Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, partisinin Diyarbakır'daki binasında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasına Çerkez Soykırımı’nda yaşamını yitirenleri anarak başlayan Başaran, Çerkez halkının taleplerinin karşılanmasını istedi.
İSTİSMAR YASASI
AKP'nin koronavirüs salgını sürecinde de halk iradesini "gasp" ettiği ve kadın kazanımlarını yok etmek üzere siyaset yürüttüğüne dikkati çeken Başaran, iktidarın 4 yıldır, çocuk istismar faillerini "evlilik" adı altında salıvermek için çaba sarf ettiğini, istismar yasası ile çocukların değil faillerin korunduğunu vurguladı.
“Bu yasayla beraber çocukları istismar edenler, çocuklara tecavüz edenler cezaevlerinden salınarak çocuğa, eve koca olarak gönderiliyor” diyen Başaran, çocuk istismarı yasasıyla beraber henüz kendi kararını veremeyecek, olgunlaşmamış, uluslararası hukuka göre çocuk sayılan kız çocuklarının aslında bir biçimde evlere kapatılarak, eğitimden, toplumsal alandan uzaklaştırılacağını kaydetti. Başaran, “15 yaşındaki bir çocuk 30 yaşındaki birinin tecavüzüne uğradığında bu evlilikle sonuçlandırılırsa, ailelerin ve toplumun baskısıyla bu kişiyle evlendirilirse fail ceza almayacak, salıverilecek. Yani aslında çocuk istismarcıları, çocuklara tecavüz edenler bu yasa ile ödüllendirilecek, ama çocuklar ömür boyu kendilerine tecavüz edenlerle yaşamak zorunda bırakılacak ve aslında bir biçimde cezalandırılacak."
TÜRKİYE 3’ÜNCÜ SIRADA
Başaran, istismar, tecavüz vakaları ve çocuk istismarında Türkiye'nin dünya 3'üncü olduğunu belirtti. Başaran, konuya ilişkin değerlendirmesini şöyle sürdürdü: "Türkiye’deki vakalar AKP’nin iktidar olduğu son 10 yılda 3 kat arttı. Cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı geliştiriliyor. 2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmış. Yine 15 yaşın altında 15 bin 937 çocuk doğum yapmış.
İSTİSMAR MEŞRULAŞTIRILIYOR
Çocuklara taciz ve tecavüz meselesi maalesef bu kadar yakıcı bir meseleyken, AKP iktidarının propaganda aracı haline gelen, AKP’nin toplumu hazırlama aracı haline gelen televizyonlarda ve sosyal medyada kendilerine 'profesör' diyen, 'uzman' diyen kişiler çocuk istismarını meşrulaştırıyor. Çocuk istismarının toplumsal zeminini hazırlamaya çalışıyor ve maalesef söylemler ve ifadeler toplumsal vicdanı derinden yaralıyor. 12-17 yaş arasındaki kız çocuklarının, okulda okuması, evde sokakta oynaması gereken, küçücük çocukların cinsel açıdan olgun olduğu söylendi, 'süper kadın' tanımlaması yapıldı.
DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ
Dün de en son bir partinin genel başkanı ‘bizim daha önceki dönemlerde annelerimiz, anneannelerimiz 13-16 yaşlarında evlendiler ve çok mutlu bir yuva kurdular’ dedi. Bunun tahribatlarını hala yaşıyoruz. Halen kadınlar yaşadıkları vahşetin üzerlerinde yarattığı psikolojiden kurtulmuş değiller. Suç işliyor bu şahıslar ve devlet bunları suça teşvik ediyor. Demokratik bir hukuk devleti olsaydı bu kişiler hakkında ‘suç ve suçluyu övmekten’ soruşturma açılırdı. Eğer demokratik bir hukuk devleti olsaydı, çocuğun üstün yararını gözeten bir devlet olsaydı, gerçekten bu çocukların önümüzdeki dönemlerde sağlıklı bireyler olmaları için çaba sarf eder, bu kişilerin çıktığı televizyonlara Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından yaptırım uygulanırdı. Ama maalesef RTÜK’ün tek derdi, muhalif televizyonları para cezalarıyla sindirmektir.
