DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davasının duruşması devam ediyor.
Duruşmaya HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve siyasetçi Gülten Kışanak ile pek çok tutuklu siyasetçi ve avukatları da duruşmaya katıldı.
‘HALKIMIZA BORCUMUZU ÖDÜYORUZ’
Verilen aranın ardından beyanlarına kaldığı yerden devam eden HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, iddianamede kendilerinin aleyhine tek bir delilin olmadığını söyledi. Davanın kumpas sonucu açıldığını ortaya çıkardıklarını dile getiren Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’de bağımsız, tarafsız yargı olsaydı bu kumpaslar zaten olmazdı. Halkımıza borcumuz olduğu için şu an savunma yapıyoruz. Yoksa yargıya inandığımız, güvendiğimiz için yapmıyoruz. Üç dört yıldır delil bulmak için her tarafa yazı yazıyorsunuz ama bir şey bulamıyorsunuz. Bulabildiğiniz en güçlü deliler de cezadan kaçmak içina bulduğunuz gizli açık tanıklar. Bir tane gizli tanığı biz yok iken dinlediniz. Niye yaptığınız bilmiyorum ama ayrı bir usul uyguladınız. Çünkü bu iftiracılar çıkıp ‘biz pazarlık sonucu iftira attık’ deseler siz ‘hayır yalan söylüyorsunuz’ dersiniz.
İHALE AÇTI
Savcı itirafçılar için ihale açtı. İlk başta kimse ihaleye girmedi. Sonra, ‘Ya hiç mi ihaleyi alan yok. Alan olursa kurtulacak’ dediler herhalde hemen ertesinde ikinci kez ihaleyi açtılar. Dava için uygun birkaç itirafçı buldular. Sonra tanıklardan iki tanesi… Merdan Rüştü Ovalıoğlu ve Kerem Gökalp’ın daha önce aynı cezaevinde birlikte kaldıkları ortaya çıktı. Merdan ifadeye rağmen bırakılmadı. Bu kişilere muhtemelen serbest bırakılmak vaadiyle bulundu. Avukatlarımız bu beyanlar karşısında bir ödül alıp almadıklarını yani serbest bırakılıp bırakılmadıklarını sordu. Ancak mahkeme bunu araştırmadı. Gizli tanığı gizli dinledi. Dosyada başka delil var mı? Yok. Geri kalan her şey polis, asker ve bulabildiğiniz ne kadar müşteki varsa almaya çalıştığınız beyanları var.
YAZMIYORSUNUZ ÇÜNKÜ YOK
Çok ilginç bir durum var. Son mahkeme tutanağına baktım da dosyamızın delil açısından o kadar zayıf olduğunu düşünmüş olmalısın ki tutukluluk gerekçelerinin birinde bir yerel mahkemede savunma yapan bir avukatın ifadelerini koymuşsunuz. Muhtemelen avukat müvekkilinin örgüt çağrısı ile hareket etmediğini ispatlamak için gayri ihtiyarı ‘örgüt çağrısı ile değil Demirtaş'ın HDP’nin çağrısı ile sokağa çıkmıştır’ diyor. Dolayısıyla avukat beraatini istiyor. Şimdi siz bu kısmı almışsınız ve tutuklama gerekçesi içine koymuşsunuz. Yeni bir delil bulmuşsunuz diye içine koymuşsunuz. Bulunduğumuz her delil kıymetlidir fakat şunu bir yere yazın ki ben de bileyim; Bu insanların hangi çağrım ile çıktığını yazın. En azından bilelim. Bu gençler hangi çağrım ile çıkmıştır bilelim. yazamıyorsunuz çünkü yok.
GENÇLERİ NEDEN DİNLEMİYORSUNUZ?
11 Haziran 2018’de attığım bir twettin ardından Kobane Davası’nın soruşturması başlatıldı. Soruşturma aynı gün başlıyor. Tweette Erdoğan’a çağrı yapıyorum. Muhtemelen araştırdılar ve Demirtaş'ın bir çağrısı yok dediler. Büyük ihtimale ‘nasıl yok ben meydanlarda boşuna mı diyorum’ deyip Ahmet Altun’a talimat vermiştir. Hala çağrımı arıyorlar ve bulamıyorlar. Bulamazlar çünkü yok. Bir yerlerde asli fail vardır biz de onları azmettirmiştir. Azmettirme soyut bir mevzu değildir. İllaki somut bir suça yönlendirmiş ve bu suçun işlenmiş olması lazım. Yasin Börü dosyası bu dosyaya ile birleştirilemedi. İstinaf da reddetti. Neden başka bir dosya bu dosya ile birleştirilmiyor. Bu yargılanan gençlerin dosyaları neden bu dosya ile birleştirilmiyor? Bu azmettirdiklerimizi söylediğiniz gençleri niye dinlemiyorsunuz. neden bu dosyada tanık olarak dinlemiyorsunuz?
