ve Erdoğan’ın son açıklamalarını değerlendirdi.
Artı Gerçek yazarı Ali Duran Topuz’un Artı Gerçek’te yayınlanan yazısı şöyle:
‘’Bahçeli’nin tokalaşma jesti ve peş peşe açıklamalarıyla başlayan süreç, Erdoğan’ın peş peşe açıklamalarıyla devam ediyor. İlk açıklamalara bakınca devamın nasıl geleceği konusunda belirgin bir ipucu yok, şu ana kadar belirginleşen şey açılımı mümkün kılacak yollardan çok, imkansız hale getirecek engeller öne çıkıyor gibi. Bahçeli’nin sözlerinin tamamına bakarsak, DEM Parti’den bir takım adımlar, açılımlar beklediğini anlıyoruz. Keza Erdoğan’ın sözlerine bakarsak, hem DEM Parti’den hem de diğer muhalefet partilerinden beklentileri olduğunu anlıyoruz.
Yani iktidar bloku açısından durum sanki şu merkezde: “Biz elimizi uzattık. Sözümüzü söyledik. Bakalım siz ne yapacaksınız?”
Erdoğan, Bahçeli’yi baltaladı mı?
Bütün açıklamalardaki en kritik yerler, hâlâ cumhurbaşkanının Kobani meselesindeki sözleri gibi görünüyor. Erdoğan’ın Kobani meselesindeki sözlerini mesela yaygın izlenen bir televizyon (NOW TV) kanalı, “Erdoğan, Bahçeli’nin başlattığı girişimi baltaladı” havasıyla verdi. Bu televizyonun editoryal aklına göre Erdoğan, Selahattin Demirtaş’ın cezasını doğru ve yerinde bularak, hapiste kalmasını doğru ve yerinde görerek, bir süreç olacaksa Demirtaş adının bunun içinde olmasını kabul etmeyeceğini ilan etmişti.
Gerçekten de Erdoğan’ın sözleri bu anlama geliyorsa, DEM Parti açısından kabulü imkansız bir bariyer çekilmiş demektir. Çünkü ilerlemeye ve sonuç almaya aday bir süreç söz konusu olacaksa, Demirtaş sadece haksız biçimde aldığı cezası nedeniyle değil, süreçte oynayabileceği roller nedeniyle bu sürecin önemli bir figürü olmaya aday bir isimdir. “Demirtaş demeyin” demek, biz herhangi bir müzakere istemiyoruz demenin bir yolu olabilir.
DEM’İ kimden kurtarabilirsiniz?
Nitekim, başlayan şeyin bir müzakere olmadığını, iktidar blokunun DEM Parti’ye bir şans tanıdığını ama başka kimseyle görüşme gibi bir fikre sahip olmadığını dile getiren ise külliyenin baş danışmanı Mehmet Uçum oldu; ona göre iktidar blokunun meselesi, “Bir anlamda terör vesayetinden DEM'i kurtarma ve Meclis'ten tasfiye etme meselesidir. Devlet çözüm almadığı süreci tekrar devreye sokmaz. Yeni bir versiyonu da gündeme gelmez.”
Türkiye’de 1984’ten beri Kürt meselesinde sürekli dile getirilen, “Önce silahı bıraksınlar -ya da teslim olsunlar- sonra konuşalım” formülünün yeni kelimelerle ifadesinden mi ibaret bütün mesele? Ya da Kürtlerin kurdukları partilere söylenen paralel formülün (Önce terörle aranıza mesafe koyun, sonra konuşuruz!) yeni bir ifadesi mi? Uçum kısmen bunu söylüyor fakat aynı sözleri içinde şöyle ilgi çekici bir bölüm de var:
"DEM'in temsil ettiği kitlelerin taleplerini bu bütünlük içinde karşılamak açısından bir değerlendirme yapılacaksa Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik diyalog, ilişki oluşturmak meselesi.”