HÜKÜMET MEŞRU DEĞİL
Evet, AKP sadece çocuk istismarını teşvik edip bunu meşrulaştırmak için çaba sarf etmiyor. Bir taraftan da kadına yönelik şiddetin bu kadar arttığı bir dönemde, kadına yönelik şiddet vakaları ile ilgili hala bir eylem planı açıklamamakta kararlı görünüyor. Çünkü AKP iktidarı meşru bir hükümet olmaktan çıktı. Toplumsal ihtiyaçları, çocukların, kadınların, yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf eden bir iktidar değil AKP iktidarı. 7 Haziran’dan bu yana sivil görünümlü bir darbe iktidarı, bir cunta iktidarıdır artık. Bütün bakanlıklar savaş ve propaganda bakanlığı haline gelmiş durumda. Bu bakanlıklar televizyon ve medya gücünü kullanarak yarattıkları milis güçlerle toplumun bütün kesimlerine saldırı geliştiriyorlar. Kadının tüm kazanımlarını yok etmek için zemin oluşturmaya çalışıyorlar, nefret söylemlerini bütün televizyon ve sosyal medya araçlarıyla yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Savaş bakanları da bunun uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Savaş bakanları oluşturulan milis güçlerle, polislerle, askerlerle topluma biat ettirme, geri adım attırma siyaseti yürütülüyor.
DARBE MAĞDURİYETİ
Başaran, dün Ankara'da partililerine dönük saldırılara da işaret ederek, şunları söyledi: Mağdur ve muktedir olma arasında çok ince bir çizgi vardır. Sırat köprüsü gibi kıldan ince kılıçtan keskindir. AKP uzunca bir süredir bu sırat köprüsünden geçemeyerek muktedir olma kararlılığına varmıştır. Mazlumdan ve mağdurdan yaratılan muktedir bugün postmodern darbeden söz ederken, darbe mağduriyeti üzerinden varlığını devam ettirirken, 28 Şubatçılar gibi bu darbe bin yıl sürecek anlayışıyla, bütün toplumsal muhalefeti ama başta kadınları, toplumu zapturapt altında tutup iktidarını devam ettirme siyaseti yürütüyor."
BELEDİYEYE ATANAN KAYYIMLAR
HDP'li belediyelere kayyım atanmasına da değinen Başaran, şu değerlendirmede bulundu: "Bunun bir örneği de pandemi sürecinde özellikle halkçı, şeffaf, kadın özgürlükçü, ranttan uzak belediyelerimize karşı yürüttüğü saldırıyla bunu bir kez daha göstermiş oldu. Daha salgının ilk günlerinde 8 belediyemize kayyım atandı, geçen hafta da 5 belediyemize daha kayyım atandı. Bunun daha önce gerçekleşen darbelerden bir farkını görmüyoruz. Gelen darbeciler 28 Şubat’ta tankları caddelerde yürütmüşlerdi. 80 Darbesinde seçilmiş hükümet yerinden edilmişti, 27 Mayıs’ta başbakan asılmıştı ama bugün iktidarın yürüttüğü kendine göre mücadele dediği ama halkı karşısına aldığı bu darbe rejimi, 5 belediyemizi işgal etti. İşgal görüntüleri apaçık ortaydı. Fetih politikasını yürüttükleri ortadaydı.
RANTÇI BELEDİYECİLİK
Astıkları bayraklarla, belediyelere giriş biçimleriyle işgal ettiklerini tasdiklemiş oldular. Kayyımların ilk yaptığı da tek adam rejiminin simgesi haline gelen Erdoğan’ın fotoğrafını asmak oldu. Bununla halkın taleplerini yerine getireceklerini iddia ediyorlar. Mesele gerçekten mücadele olsaydı bu kadar kurumların kapatılması nasıl açıklanacak. Kayyımlar ilk geldiklerinde yürüttükleri ilk siyaseti hepimiz biliyoruz. Şeffaf belediyecilikten rantçı belediyeciliğe geçtiler. Halka hesap veren, bütün bütçesini halka her dönem harcamalarıyla beraber ifade eden belediyelerden, faturalarla yolsuzlukların hırsızlıkların yapıldığı belediyeler haline geldiler.
KADINLAR KAYYIMIN HEDEFİNDE
Kadın belediyeciliğinden, yani eşbaşkanlık sistemiyle yürütülen, toplumun yarısı olan, kadınların ihtiyaçlarına göre yürütülen belediyelerden, kadın kurumlarını kapatan, kadın çalışmalarını durduran kadın müdürlüklere erkek atayan bir belediyecilik, yerel yönetimler anlayışına geldiler. Ki hatırlarsınız, 2002’de AKP’nin seçim beyannamesinde güçlendirilmiş yerel yönetimlerden söz ediliyordu. Güçlendirilmişten, güç kullanmayı anlayan bir iktidar var karşımızda. Ve kayyımların ilk hedefinin her zaman kadınların, kadın çalışması olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü bu tekçi rejim karşısında alternatif üreten, bu tekçi rejim karşısında direnen, bu tekçi rejim karşısında büyük bir toplumsal güç yaratan kadınları sindirme politikası yürütüyorlar. Bir taraftan cinsel taciz, cinsel istismar yasalarıyla kadınları eve kapatma, tecavüzcülerle beraber yaşamaya zorlarken, infaz yasasıyla kadın düşmanı erkekler sokağa salınıp, kadın katliamları teşvik edilirken, kadınlar cezaevlerinde ölüme terk edilirken, kayyım rejimi ile kadın çalışmaları ve kadın özgürlükçü siyaset yok edilmeye çalışılıyor.