NEYE UĞRADIĞINI ŞAŞIRDI
Devlet ‘ben buna düşman diyorsam düşmandır’ diyor. Verilen mesajın genlerinde, kodlarında bu vardır. Bu mesaj toplum tarafından çok net alınır. Bütün katmanlarda eğitim durumlarına bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti devletin vatandaşını eğitim yoluyla askerlik yoluyla eğitmiştir. Askere alınan her genç burada eğitilir. Hem teorik olarak hem de fiilen anlatılır ve insanlar hizaya çekilir. Bir askerlik anısı olarak değil dava ile doğrudan ilgili için anlatıyorum. Askerliğimin bitmesine yakın benimle yaşıt bir komutan, topladı herkesi bir çember şeklinde. Ortasında bir sandalyede oturuyor. O zaman İHD Diyarbakır Şube Başkanıydım. Selam verdikten sonra 15 dk rahat demeden bekletti ve ‘Bak burada olduğun sürede anlamışsındır. Ben daha önce Batman’da görev yapıyordum. 90’lı dönemlerde… bilirsin. Umarım buradan çıktığında akıllanırsın’ şeklinde cümleler kurdu. Ben cevap olarak 'Sen de benim adımı çünkü çok duyacaksın dedim. Adım Selahattin Demirtaş dedim. Neye uğradığını şaşırdı. Bir şey de demedi. Fakat askerlerin temel mantığını bana anlatmış oldu. Kendince bana ‘Türkün gücünü gösteririz’ dedi. Şu anda bu davayı takip ediyorsa büyük ihtimale bunları da hatırlar. Bir yıl sonra milletvekili oldum. Kendi ismimi de unutmadım ve bu tarihten beri siyasetteyim.
AĞLAYARAK GİDER VE DÖNERLER
Bizi yok etmek istiyorlar. Resmi ideoloji ile beyinler iğdiş edilmiş. Ahlaken, ideolojik olarak çökertilmişler. Bu toplumun rehabilite edilmesi lazım. Bunun yolu da barıştır. Bu travmalardan çıkması yılla sürer. Okullarda tarih bilim diye anlatılan safsatalar yerine alternatif okumaların yayılması lazım. Kobane meselesi de böyledir. Savaş olmadan bir millet var olmaz diyen bir zihniyet yargıyı yönetiyor. Barış onun için tehlikedir. Ne zaman barış desek bu mermer duvara çarpıp geri dönüyor. Türk toplumunun geneli bunu bilmez. En demokratik ‘bizim de kapıcımız Kürt’ der. Kendini bu şekilde savunur. Bizim Kürt gelinimiz damadımız var.’ dedi. Bizim de Kürt arkadaşımız var’ der. Bu kadar tanıyor. Tanımak için çaba da sarf etmiyor. Hakimler, savcılar Kürtleri bilmiyor, tanımıyor. Ülkenin parçası olan Kürdistan bölgesi hala sürgün bölgesidir. Devlet dairelerinde birbirini tehdit edenler ‘seni Antalya'ya sürerim’ diyorlar mı? Seni Çukurca’ya Hakkari’ye sürerim’ diyor. Hiç Datça’ya Bodrum’a seni sürerim diyeni duydunuz mu? Ama Kürdistan ötekidir. Başka bir yerdir bunu bilirler. Sürgün edilenler de ağlayarak giderler. Sonra hakikati gördükten sonra dönmek istemez. Ama dönünce de ağlayarak döner. Kürt gerçekliğinden bu kadar uzaktır Türk toplumu aynı zamanda Türk aydını. Halkını, toplumu tanımaz. Türkiye’deki Kürtleri, yargılayanları genelde bilmez.