Bu son alıntıladığım ifade, meseleyi formülün standart tekrarı olmaktan çıkarıyor, çünkü “DEM’in temsil ettiği kitlelerin taleplerini karşılama”yı şarta bağlı da olsa aynı girişimin bir boyutu olarak ilan ediyor. Şart “Türkiye’nin bütünlüğü” ve hedef de demokrasiyi güçlendirmek olunca, söz konusu talepleri konuşmak öncelikli hale geliyor.
'Kitlelerin talebi' ve Öcalan
Kitlelerin talebi ne demek peki? DEM’e oy veren kitlelerin talebi? Mesela yukarda zikrettiğimiz Demirtaş’ın aldığı cezanın o kitleler tarafından “onaylanması” söz konusu bile olamaz. Keza o aynı kitle, mesela bu (13 Ekim 2024) Pazar günü Diyarbakır’da yapılacak “özgürlük mitingi”nin valilik tarafından iptal edilmesini doğru bulmayan bir kitle. Aynı kitle, Selçuk Mızraklı’ya verilen cezayı onaylayacak değil. Aynı kitle cezaevindeki diğer HDP’lilerin, DEM’lilerin bir an önce bırakılmasını talep eden kitle. Kürtçe eğitim-öğretim, Kürtçenin kamusal alanda serbestçe kullanımı filan aynı kitlenin talep listesinde. Yani DEM Parti’ye atfedilen “örgüt vesayeti”nden ibaret değil mesele, DEM’in varlığını mümkün kılan tabanın kendisi o varsayılan vesayetin içeriklerine sahip çıkan bir taban.
Mesela iptal edilen mitingdeki “özgürlük” ifadesi, hapiste tutulan herkesi, yasaklanan her şeyi kapsadığı gibi bizzat Abdullah Öcalan’a uygulanan Ceza İnfaz Kanunu’na aykırı tecritin kaldırılmasını da kapsıyor. Yani Mehmet Uçum aslında “DEM’e oy veren kitlenin talepleri”nden söz ederken, meselenin özünü, asıl boyutunu ifade ediyor, doğrudan Kürt halkının varlığından, örgütlenmesinden ve taleplerinden söz etmiş oluyor çünkü.
Erdoğan, Demirtaş’a mı seslendi?
O halde Demirtaş başlığına geri dönelim: O televizyon kanalının yaptığı gibi “Bahçeli’yi baltalama” mı söz konusu? Tam aksi bir yorum Yıldıray Oğur’dan geldi; Oğur son yazısında aslında Erdoğan’ın sözlerinin Demirtaş’a karşı olmaktan çok doğrudan Demirtaş’a hitap eden sözler olarak yorumlanabileceğini dile getirdi. (… bu çağrının muhatabının Demirtaş olduğu açık. Bundan Demirtaş’ın da bu sürece davet edildiği sonucu çıkarılabilir.)
Asıl aktör: Halkın kendisi
Bunun bir aşırı yorum ya da hatalı yorum olup olmadığını şimdiden söylemek pek mümkün değil, Oğur bir “siyasal-sivil çözüm” umuduyla her şeyi olumlu yorumluyor olabilir. Ne var ki Demirtaş gibi önemli bir figürün, (Uçum’un sözünü ettiği tabanın da önem verdiği bir figürün) daha baştan bir tür ön şart olarak oyun dışına itilmesi gerçekten “çözüm” arzulayan bir girişim için pek mantıklı olmaz.
Ayrıca, ister gerçekten Oğur’un yorumladığı gibi Demirtaş’a hitap olsun, ister gerçekten Demirtaş’ı dışlamayı mutlak surette arzulayan sözler olsun, muhatap olarak eğer DEM Parti seçilecekse ve Uçum’un işaret ettiği parti tabanı yani Kürt halkı da referans olacaksa, sonucu bu sözler değil, o tabanın ve o partinin tutumu belirleyecektir. Çünkü “taban” denilen şey gerçekte bir halkın en geniş örgütlü kesimidir ve onun rızası hilafına yürünecek fazla yol yoktur. DEM Parti’nin meşru temsil yetkisini kabul edenler, yetkililerine tokalaşmak için el uzatanlar, tabanını yani halkını unut da gel demiş olamazlar.’’