“Çirkin Kral” lakabıyla tanınan sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar Yılmaz Güney’in 84’üncü doğum günü. Adana’nın Yenice köyünde 1 Nisan 1937’de yoksul bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya gelen Güney, Türkiye sinemasının yüz akı oldu. Sinema anlayışına yeni bir yön veren Güney, lise yıllarında edebiyat alanında belli savları vardı. Liseyi bitirdiği sıralarda arkadaşlarıyla Püren ve Doruk dergilerini çıkardı. Ankara’daki üniversite öğrenimini yarıda bırakıp İstanbul’da sürdürmek istedi ama asıl amaç edebiyat ve sinema idi.
Kameranın karşısına ilk kez 1959 yılında “Bu vatanın çocukları” filminde geçen Güney, bu filminde sadece oyuncu değil senaryo yazarı olarak katkılarını sundu. Güney, 1966'da "At avrat silah" filminde ilk kez yönetmen koltuğuna oturdu. Oyuncu, yapımcı, yönetmen ve senaryo yazarlığını üstlendiği "Seyit Han" filmiyle 1968’de Adana Altın Koza Şenliği'ne katılan Güney, "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Ayrıca Seyit Han, Güney’in ilk reji denemesi yaptığı film oldu. Bir Çirkin Adam ile 1970’te Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ödülü alan Güney, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dallarında da ödül kazandı. 1971’de Ağıt, Acı ve Umutsuzlar olmak üzere üç filmi birden Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girdi. Umut filmiyle Grenoble Film Şenliğinde Büyük Jüri Özel Ödülü’ne de layık görülen Güney’in, Türk Sinema Derneği'nin 1971-1972 yılları en iyi 10 film sıralamasında “En İyi Film” seçilen Ağıt adlı filmi 1972’de Venedik’te Türkiye’yi temsil eden ilk film olma özelliğini taşıyor.
İLK ÖDÜL VE İLK GÖZALTI
Güney, sinema hayatı dışında da yazdığı hikayelerle yazarlar dünyasına girerek, sanatla, edebiyatla arasını sıcak tutmaya, dergilerde yazılar, öyküler yazmaya başladı. Güney, 1955 yılında büyük umutlarla okumaya gittiği İstanbul’da üniversite öğrencisi iken, yazdığı “3 bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” yazısı nedeniyle hakkında soruşturma açıldı ve “komünizm propagandası yapmaktan” 18 ay ceza, 6 ay sürgün cezası aldı. Boynu Bükük Öldüler romanı 1971 yılında Dost Yayınları tarafından yayımlandı, 1972 yılında da Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı. 1972’de cezaevine giren Güney, Salpa, Hücrem ve Sanık isimli üç roman daha yazdı. Son romanı “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” başlığını taşıdı. Romanları hapis yıllarında yazıldı.
HAYALLERİYLE SÜRGÜN
1962 Aralık ayında cezası biten ve 6 aylık sürgün cezasını çekmek için Konya’ya gönderilen Güney daha sonra İstanbul’a dönerek kaldığı yerden devam etmek için sinema çalışmalarına başladı. 1968 yılında askere alınan Güney, iki yıl kısmen de olsa sinemadan uzak kaldı. Güney, günbegün başarı basamaklarını tırmanırken, Türkiye ise ideolojik kamplaşmanın tavan yaptığı yıllara evrilmişti. Sağ-sol çatışmalarının yoğun yaşandığı yıllarda Güney hayallerini gerçekleştirmek için yoğun bir çaba içine girdi. Siyasi düşüncesi, yazdığı senaryolar, çıkardığı dergiler sol siyasetin odağına yerleşti. 1971 muhtırasında bir kez daha birçok aydınla birlikte gözaltına alındı, bir haftalık gözaltından sonra bu kez üç ay Nevşehir’e sürgüne gönderildi.
Daha sonra yeni senaryolar ve çalışmalarla tekrardan İstanbul’a adım atan Güney, sürgünde yazdıklarını, düşündüklerini hızlıca hayata geçirdi.