ÖZGÜR İNSANLARIZ
Tarihsel açıdan da bizi yargılamaya hakkınız yok. Neden bize haksızlık yapılıyor onu netleştirmeye çalışıyoruz, Kürtlerin gönlü barış kardeşlik içinde atar. Kurdistan ata vatanıdır ve bunu gönlünden çıkaramaz ana vatanını çıkarıp atamaz.. Kürdistan dediğimiz de Hakkari’den Şırnak'tan ibaret değildir. Yok etmeye çalıştığınızda yok olmuyor. Kürtleri ve Kurdistan’ı inkar insanı, insanlığı inkardır. Kürt milletinin bir tarihi vardır. Bunu, inkarı kabul edersek onursuz oluruz. Bunu inkar eden birisinin riyakar olduğunu çok iyi bilirsiniz. Başka birinin kimliğini inkar eden biri ile karşılaşsak kendimizden utanıyoruz. Bir siyahi siyahiliğinden utanırsa beyaz olmak isterse biz üzülüyoruz. Utanç duyuyoruz. Bize Kürtlere bu dayatılıyor. Köle lazım size. Hayır biz özgür insanlarız bizim milli marşımız var. Kaç Türk bunu biliyor?
BİR AĞACIMIZ DA MI YOK?
Irkçı, faşizan hezeyanlara nasıl boyun eğebiliriz? Nasıl biz bunlara ‘evet doğrudur bunların hepsi hakikattir’ diyebiliriz. Neredeyse 200 yıldır Kürtler buna itiraz ediyor. Yazı, şiirle, silahla ve siyasetle itiraz ediyor. Kullandıkları her yöntem terörist olarak kabul ediliyor. Musa Anter bir şiir yazdı diye Kımıl şiiri nedeniyle yargılandı. 49’lar davasını bu Kımıl şiiri tetikledi. Şiirden dolayı terörist oldu. Türkiye Kürtleri ifadesi yargılamalara neden oldu. Tarih karşısında kim suçlu olabilir? En büyük coğrafyacılar, harita mühendisleri Allah billah aşkına gitsinler Cizre’den, Silopi’den, şöyle Şırnak ve Hakkari’den Cudi ve Gabar üzerinden şöyle Şemzinan’a kadar bir haritayı bize bir anlatsınlar. Nasıl çizildi bu haritayı bir anlatsınlar. Bu harita nasıl çizildi de Kürdistan’ın hepsi diğer tarafta kaldı. Orası resmen Kürdistan. Irak Anayasa’sında Kürdistan yazıyor. İran Anayasa’sında Kürdistan eyaleti yazıyor. Rojava resmen değil. Ama Rojava Kürtçe dilinde batıdır. Peki dünyanın hangi usta haritacıları bu kadar iyi, mükemmel çizdiler de Kürdistan bir böceği bile Türkiye’de kalmadı da hepsi öbür tarafta kaldı. Bir metre bile Kürdistan yok mu ya burada? Bir metre varsa biz o bir metreyi savunalım. Biz o bir metreye Kürdistan diyelim. Bir ağacımız bile yok mu? Bir meşe ağacımız da mı yok Türkiye sınırlar içinde?”
KORKULAN NE?
Kobanê’ye değinen Demirtaş, Kürt kenti olduğunu belirtti. Demirtaş, “Kobanê de Kürdistan’ın bir kasabasıdır. Sınırın öbür tarafında kaldığı için kimse düşman göremez. Vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti devleti de diyemez! Oranın IŞİD barbarlarınca katliam yapılmasına izin veremeyiz. Ki yakın zamanda ondan kısa sürecede Şengal’de Musul’da çok açık trajediler yaşandı. Tacavüzler, ölümler yaşandı. Ardından Kobanê’yi kuşattı. Buradan baktığımızda siz başka bir şey görebiliyor olabilirsiniz ama biz kardeşlerimizi görüyoruz. Kardeşlerimiz tehlike altında iken biz burada davul zurna çalıp keyif yapamayız. IŞİD’in saldırılarına karşı dünyayı duyarlı kılmamız lazım. Tehdit olarak görülen budur. Korkulan budur” ifadelerini kullandı.
