Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısıyla gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Konya’da Dedeoğulları ailesine yönelik 12 Mayıs’ta gerçekleşen ırkçı saldırı davasının görüldüğünü vurgulayan Başaran, “Bugün Konya’da 7 Kürt’ün katledilmesine ilişkin dosyanın duruşması görülüyor. Biz daha önce de ifade etmiştik ki daha öncekiler gibi, Deniz Poyraz katliamı ya da Kürtlerin maruz kaldığı ırkçı saldırılar gibi bu da münferit bir saldırı değil. Bu saldırı tek bir kişinin planladığı, aile husumeti içinde gerçekleşen bir saldırı da değil. Bu saldırının tetikçisi şu anda cezaevinde tutuklu olabilir. Ama bu saldırının planlayıcısı, ortamını oluşturan, bu nefret politikalarıyla toplumu karşı karşıya getiren iktidardır” dedi. 

İktidarın katliam sorumlusu olduğunu dile getiren Başaran, “Bu dava görülmeye devam ediyor. Bugün hem Milletvekili arkadaşlarımızın, partililerimizin, hukuk komisyonu üyelerimizin de içinde olduğu bir heyet duruşmayı takip ediyor. Bu ortamı oluşturan nefret politikaları ile Kürtleri hedef gösteren esas failler de yargılanana bu kadar bu davanın takipçisi olacağız” diye belirtti. 

CEZAEVLERİ

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine değinerek, konuşmasını sürdüren Başaran, şöyle devam etti: “İmralı’dan başlayarak topluma yayılan bir tecrit rejimi var. Bu tecridin faturasını her geçen gün tutsaklar daha ağır ödüyor. Cezaevlerinde çoklu bir saldırı ile karşı karşıya politik tutsaklar. Rehin olmaları sebebiyle hukuk, anayasa ve infaz yasalarının tümü yok sayılarak siyasi tutsaklara özgün bir rejimle 80’lerdeki cezaevlerindeki uygulamaları aratmayan uygulamalar yaşanıyor. Hasta tutsakların durumu da her geçen gün ağırlaşıyor. Koşullu salıvermenin uygulanmaması, infazların yakılması, işkence ile yüz yüze kalmaları, insani ihtiyaçların kasti olarak giderilmemesi hasta tutsakların tedavileri için gerekli koşulun oluşturulmaması ya da hasta tutsaklar hakkında ATK’nin ‘cezaevinde kalabilir’ raporu vermesi nedeniyle her gün bir hasta tutsağın adım adım bu fiili idam rejiminde ölüme yaklaştığına şahitlik ediyoruz. 

TUĞLUK İNTİKAMCI BİR ANLAYIŞLA TUTULUYOR

Cezaevlerinde yüzlerce hasta tutsak var. En çok kamuoyuna yansıyan, politik kimliği olduğu için daha önce milletvekilliği ve eş genel başkanlık yapan Aysel Tuğluk’tur. Aysel Tuğluk demans hastası ve her geçen gün durumu ağırlaşıyor. Kocaeli Üniversitesi ‘cezaevinde kalamaz’ raporu vermesine rağmen ATK’nin raporu ile cezaevinde rehin tutulmaya devam ediyor. Aysel Tuğluk’un kardeşi açıklama yaptı: Kalkamıyor, iletişim kuramıyor, kimseyle konuşmuyor. Ama bu kadar ağır hastalık koşullarına rağmen Tuğluk intikamcı bir anlayışla cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Sadece Tuğluk değil bu tür uygulamalara ve saldırılara maruz bırakılanlar. 

60 YAŞINDAKİ KARAGÜZEL TACİZ EDİLDİ

Muhlise Karagüzel daha önce Muş il eşbaşkanımızdı. 60 yaşında, birçok hastalığı olmasına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Hastaneye sevk sırasında birçok insanlık dışı uygulamaya maruz kalıyor. En son kızıyla konuşmasında hem gardiyan hem jandarma tarafından üstünün arandığı, jandarmaların tutsakları ararken mahrem bölgelerine özellikle dokunarak kendilerini taciz ettiğini söylemiş.