UZUN SÜREN CEZA YILLARI
Zamanın yaşanan acı ve öfkenin izlerini silemediği 1970’li yıllardan da payına düşeni alan Güney, 1971 yılında Efraim Elrom'un öldürülmesinden sorumlu olan başta THKP-C Lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. "Boynu Bükük Öldüler" romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanan Güney'in mahkumiyeti, 1974'te çıkarılan “Genel Af Yasası” ile sona erdi. Güney, Çukurova'da çekimlerine başladığı "Endişe" filmi sırasında cinayet suçlamasıyla tutuklanıp 5 yıl cezaevinde kaldıktan sonra izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden firar ederek Fransa'ya gitti.
BİR ‘YOL’ HİKAYESİ
Güney'in cezaevinde bulunduğu dönemde senaryosunu kaleme aldığı "Sürü" filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Cezaevindeyken senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönetmenliğini üstlendiği “Yol” filmi 1981 yılında yayınlandı. Belçika devlet televizyonu için sinema, siyaset ve kadın üzerine röportaj yapan gazeteci Nazım Alfatlı ile röportaj yapan Güney, Yol’un çekildiği zamanlarda Türkiye’de şartların çok kötü olduğunu, sinemaların bombalandığını, sinemacıların tehdit edildiğini söylüyor. Güney, bütün bu kötü şartlara rağmen film yapılabileceğinin mesajını vermeye çalıştığını ve sinemanın tek başına ne devrim yapacağını ne de demokrasi mücadelesini zafere ulaştıracağını ifade etti. 1982'de Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödülüyle ayrılan film Kürt meselesine ve 12 Eylül'e değindiğinden dolayı 1999’a kadar Türkiye'de gösterimi yasaklandı. Türkiye’nin “mucbir sebepler” gerekçesiyle yasakladığı film dünyanın en iyi filmleri arasında gösteriliyor.
İRAN SİNEMASINA ETKİLER
"Yol" çekildiğinde İran-Irak Savaşı yeni başlamıştı. 8 yıl sürecek savaş, komşu ülkelerin topraklarında bir değişiklik yapmamış ama büyük acılar yaşayıp önemli bir insan kaybına neden olmuştu. Savaşın olanca çetinliğiyle sürdüğü 1986’da "Yol" filmi, İran’da gösterildi. Gösterim salonu adeta bir cephe savunması alanından farksız olarak toprak dolu çuvallarla korunan bir salonda ne savaşı ne de sanatı yok saymamayı simgeleyen bir fotoğrafla tarihte yerini aldı. Yıllar içinde İranlı yönetmenler uluslararası alanda seslerini duyurmaya başladıklarında ve kendilerini etkileyen yönetmenleri saymaları istendiğinde ilk isimlerden biriydi Güney. Hiç gitmediği İran’da dönüştürücü etkilere vesile oldu. Film daha sonraki yıllarda ABD’de de gösterime girdi ve büyük beğenilerle karşılandı.
ÇİRKİN KRALIN TÜRKİYESİ…
Bu süre zarfında, Türkiye vatandaşlığından çıkarılan Güney, Fransa’da yeni bir filmin çekimine başladı. “Duvar” filminin çekimleri başladığında Yılmaz Güney’in kanser olduğu öğrenildi.
Varlığı devrimci ideolojiye, künyesi Kürtlüğe, yaşamı baskıcı devletin ifadesi, ölümü siyasallaşan Kürdün sürgün yaşamının ifadesi olan Yılmaz Güney, 1984 yılı Eylül’de Paris’te sürgündeyken ülkesinin özlemiyle sonsuzluğa uğurlandı. Güney hayatı boyunca, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı.
Güney, filmleri, romanı, senaryoları ve öykü kitaplarıyla dahası devrimci kişiliğiyle halkının gönlünün en güzel yerinde yaşıyor. Birçok kesim Yılmaz Güney’i Türkiye’nin gerçekliği olarak anmaya devam ediyor: “Esmer, yoksul, hasta ve çirkin bir Türkiye gerçekliği…”