TEPKİ GÖSTERDİ
Demirtaş konuşmasının devamında şunları belirtti: “Ortalama bir Türk şunu sormaz. Kobane bir Kürt şehri ise tam bitimindeki Suruç nedir? Türkiye’de birçok insan Rojava’ya İŞİD’in saldırısı ile orada Kürtlerin yaşadığını öğrendi. Tarihte yok eğitim kitaplarında yok. Onu da unutturmak için Ayn Arap diyorlar. Tarihi bir kasaba değil ki orası. Kobane ismi de bir şirket isminden geliyor. Orada bir ingiliz şirketi orada petrol arıyor Kürtler ona Kobane diyor. Orası Aynel Arap olsa ne olur Aynel Türk olsa ne olur. Aynı duyguyu Bakü için hissetmek nedir? Ermenistan Azerbaycan savaşı sırasında olanları hatırlayalım. Bu arada burada da barış istemek yine vatan haini. ‘Türkiye tek yürek kardeşe tam destek. Ermenistan haydut devlet. Sahada da yanınızdayız’ Onlarca manşet haber var. Peki bin yıllık kardeşlerimiz Kobane için niye atmazlar. Niye bir tweet atabilmiş, elinden en fazla bu gelmiş onların partisini bu kadar ağır suçlamalara tabi tutarlar? Azerbaycan Türkleri için İHA SİHA gönderen Türkiye, Kobanê için tweet atmış olan bizleri niçin katil, terörist ilan eder?
KÜRTLER NİYE KARDEŞ DEĞİL?
Asıl olan yurttaşlık ise askerliğimi yaptım, vergimizi de tıkır tıkır veriyoruz. Herkesten çok veriyoruz. Şirketlerden bile çok veriyoruz, vergi kaçırmıyoruz da. Türk milliyetçilerden bile çok vergi veriyoruz. Peki niye halkımın yaşadığı bir parçada IŞİD katliam yaparken vergi verdiğim devlet Azerbaycan’a gösterdiği ilginin milyonda birini göstermiyor? Günlerdir onun nedenini anlatıyorum. Türk ırkçı hezeyanlarından başka bir şey değildir. Bana Azerbaycanlılar ile nasıl tek millet iki olduğumuz izah eden her Türk’e, şapka çıkarırım. Ama Anayasa’ya göre izah edecek. Ve nasıl Kurdistan Federal bölgesi ile Kobanê ile tek millet iki devlet olamadığımızı da izah etmesini isterim. Madem Türk vatandaştır, anayasaya göre vatandaş olan herkes Türktür, madem sadece bunlara Türk deniliyor o zaman vatandaş olmayanlar Türk değildir. Azeriler de Almanya’daki Türkler de Türk değildir. Biri vatandaşlıktan çıktı mı Türk olmaktan da çıkıyor. Anayasa öyle diyor. Azerbaycan’daki Türkler kardeşimiz ise Kobanê’deki Kürtler niye kardeşimiz değil?
DOĞRU YAKLAŞMADI
Biz o dönemde Türkiye için tarihi bir fırsat olduğunu söyledik. Yüzyılı aşkındır Kürt halkının duyguları kırıldı, Türkiye Cumhuriyeti devleti doğru yaklaşmadı ama bu tarih bir fırsattır dedik. Türkiye Kobanê’ye yardım etse bu bambaşka bir şey olur diyorduk. Çok olumlu bir şey olacak. Muhteşem bir şey olacak Türkiye yardım etsin Kobanê düşse bile sonuçları itibariyle ağır bir travma oluşmaz demiştim. Silah göndermesine bile gerek yok. Silahlı müdahaleye bile gerek yok ya! İçinin yandığını hissetsin yeterliydi. Fakat ne yapıyorlardı? IŞİD’i izleyen Kürtlere gaz atıyorlardı bu devlet! Destek gösterisi bile yapamazsınız diyordu. Devlet içindeki kimi yetkililer yardım edilmesi taraftarıydı. En nihayetinde tarihi bir fırsat dostluğun, barışın, kardeşlik gibi bir fırsat heba edildi ve oradan korkunç bir kırılma çıktı. Hala toparlanamıyor. Çünkü hala ismine Kobanê Davası denilen dava adı altında Kürtlerin temsilleri, siyasetçileri yargılanıyor.
TÜRK AYDININA ÇAĞRI
Bakın AKP’li Kürtler avukatlar ile bana haber gönderiyorlar; Savunmasını saygı ile karşılıyoruz duruşu önünde saygı ile eğiliyoruz diyorlar. Bu kırılmayı yaratan bizler değiliz. Bu politikaları üretenlerdir. Türk aydınına düşen buna şaşırmak değildir. Bunu anlamak, anlatmaktır. Türk aydını kemalist, sosyalist, muhafazakar olabilir. Ama bu ülkede bir Kürt millet var biz yüzyıldır görmezden geldik ama bu insanlığa sığmaz deyip anlatmaları lazım. Biz bunları mahkemelerde anlatıyoruz. Başka türlü sorun çözülmüyor.
