Ayhan Bilgen, 2007’de atıldığı aktif siyasi hayatında önemli görevlerde bulundu. Önce Barış ve Demokrasi Partisi’nin desteğiyle Konya’dan milletvekili adayı oldu, buradan seçilemeyince faaliyetlerine parti içinde devam etti. 7 Haziran 2015 seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) milletvekili seçildi, parti sözcüsü, grup başkanvekili ve eş genel başkan yardımcılığı gibi önemli görevlerde bulundu. En son 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde büyük başarı elde ederek aday olduğu Kars Belediye başkanlığını kazandı.
Göreve başlar başlamaz herkesi kucaklayan bir dil kullanan Bilgen, kent halkının kısa sürede takdirini topladı. Bir yandan MHP’li yönetimin devrettiği enkazı toparlarken bir yandan da kentin çehresini değiştirmek için kolları sıvadı.
Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen “Kobanê soruşturması” kapsamında 2014 yılındaki Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri ve eski milletvekillerine yönelik yapılan operasyonda 25 Eylül’de 19 siyasetçi ile birlikte gözaltına alındı. Tutuklanan 17 siyasetçi içinde yer aldı. Yerine jet hızıyla kayyum atandı.
Oysa aynı gerekçeyle 2017’de tutuklanıp, 8 ay cezaevinde kaldıktan sonra 21 Aralık 2017’de tahliye edilmiş ve sonrasında Anayasa Mahkemesi tutukluluk kararında ‘ihlal’ olduğuna hükmedip tazminat ödenmesi gerektiğine işaret etmişti. Halen hukuksuz biçimde Ankara Sincan 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan Bilgen, tutuklanmadan bir süre önce başlattığı ‘Alternatif Siyaset’ tartışmasıyla gündemde.
Bilgen zaman zaman sosyal medya hesabı üzerinden paylaştığı mesajlarında “Türkiye’de yeni bir fikre ve tarza ihtiyaç olduğunu” söylüyor. Kimileri Bilgen’in farklı parti kurma arayışı içinde olduğunu söylerken, kimileri ise bunun parti içi demokratik bir tartışma olduğu görüşünde.
HDP yönetimi bu tartışmaların parti içinde kalması ve kamuoyu önünde yapılmaması eğiliminde. Dönem dönem milletvekilleri Bilgen ile cezaevinde görüşüyor, fikir alışverişinde bulunuyor.
Tüm bu tartışmaların ne anlama geldiğini öğrenmek için Ayhan Bilgen’e avukatları aracılığıyla Yeni Yaşam Gazetesi'nden Ferhat Çelik'in sorularını yanıtladı.
Altı aydır tutuklusunuz. Cezaevi koşullarınız nasıl? Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Vakti kitap okuyarak değerlendiriyorum. En son Bülent Parmaksız’ın “Hayatı Yeniden Kurmak” kitabını okudum. 13. yüzyıl Anadolusu’ndaki toplumsal hareketler ve yeni sentezler üzerine okumaya çalışıyorum. Siyaset sosyolojisi ve sivil toplum-siyaset ilişkisi üzerine Batı düşüncesindeki tartışmaları öğrenilmeye değer arayışlar olarak görüyorum. Bu arada Hak Temelli Siyaset üzerine çalışmamı tamamladım.
Uzun bir süre siyaset maratonunda ter döktünüz. Şimdi ise görece daha ‘sakin’ bir ortamda bulunuyorsunuz. Hapislik sürecinizi hayatınızın neresine konumlandırıyorsunuz?
Her yoğun koşturmaca sürecinin bir noktasında durmaya, öz eleştirel sorgulama yapmaya hepimizin ihtiyacı var. Düşünmek, sorgulamak, tartışmak için cezaevlerini mecburiyetten kaynaklansa da bir fırsat sunduğunu Yılmaz Güney çok iyi ifade ediyor.
Cezaevine girmeden önce ‘Alternatif Siyaset’ kavramı üzerinden başlattığınız sorgulamayı gözaltı ve tutuklama süreci sonrası daha açık tartışmaya başladınız. Bu çıkışınızın yeteri kadar anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
İktidar muhalefet ilişkileri, siyasal çözüm süreçlerini kolaylaştırmak yerine statükoya dönüştüğünde toplumsal değişimi merkeze alan bir alternatif siyaset tarzı geliştirmek tek çıkış yoludur. İktidar olmadan değiştirmeyi tartışan anarşist siyaset felsefecileri son dönemin küresel temsili demokrasisini bu eksende ele almaya başlamışlardır. Toplumla siyaset arasındaki ilişkiyi Silivri Cezaevi’nde yazdığım “Ya Adanmış Siyaset Ya da Toplumsal Felaket” kitabımda tartışmaya çalışmıştım. Kişisel kariyer ve hesaplaşmaların toplumsal mücadeleleri manipüle etme potansiyeli, alternatif toplumcu bir siyaset inşasının önündeki en büyük tehdit gözükmektedir.