GARDİYAN GÜCÜNÜ NERDEN ALIYOR?

Garibe Gezer gibi işkence ve tecavüze maruz bırakılıp şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren tutsaklar varken, bunu protesto eden kadınlar da her türlü yönelimle yüz yüze kalıyorlar. Kandıra Cezaevi’nde Garibe Gezer’in yaşamını yitirmesi üzerine kadınlar protesto ettiler ve 15 kadınlar ilgili olarak disiplin cezası verildi. Yine Leyla Güven gardiyanların tehditlerine maruz kaldı. ‘Sen bundan sonra görürsün’ tehdidini pervasızca müdürün ve diğer gardiyanların yanında yapan bu gardiyanın bu cüreti, bu gücü kimden aldığını soruyoruz. Önceki dönem milletvekilimiz, DTK eşbaşkanımız Leyla Güven’e bu kadar pervasızca saldıran gardiyan gücü nereden alıyor, neden hakkında disiplin soruşturması başlatılmadı, kim koruyor, kim destekliyor? İktidara bir kez daha soruyor ve uyarıyoruz. Şu an rehin tuttuğunuz arkadaşlarımızla ilgili oluşabilecek en ufak bir problemin sorumluluğu iktidarın Cezatevfikevlerinin ve Elazığ cezaevinin kendisidir. Kadın tutsakların mücadeleden vazgeçmeyeceğini bir kez daha ifade etmek isteriz.

SEMRA GÜZEL AÇIKLAMASI

Semra Güzel arkadaşımız kendine gazeteci diyen bir kişinin fotoğraflarını yaymasıyla birlikte cinsiyetçi yönelimlere maruz kaldı. Biz daha önce benzer yönelimlerden biliyoruz ki iktidar sıkıştıkça, güç kaybettikçe kadınlar ve partimiz üzerinde bu tür saldırılarla ayakta kalmaya çalışıyor. İktidar benzer tavrını Semra Güzel üzerinden göstermiş oldu. Barış ve eşitliği savunduğu için iktidarın yönelimleri ile yüz yüze kaldı. Semra Güzel arkadaşımız Cumhurbaşkanın, MHP başkanın yaptığı talimatla dokunulmazlığının kaldırılması tartışmaları yürüyor. Bu saldırılar kadın mücadelesine ve HDP’nin umut olma geleceğini kurma mücadelesine saldırılardır. Bu saldırılarla bizlere geri adım attırmayacaktır. Semra Güzel yalnız değildir, Semra Güzel’in yanındayız mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.”

14 GÜNDE 7 KADIN KATLEDİLDİ

İktidarın çözmek istemediği ve her gün bir kız kardeşimizi daha kaybettiğimiz kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. 2021 yılı içinde kadına yönelik şiddet 2020’ye göre, yüzde 15 artış göstermiştir. 31 Aralık 2021 itibariyle İçişleri Bakanlığı 307 kadının katledildiğini açıkladı. Ama kadın örgütlerinin verdiği rakamlara göre, en az 280 kadın katledildi, 217 kadın da şüpheli biçimde yaşamını yitirdi. 280 kadının yüzde 33’ü ya polise ya savcılığa başvuruda bulunmuş ve koruma kararı verilmiş. Yine 1 Ocak 2022 itibariyle en az 7 kadının katledildiğini biliyoruz. Maalesef istatistikler İçişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıyor ya da eksik rakamlar veriliyor. Bu 7 kadından birisi Dilara Yıldız’dı. Avukat arkadaşımızdı, kendisi de kadına yönelik şiddetle ilgili duyarlılık yaratmaya çalışıyordu. Önceden nişanlı olduğu erkek tarafından katledildi. Koruma kararına rağmen iktidarın yarattığı ortam nedeniyle Dilara Yıldız, erkek tarafından katledildi. 