ÇÖZÜM ADINA ÖDÜYORUZ
Kürt aydınına da düşen Kürdistan’ın dört parçasında, diasporada nerede olursa olsun siyasi parti tarafgirliğini yapmaktan çok halkın birliğini savunmalılar. Kürtler birliği sağladıkça barış, çözüm ancak o şekilde olur. Kürtlerin birbiri ile cebelleşmesi Kürtlere ancak zarar verir, bu sorunun büyümesine neden oluyor. Kürt ve Türk siyasetçisi de buna dikkat etmelidir. Kürt ve Türk aydının birlik oluşturması çözümü yaratır. Dolayısıyla bu savunmalarda anlatmak istediğimiz, verdiğimiz mesaj budur. Biz burada bu bedelleri çözüm uğura ödüyoruz. Buradan bir çözüm çıkarmak isteyen herkes en büyük desteği biz verdik, veriyoruz. Hapiste de olsak veririz. Sadece hakikati üretmek için yalanlardan ibaret bir dava ile karşı karşıyayız.
SİYASET YAPMAK İÇİN BURADAYIM
Savcı Kobanê’ye ziyaretimi de örgütün talimatı ile yaptığımı bir tanığa dayandırarak, yer vermiş. Bakın gazeteler nasıl vermiş ona bakalım. Örneğin milliyet gazetesine bakalım. Gazete, ‘Halkların el ele verme günü’ şeklinde vermiş. Tümüyle barış öne çıkarmış. Bir Kürt siyasetçinin verdiği barış mesajını yıllar sonra çarpıtarak nasıl bir savaş mesajıdır diyebilirsiniz. Yalandır bu yanlıştır. Bu siyasetçilerin tarihinde savaş talimatı göremezsiniz. Daha önce de söyledim; Çok açık net tekrarlıyorum; silahtan medet umarak siyaset yapan siyasi dolandırıcıdır. Yapması gereken şey gidip silahı alıp silahlı mücadeleye katılmaktır. Buna inanıyorsa bunu yapmalıdır. Ötesi siyasi dolandırıcılıktır. Ama savaşan, çatışan güçlerin arasında barışı sağlamak siyasetini yürütebilirsiniz. Bunun mücadelesini yapabilirsin. Ama hiçbir şey yapma maaşını cebine koy, pasaportunu cebine koy hangi partiden olursa olsun siyasi mücadele yürütme bunun için uğraşma gözünü dağdakine dik. Kusura bakma siyasi dolandırıcılıktır. Biz siyaset yapmak için buradayız.
DEVLET YAPTIKLARI İLE GÖNDERİYOR
Bizim işimiz budur. Aksi takdirde ahlaksızlık olur. Benim abim dağda…biliniyor. Siyaset yaptırmadılar dağa gitti. Demokratik siyaset tercihinde bulunmuş aynı ailenin başka bir evladıyım. Benim annem oğlumu sağ istiyor. Kim ne derse desin. Eğer bir siyasetçi yok benim abime bel bağlayarak maaş alıyorsa kusura bakmasın… Benim anneme ihanettir. Annem çözüm istiyor. Dağdaki polisin askerin annesi de çözüm istiyor. Hangi anne baba oğlunun cenazesini ister. Sen silaha bel bağlayarak siyaset yaparsan ahlaken çökmüş olursun. Bizim siyaset anlayışımız budur. Bakın şehitler tepesi daha çok şehit görecek diyor. Kin ile beslenenler vatansever, milliyetçi biz terörist. Siyasete inancını kaybedenler dağa gidiyor. Buna sebep olanlar da sizsiniz. Bunu biz de durduramıyoruz. Dağa biz göndermiyoruz. Gönderenler beli. Bu uygulamaları yapanlar. Gençleri dağa gönderiyor. Benim abimi ben göndermedim. PKK de değil. Devlet yaptıkları ile kendisi göndermiştir. Atmadıkları iftira kalmadı. Ona atmadıkları iftira kurmadıkları kumpas kalmadı.