18 Ocak’ta Twitter hesabınızdan, “Türkiye’de yeni bir fikir ve tarza ihtiyaç var. Bunun düşünsel ve toplumsal zeminini oluşturmak gerekiyor. Bunun yeni bir siyasi partiye dönüşme ihtimali, göreceği ilgi ve imkanlarla ilgilidir” paylaşımı yaptınız. Siz gelinen aşamada gerekli ilginin oluştuğunu düşünüyor musunuz? Başlattığınız tartışmaya dönük ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
Toplumsal siyasal mücadelelerde ‘sıkıntı yoksa sıkıntı vardır’. İçinden geçtiğimiz tıkanma ve çözümsüzlük yeniden inşa için düşünsel netleşme ve yeniden yapılanmayı zorunlu kılıyor. Cezaevi koşullarında tartışmanın ipuçlarını yakalamaya çalışmanın ötesinde tepkileri yönetmek ve ölçmek mümkün değil. Toplumsal beklenti doğrultusunda değişim süreçlerini yönetmek zor ve sancılıdır. Siyasal hareketlerin toplumsal tartışma süreçleri ile inşası yerine sadece teknik ve taktik planlamaların yapılabileceği kurullara havale etmek tam da temsili demokrasi alışkanlıklarının doğurduğu parti kültürünün eseridir.
Bugüne kadar sosyal medya hesaplarınızdan yaptığınız paylaşımlar ile basına verdiğiniz demeçlerde bir netlik karmaşası yaşandığını düşünüyorum. HDP’den zihnen bir kopuş mu yaşıyorsunuz?
HDP kuruluş sürecinde bir ihtiyacı tanımladı. Yatay ve radikal demokrasinin zorunluluğunu ifade etti. Karar alma süreçlerinin bu doğrultuda net tercihlerle şekillenmesi, aynı netlikte bir perspektif gerektirir. Kürt sorununda yaşanan dinamizmden kaynaklı değişim elbette ilkelere bağlı ama değişime açık olmayı gerektirir. Şiddet ve demokratikleşme ilişkisindeki kısır döngüyü iktidar ya da iktidardan farksız düşünen muhalefet aktörlerinden beklemek siyasetin kilitlenmesine seyirci kalmak ve toplumu pasifize etmektir. HDP’den beklenti yüksekse yükün sorumluluğu da ağır demektir.
Zamanlamanız konusunda gelen eleştiriler var. AKP-MHP tarafından HDP’nin siyaseten felce uğratılmak istendiği bir dönemde değişim, dönüşüm ve reformu gündeme taşıdınız. Partinin beyin takımı denebilecek isimlerin hapiste veya sürgünde olduğu, il ve ilçe örgütlerinin 5-6 ayda bir değişmek zorunda olduğu HDP, sizin dediğiniz yenilemeyi yapabilecek güçte mi?
Hem toplumsal hem siyasal değişimler tam da zor zamanlarda yapılır. Rahat ve rehavet içerisinde durağan bir dönemde konformist bir entelektüel tartışmadan bahsetmiyoruz. Dış koşulların zorluğunu bilmek, sarf edilen emeğe, ödenen bedellere saygının gereğidir. Ancak bu durumu can yakıcı, hayati tartışmaların ertelenme gerekçesi gibi sunmak tam da siyasal alternatifleri felç etmeye hizmet eder. Bazen toplumsal silkeleniş ve yeniden inşa süreçleri şoklarla mümkün olur.
AKP-MHP’nin yanına çekebileceği muhaliflerle dirsek temasında olacağı, bunu yapamayacağı partileri ise böl-parçala-etkisiz kıl mantığıyla pasifize etmek istediği konuşuluyor. CHP’de Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül ayrıştı. Sizin çıkışınız bunlara mı benziyor?
Bir şairin ifadesiyle, ‘Sözümün dostusunuz, çilemin yabancısı’. Siyasette değişim, yenilik gibi kavramların yalama yapıp içinin boşaltıldığı bir dönemden geçiyoruz. Benzer söylemleri birbirinin tersi niyet ve hesaplarla siyaset arenasına taşıyan kişi merkezli arayışları, sadece enerji kaybı ve zorunlu hayal kırıklığı olarak görürüm. Kerameti ve kurtarıcılığı kişilerde gören anlayıştan kurtulmak Türkiye siyasetinin öncelikli ihtiyacıdır. Yeni bir sentez, fikri açılım, strateji ve siyaset dili geliştirmeden tabelalara, rozetlere umut bağlamak kendini ve toplumu kandırmaktır.
HDP’de eş genel başkanlık için birkaç kez adınız geçti. Ancak bu bir şekilde gerçekleşmedi. HDP’ye dönük tespitleriniz eş genel başkan olamamanıza yorulabilir mi? Şayet HDP’nin başında olsaydınız ne yönde bir değişim yapmak isterdiniz?