DİRENEN KADINLAR VAR
Bunu yaparken de demokrasiden söz ediyorlar. Daha önce de darbeciler de 'demokrasiyi getireceğiz' demişlerdi, daha önceki darbeciler de 'bu ülkenin demokrasiye, özgürlüğe ihtiyacı var' demişlerdi, daha önceki darbeciler de ilk kadına saldırmıştı, daha önceki darbeciler de kadından başlayarak toplumu teslim almaya çalışmıştı. Ama bir kez daha hatırlatıyoruz; hiçbir darbeci, 28 Şubat’ta dahil, bin yıl sürdüremedi darbesini. Bu iktidar da yürüttüğü darbe siyasetini bin yıl sürdüremez. Çünkü karşısında, virüs olmasına, faşist bir rejim olmasına rağmen direnen kadınlar var. Cezaevlerinde, sokaklarda, alanlarda, meydanlarda direnen kadınlar var. Ve biz çağrımızı iktidar değil, kadınlara yapıyoruz; biz daha önce mağduriyetimizle de gücümüzle de bir araya geldik. 28 Şubatlarda başörtülü kadınlar darp edilirken, bizler bütün kadınların tek ses olup, kadınların giyimine, yaşam tarzına, kadınların siyasette var olma hakkına kimsenin dokunamayacağını ifade ettik. Bugünde bütün kadınların bir arada olması gereken günlerdir. Çünkü bu saldırı sadece HDP’ye değil, HDP’li kadınlara değil, Kürtlere değil, Kürt kadınlara yönelik değildir. Bütün kadınlara, mücadele eden, direnen, kadın varlığını savunan, kadın siyasetini savunan bütün kadınlara saldırıdır.
MÜCADELEYLE PÜSKÜRTECEĞİZ
Ve bunun bütün kadınlara saldırı olduğunu da, bir kaç gün önce örneklerle gördük. Canan Kaftancıoğlu, Feyza Altun, Ayşe Sarısu Pehlivan, bugün cezaevinde açlık grevinde olan Ebru Timtik ve daha yüzlerce kadın, AKP iktidarının saldırısı altında. Bu saldırı eğer tek yerden geliyorsa, bizim de hep beraber tek sesle bu saldırılara daha örgütlü daha güçlü ses yükseltmemiz gerekiyor. İktidar ilk defa kadınlara saldırmıyor, iktidarlar ilk defa kadın iradesine yok saymıyor. Ama dediğim gibi bizler mücadele ederek, bu saldırıları bir kez daha püskürteceğiz. Yeter ki yalnız değiliz diyelim, yeter ki birlikte güçlüyüz diyelim, yeter ki kayyımlar kadın kazanımlarına saldırıdır, cinsel istismar yasası da kadın kazanımlarına saldırıdır, infaz yasası kadın kazanımlarına saldırıdır diyelim. Bugün televizyon televizyon gezip, kadınları nefret ve cinsel obje haline getiren söylemler de kadın kazanımlarına saldırıdır diyelim.
KADINLARA SESLENİYORUZ
Kadın kazanımlarına saldırı tektir, biz de tek bir sesle beraber güçlüyüz, beraber mücadele edeceğiz, bu tekçi erkek egemen iktidarın darbesini hep birlikte püskürteceğiz. O yüzden iktidara değil, kadınlara seslendiğimizi bir kez daha ifade ediyorum; Gelin bizi ayrıştırma siyasetine karşı kadın kimliğiyle bir araya gelelim. Gelin bizi mağdur et yönet siyasetine karşı biz birbirimizle dayanışalım. Dayanışmayı büyütelim. Bununla en kısa zamanda bu iktidarı, gasp ettiği, işgal ettiği bütün alanlardan püskürteceğimizi inanıyoruz. Daha önce başardık, yine başarabiliriz. Geleceğe gerçekten kadın özgürlükçü demokratik bir ülke bırakacağımıza inanıyorum. Bütün kadınları başta olmak üzere herkesi saygıyla selamlıyorum.”