 YARGITAY ALGI YARATIYOR 

Kadına yönelik şiddetin politik olduğunu söylediğimizde iktidarın itirazlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Size iki açıklamayı örnek vereyim: Yargıtay Başkanı, ‘Kadın cinayetleri sadece Türkiye'de varmış gibi bir algı oluşturuluyor’ diyor. Hayır, biz kadına yönelik şiddetin sadece Türkiye’de olmadığının farkındayız. Dünyadaki diğer sağ popülist iktidarların da Türkiye benzeri bir yaklaşımlarının olduğunun da farkındayız. Ama demokratik ve kadından yana tavır alan ülkelerde bir Yargıtay Başkanı çıkıp hesap verir. Neden kadına yönelik şiddet ve cinayet dosyalarında cezalar erkekleri caydırıcı nitelikte değil? Neden bu cezaların birçoğu kadınları görmezden geliyor? Neden erkekler yargı tarafından aklanıyor? Hesap vermesi gereken Yargıtay Başkanı çok politik bir ifade olarak algı yaratılmak istendiğini söylüyor. 

KADINLAR BİATA ZORLANIYOR

Hatırlarsanız 8 Mart’ta kadınlar sokağa çıkmış, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerle ilgili protestolar gerçekleştirmişti. Yargılandıkları dosyada mahkeme başkanı ‘Ülkede 10 kadın ölüyorsa, 20 erkek ölüyor, biz de mi toplanalım?’ diye cevap verdi kadınlara. İşte bu yaklaşımın politik olduğunu gösteren iki örnek. Yasamasından yürütmesine, yargısına kadar bütün mekanizmalar kadınları makul ve makbul olmaya zorluyor. ‘Makul ve makbul değilseniz, biz sizi savunacak mekanizmaları oluşturmayız’ diyorlar.  Ama bir taraftan da aynı erkek yargı, kadınlar mücadele ettiğinde en yüksek cezaları vermekten ve kadınları biat etmeye zorlamaktan vazgeçmiyorlar. 

Lüleburgaz'da doktora tecavüz eden başhekim tutuklandı Lüleburgaz'da doktora tecavüz eden başhekim tutuklandı

6’NCI YARGI PAKETİ

Her gün biraz daha toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadın cinayetleri artarken ve bunlar IŞİD’vari bir yöntemle gerçekleştirilirken, televizyonlarda magazinleştirilirken, pornografik bir şekilde sunulurken iktidar ne yapıyor? Kadın kazanımlarını gasp etmek için her türlü adımı atmaya devam ediyor. AKP-MHP ittifakı son süreçte de kadın kazanımlarını hedefine almaktan vazgeçmiyor. Bu ülkede fiili kürtaj yasağı ile, küçük yaşta çocukların zorla evlendirilerek istismarın önünü açmaya çalışarak, çocuk teslimi düzenlemesini değiştirerek, kadınları ve çocukları tehlikeye atan, İstanbul Sözleşmesinden geri çekilerek adım adım kadınların kazanımlarını gasp eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Ama yetmediğini görüyoruz. İktidar, kadınları aile içinde tanımlayıp özgür bireyler olmaması için elindeki bütün argümanları kullanıyor ve erkeklerin taleplerine göre Meclis’ten yasa geçirmeye çalışıyor. Bunun son örneği de 6’ncı yargı paketi. 

NAFAKALAR ÖDENMİYOR

İktidar, 6’ncı yargı paketi ile kadın kazanımlarını hedefliyor, kadınların kendi yaşamlarını kurabilmeleri için ellerindeki bütün olanakları almaya kararlı görünüyor. 6’ncı yargı paketinde kadın ve çocukların nafaka hakkı, boşanma usulleri ve aile arabuluculuğu tartışmaları yürütülüyor. Nafaka tartışması uzun süredir ülkenin gündeminde. Özellikle erkekler tarafından kurulan dernekler aracılığıyla kadın ve çocukların nafaka almalarını engellemek suretiyle kadınları boşanmaktan caydırarak, şiddet ortamında yaşamaya zorlayan bir düzenleme getirdiklerinin farkındayız. Türkiye’de zaten nafakaların çoğu ödenmiyor. Bunların istatistikleri ortada. Erkeklerin çoğu nafaka ödememek için yasayı kendi lehlerine çeviriyor ve ödemiyor. Ödeyenler ise kendini bu yükümlülükten kurtarmak için ve kadınların boşanma oranlarını düşürmek için nafakanın kaldırılmasını talep ediyor. Tabii erkekler talep edince iktidarın durmadığını, hemen adım attığını görüyoruz. 