HDP isimsiz kahramanların partisi olmayı, vitrin merkezli siyasetten daha değerli görür. Siyasetin görünen yüzleri toplumsal hareketliliği, katılımı ve değerlere bağlılığı güçlendirdiği ölçüde önemlidir. Aksi takdirde benim tersine Türkiyelileşme dediğim Türk siyasetindeki yozlaşma, çürümeye dayalı kulis, kişi siyaseti belirleyici olmaya başlar. Siyasetin öznesi toplum, kolaylaştırıcısı ise öncü kadrolar olmalıdır. Konjonktüre dayalı şöhret yeni bir toplumsal siyaset tarzının önünü açmak yerine kariyerist dayatmaları doğurursa toplumun siyasallaşması ve siyasetin toplumlaşması sadece kulağa hoş gelen bir slogan olarak kalır.
HDP’den istifa eden Altan Tan gibi isimlerin HDP aleyhine söylediği sözler kimi iddianamelere delil yapılırken, bu gibi ifadelerin ileride partinin kapatılmasında kullanılacağı iddia ediliyor. Sizin HDP’ye yönelik, “Hem müdahaleden şikayet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak, kendi pozisyonunun gereğini yapamamakla ilgili bir handikaptır” şeklindeki sözlerinizin de hakeza HDP’nin kapatılmasına delil olarak kullanılacağı konuşuluyor. Bu sözlerinizde neyi kastetmiştiniz?
Benim cümlelerim kriminalize etmek bir yana, siyaseti kendi sorumluluk alanları içinde sorgulama ve tartışmaya yöneliktir. Legal siyasetin ya da zaman zaman yapılan aydın çağrılarının İmralı ya da Kandil’e yönelik pozisyon belirleme tarzını sorumluluktan kaçış olarak görüyorum. Siyasetin kendi işine odaklanıp onu en katılımcı, şeffaf, halka hesap veren formatlardan inşa etmesinden söz ediyorum.
AKP-MHP koalisyonu taban tabana zıttı sayılabilecek Vatan Partisi gibi partileri hoşgörüyle karşılarken, aynı kökten geldiği Saadet Partisi, Deva Partisi, Gelecek Partisi ve İYİ Parti gibi oluşumlara tahammül dahi göstermiyor. Türkiye’de iktidara yamanmadan, ona eklemlenmeden siyaset yapma koşulu var mı? Bu koşullarda alternatifinizi kurabildiğinizde nerede konumlanacaksınız?
Siyasette iktidara göre pozisyon almak ya da konumlanma ister yandaş, ister karşıtlık temelli olsun reaksiyonel ve edilgen sonuçlar doğurur. Üçüncü Yol siyaseti tam da bu birbirini besleyen kutuplaşmanın dışında toplumsal talebi merkeze alan bir tutumu gerektirir. Temsili demokrasinin seçim ve sandığa hapsedilmiş arayışları yerine günlük hayatı dönüştüren her gün siyaset karar süreçlerini şekillendirmeyi hedefleyen doğrudan demokrasi mekanizmalarını konuşmalıyız.
İktidar ve Anayasa tartışması
AKP-MHP’nin geçen ay ‘müjde’ olarak sunduğu yeni Anayasa hazırlığına, sosyal medyada “Anayasa tartışma süreci bile Türkiye için değerlidir” ifadesi ile destek verdiniz. Ancak 2016’da OHAL sürecinde de yeni anayasa tartışmaları vardı. HDP Parti Sözcüsü iken yaptığınız açıklamada o süreçte yeni bir anayasa yapmanın meşru olmadığını savunmuştunuz. O süreçten bugüne siz ve ülke açısından neler değişti, bu tartışmaya olumlu yönden bakabilmenizin sebebi nedir?
Toplumsal siyasetin gerektirdiği muhalefet tarzı iktidarın değişim söyleminin daha ilerisinde bir güçlü, köklü değişim söylemini hegemonik olarak kamuoyuna taşımaktır. Gerek Suriye’deki gelişmeler dolayısıyla Kürt sorununda muhtemel tartışmalar, gerekse ekonomik iyileşme için ihtiyaç duyulan reform söylemi karşısında iç politik aktörlerin statükocu pozisyona düşürülmesi yüksek ihtimal olarak gözükmektedir. İktidar temsilcilerinin içini dolduramasalar ve arkasında duramasalar da 1921 Anayasası’ndan söz ederken muhalefetin Evren’in armağanı olan Anayasanın tartışılamaz maddelerine odaklanması ciddi bir handikaptır. İktidar konuyu araçsallaştırmak istiyorsa bile Türkiye’nin yeni demokratik Anayasa ihtiyacının küçük hesaplarla üstünün örtülmesi bazı muhalefet aktörlerinin de tuzu kuru pozisyonundan kaynaklanıyor. Üzerinde toplumsal sorumluluk taşıyanlar sırtlarındaki yumurta küfesinin bilinciyle hareket ederler. Türkiye siyasetinin Abdülhamit sancısı İttihatçı döneme evrilme ya da Mussolini öncesi İtalya, Hitler öncesi Almanya ortamına dönüşme riskinin demokrasiden yana kaygısı olan herkes görmelidir.