GENÇLER BİRBİRİNE ATEŞ ETMESİN
Hiçbir ana baba evladının ölüm ile burun buruna olmasını istemez. Ben abimin, diğer çocukların gençlerin dağdan inmesini istiyorum. Ne yapacağım? Bana diyorsunuz ki ‘teslim ol çağrısı yap’ Buyurun siz yapın. Devlet her gün yapıyor. Teslim olsaydı benim senin çağrımı mı beklerdi? Biz çözüm olsun istiyoruz. Onurlu bir yol yöntem öneriyoruz, barışı öneriyoruz. Dağda karakol da olmasın. Gençler birbirine ateş etmesin. Kürt de Türk de demokratik siyasetin içinde birbiri ile mücadele etsin. Demokratik özerklik de böyledir partimizin de böyledir. Biz bunu büyütmeye çalıştıkça devlet dağa gitmeyi büyütüyor. Gençleri hep siyasete çağırmışımdır. Hiç kimseyi dağa göndermedim teşvik de etmedim.
GELİN SİYASET YAPIN
Ama sırf beni yargılayan savcıların dağa gönderdiği kaç kişi var bilmiyorum. Bir kişi bile gitmişse savcı suçludur. Yardım ve yataklıktan yargılanacaksa savcı yargılansın. Gençleri dağa gönderen onlar. Bizi burada 7 yıldır suçsuz yere yargılandığımızı görenler hiç mi etkilenmiyor? PKK’ye destek veren odur. Yanlış anlaşılmasın hala gençleri siyasete çağırıyorum. Gelin DEM Partide siyaset yapın. Kaç kişi dikkate alır bilmiyorum?
GELİN BİR MASA ETRAFINDA OTURUP KONUŞALIM
Çözüm önerimiz açık, aleni. Bir masa etrafında oturup konuşalım. Biz nerede yanlış yaptık, nasıl telafi edebiliriz bunları oturup konuşmamız lazım. Kimin ile konuşacağı soruluyorsa, bu son derece gereksizdir. Kürtlerin temsilcileri var. Koskoca bir halkın sorunlarını konuşurken temsilcileri ile nasıl konuşmazsınız. Biz bu yüzden Abdullah Öcalan diyoruz. Defalarca çağrı yaptı. Sadece İmralı sürecinde bile ondan fazla resmi temas ve girişim oldu. Bunlardan vaz mı geçelim? Olmuyor birbirimizi vurmaya devam mı edelim diyelim? Hayır. Bir çözüm önermek zorundayız. ‘Ya sev ya terk et’ olmaz. ‘Türk isen övün değil isen biat et’ olmaz. Bunlar seçenek değildir. Devletin bizim sunduğumuz seçeneğe göre bir seçenek sunması lazım. Biz saklamadan gizlemeden tüm kalbimiz ile bin yıldır birlikte yaşadığımız halka ve onun devletine- Kürdün devleti olamadı- teklifimizi sunuyoruz.
DÜZELTMEKTEN KORKMAMASI LAZIM
Parlamento mutlaka olmalı, diğer Kürt partileri mutlaka olmalı. Herkes dinlemeli. Aleni, şeffaf korkmadan yer almalı. Bu devleti küçültmez, büyütür. Büyük devletler özgüveni olan devletlerdir. Türkiye cumhuriyeti devleti iki ince kolon üzerine kurulmuş. Üstünde de koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Kolonlar o kadar inceki sürekli çıtırdıyor. Yanlış bina edilmiş. Temel yanlış. Irkçılık, milliyetçilik. Bu temelin üzerine devasa bir bina koydun mu sallanıyor. Biri çıkıp Kürdüm deyin o temel sallanıyor. Kürdüz demesek onurumuzdan oluyoruz. Kürdüz deyince devletin temelleri sarsılıyor. Nerede hata var? O yüzden temeli değiştirmek lazım. Bundan korkmamak lazım. Devletin bunu düzeltmesinden korkmaması lazım. Bu düzelttikten sonra herkese yetecek kadar evimiz olur. Binada herkes özgürce yaşayabilir. Kendi uydurduğumuz yalanın üzerine bir bina inşa edilmiş. Yüzyıldır sallanıyor. Balkonlardan düşenler oluyor. Yıkıldı yıkılacak. Dönüp dolaşıp binayı sallana cop vuruyorsunuz, işkence ediyorsun. Ancak çıkıp yapacak şey Alevileri, Kürtleri tanımaktır. Yoksa ne olur? Bilmiyorum. Bunun çıkıp Naci Görür’e sorun. O deprem uzmanı ben değilim. Bir sorun bakalım iki kolun üzerine inşa edilen bir bina depremde yıkılır mı yıkılmaz mı? Ben bilmiyorum.