KAZANIMLARIMIZDAN VAZGEÇMİYORUZ  

Yine boşanma usulleri ve aile arabuluculuğu konuşuluyor. Aile arabuluculuğu fiili olarak ülkede uygulanıyor. Kadınlar şiddete maruz kaldıktan sonra kolluğa gittiğinde ‘Bir tokattan ne olacak ki?’ söylemleri ile kadınları şiddet ortamında yaşamaya zorluyorlar ve şimdi iktidar bu yöntemi yasallaştırmaya çalışıyor. Yani kadınların evlendikleri evlerden cenazeleri çıksın istiyor iktidar. Ne kadar şiddete uğrarsa uğrasın makul ve makbul kadın olsunlar istiyorlar. Bizler ve kadın örgütleri, kazanımlarımızı savunmaktan ve yaşamımızı kurmaktan vazgeçmeyeceğiz. İktidarın bu pervasız saldırıları bize geri adım attıramaz. Biliyoruz; biat eden, itiraz etmeyen, özgürlük talep etmeyen kadınlar istiyorlar. Biliyoruz, kendileri ve erkeklerin hizmetkarı kadınlar istiyorlar. Bizi her şeye ‘evet’ demeye ve kendi politikalarına göre yaşamaya zorluyor iktidar. Vazgeçmiyoruz! İstanbul Sözleşmesinden de, nafaka hakkından da, kazanımlarımızdan da vazgeçmiyoruz. Bunları iktidarın lütfuyla kazanmadık. Bunlar büyük bedel ve emeklerle elde edilmiş kazanımlardır. 

KADIN SAĞLIĞI

Ülkenin tümü büyük bir ekonomik krizin içinden geçiyor. Biz HDP Kadın Meclisi olarak yaz aylarında gerçekleştirdiğimiz kampanya sonrası bugünlerin geleceğine işaret etmiştik. Krizin en kabarık faturasının kadınlara kesildiğini, yoksulluğun kadınlaştığını, kadınların yoksulluk nedeniyle şiddet ortamından uzaklaşamadığını ve açlık sınırının altında yaşadığını ifade etmiştik. İktidarın savaş ve nefret politikaları nedeniyle, ülkenin kaynaklarını savaşa yandaşa ranta aktarması nedeniyle ekonomik krizin faturasını ödüyoruz; ama en büyük faturayı kadınlar ödüyor. İlk gözden çıkarılanlar kadınlar oluyor, yoksulluğu en fazla yaşayanlar kadınlar oluyor. Kadınlar hijyen ürünleri alamıyor. Kadınlar bizlere de kamuoyuna da çağrıda bulunuyor. Ped ve tamponların fahiş fiyatlarla satılması kadınların sağlığını etkiliyor. Biz HDP Kadın Grubu olarak Mecliste hijyenik ürünlerin ücretsiz verilmesi için kanun teklifi verdik. Ama maalesef bir gelişme yok. Hijyenik ürünlerle birlikte temel ihtiyaçların da ücretsiz olarak karşılanması için mücadele edeceğiz. Aile Bakanı ‘Bir düzenleme yaparız’ gibi yuvarlak ve gerçekçi olmayan bir açıklamada bulunmuş. Aile Bakanına sesleniyoruz: Kadınların hijyen ürünlerini satın alamaması sizin gündeminizde olmalı, kadınların sağlığı ve geleceği sizin gündeminizde olmalıdır.”

‘ANADİL DE EĞİTİM VERİLMELİ’

Kürtçe anadil çalışmalarına dair yöneltilen soruya ise Başaran, “Seçmeli Kürtçe derslerin önemlidir. Ancak yeterli değildir. Uzun süredir anadilin insan hakkı olduğunu dile getiriyoruz. Bundan dolayı anadilde eğitim olmalıdır. HDP olarak Kürtçe yani anadilde eğitim verilmesi için mücadele ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Partide Kürtçe eğitim verilmesi ve kamu kurum kuruluşlarında kullanılması için mücadele yürütüyoruz” diye belirtti.