YOL HARİTASI HAZIRLANMALI
Çağrımız şudur; bu bedelleri çözüm için ödedik. Türkiye’nin ana akımında yer alan bu ülkenin Alevileri, sosyalistleri, Kemalistleri, Kürtleri, muhafazakarları ve ayrı bir başlık olarak kadınları bir araya gelmeliler. Seçim ittifakı gibi kısır ittifaklardan bağımsız bir şekilde nereden geldik nereye gidiyoruz üzerine tartışıp bir yol haritası çıkarabilirler. Abdullah Öcalan da buradan çıkacak sonucu dikkate alır. Bu iş kalıcı barışa kadar gider. Onun da sürece katılma süreci gelişir. Türkiye’nin bütün farklı kesimleri bir masa etrafında bir araya gelmeli. Kendi hakikatini masaya dökmeli. Ortak akılla nasıl ortak yol haritası çıkarabiliriz birkaç gün tartışsınlar. Niye Hakkari Çukurca’da 20 25 yaşındaki gençlere yüklüyorsunuz. Niye abime yüklüyorsunuz? Aydının işi siyasetin işi silaha dayanmak değildir. İşi çözüm üretmektir.
HERKES DURUP DÜŞÜNSÜN
Bu bir fedakarlık da değildir. İnsani, hassasiyetli bir tutum olur. Umarım bu dava vesilesiyle ortaya koymaya çalıştığımız duruşumuz bu zahmetli günlerinde herkesin bir kez daha durup düşünmesine vesile olur. Tecrit ile zulüm ile bu iş yürümüyor. Pazartesi son kez konuşacağım. belki yıllarca konuşmayacağız. Emin olun bize milyon yıl ceza da verseniz bu hakikatlarde bir değişiklik olmayacaktır. bütün bu hakikatler sosyolojik hakikatlardir. Dediğimiz gibi biz savunmamızı size değil halka yapıyoruz. Zaten muhatabı da siz değilsiniz.
KİŞİSEL BİR TEPKİ YOK
Sizi etkilemek için demiyorum. Madem biz ezayı çektik madem bu dava yeni bir birlikteliğe vesile olsun. Ben kimseye kin beslemiyorum. Çözüm adına bu bedeli ödedim. Kişisel öfke duymuyorum ve bu şekilde hareket edip halkımın kaderi ile oynayamam. Bu seçim arifesinde birkaç belediye pazarlığına indirmemeli. Bu mücadeleye birkaç belediye için yapmıyoruz. Çıkacaksa bir şey, onurlu bir barış çıkmalı.
POSTA GAZETESİNİN MANŞETİNE DİKKAT ÇEKTİ
IŞİD’in Kobaê’ye yönelik saldırısı ile birlikte Kurdistan’da başlayan ve aylarca süren protestoların kendi çağrıları ile başladığının gerçeği yansıtmadığını ve çağrıdan çok önceden başladığını belirten Demirtaş, Ahmet Davutoğlu’nun bu saldırılar sırasında Türkiye’de Salih Müslim ile görüştüğünü anımsattı. Demirtaş, Davutoğlu’nun niçin görüştüğüne dair o dönemde çıkan haberleri okudu ve yardım için görüştüğünü söyledi. Demirtaş, “Türkiye’nin kafasının karışık olduğu dönemler. Henüz cemaatin ne mal olduğu ortaya çıkmamış ve darbe olmamış. En çok oldukları yerler arasında ise Urfay’dı.. Bir kısmı yardımları engellemeye çalışıyorlardı. Bir kısmı gaz atıyordu. Çağrı yapsak da yapmasak da binlerce insan zaten sınırda nöbet tutuyordu. Posta gazetesi 3 Ekim’de ‘Kobanê düştü düşecek’ şeklinde manşet attı. Bu arada bu söz Erdoğan’a ait değildir” diye konuştu.
Demirtaş’ın talebi üzerine mahkeme, duruşmaya yarın saat 10.00’a kadar erteledi. Mahkeme, yarın tutukluk incelemesi yapacağını da paylaştı.