Tarih boyunca askerler bölgeleri, ülkeleri, kralları ve imparatorları için savaşmaya çağrıldı. İşte karşınızda tarihin en önemli beş askeri gücü ile bu güçlerin sahip oldukları etki!
Ve yine tarih boyunca antik Yunan şehir devletleri için savaşan piyadelerden Asya’yı fetheden atlı okçulara ya da yeni doğan Birleşik Devletlerin bağımsızlığını kazanmak için kolları sıvayan yurttaşlara dek askerler, dönemlerinin belirli askeri zorlukları ve teknolojileriyle yüzleşmek için iyi eğitimli ve ekipmanlı şekilde ortaya çıktı.
Antik Yunanistan’ın Hoplitleri
Antik Yunanistan’ın ağır silahlı piyadeleri olan hoplitler, Yunan ordusunun saflarını dolduruyordu. Adlarını taşıdıkları yuvarlak, yaklaşık bir metre uzunluğunda, bronz kaplı ahşaptan yapılmış “hoplon” isimli kalkandan alan bu adamlar, varlıklı sınıftan seçilmişlerdi; savaşın pahalı ekipmanlarını karşılayabilen bu kişilerin kendi silahlarını yanlarında getirmeleri gerekiyordu. Atinalı hoplitler, yalnızca gerektiğinde göreve çağrılan özel askerlerdi. Öte yandan Spartalı hoplitler ise yedi yaşından itibaren sert bir eğitime tabi tutulan uzman savaşçılardı.
Tam donanımlı her asker, hoplonu sol kolunda taşırdı. Sağ elinde ise yaklaşık iki metre uzunluğa sahip bronz uçlu bir mızrak tutardı. Kısa bir demir kılıç da yedekte tutulurdu. Her biri bronzdan yapılan miğferler, göğüslükler ve bacak zırhları (dizlikler), 27 kiloya ulaşabilen zırhı tamamlayan unsurlardı. Hoplitler “falanks” adlı savaş düzeninde, genelde sekiz sıra halinde, sıkı saflarda omuz omuza savaşırlardı.
Hoplitler Maraton Muharebesi, Termopylae Muharebesi ve Peleponnessos Savaşı’nın da dahil olduğu birçok önemli savaşta dikkate değer bir rol oynadı fakat savaşlar evrimleşip daha profesyonel ordular ortaya çıkınca geleneksel hoplit taktikleri savaş alanında zamanla daha etkisiz hale geldi.
Roma Lejyonerleri
Roma lejyonları, Roma Cumhuriyeti ile İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde (MÖ 3. yüzyıl ila MS 5. yüzyıl civarı) Roma ordusunun omurgasını oluşturuyordu. Profesyonel bir birimin bir parçası olan lejyonerler, düzenli olarak maaş alıyorlar, çok iyi eğitim görüyorlar ve teçhiz ediliyorlardı. İki metrelik kargılar ve ağır kılıçlarla silahlanan ve miğferler, kalkanlar ve göğüslükler ile korunan lejyonerler; sıralar halinde saldırıyor, önce kargıları sonra da bıçakları fırlatıyorlardı.
Lejyonerler, düşmanlarına karşı acımasız olmalarıyla nam salmışlardı; ayrıca kendi saflarındaki zayıflıklara karşı da neredeyse aynı derecede acımasızlardı. Örneğin “kırım (Decimation)”, askeri standartlara uymayan şekilde davranan bir kohortun (bir Roma lejyonunun onda biri kadar mevcuda sahip askeri birlik) on üyesinden birinin idam edilmesi anlamına geliyordu.
Askerler hem çalışkan hem de marifetliydi. Birliklere eşlik eden mühendisler, askerlerle işbirliği yaparak bugün kalıntıları hala duran kilometrelerce yollar, kaleler ve köprüler inşa ediyorlardı.
Moğol Atlı Okçuları
Moğol atlı okçuları 13. ve 14. yüzyılda günümüz Moğolistan’ında ortaya çıkmış devasa bir kara imparatorluğu olan Moğol İmparatorluğu’nun askeri başarısında önemli bir rol oynayan ve zaman içinde Çin’i, Orta Asya’yı, Orta Doğu’yu ve Doğu Avrupa’nın bazı bölgelerini fetheden tüyler ürpertici ve ünlü bir savaşçı grubuydu. Çinli tarihçilere göre “Moğollar doğaları gereği binicilik ve okçulukta iyiydiler. Bu sayede yay ve at konusundaki bu avantajlarını kullanarak dünyayı ele geçirdiler.”
Cengiz Han ile halefleri de dahil olmak üzere Moğol savaşçıları eyer üzerinde yetiştirilirken küçük ama güçlü ve hızlı olan atları da bozkırlarda yetiştiriliyordu. Askerlerin genelde birden fazla atı olurdu ki bu sayede bir önceki at yorulduğunda yeni bir bineğe geçerler, engin bölgelerin fethini sağlayan hafif saldırılara devam edebilirlerdi.
Hem kız hem de erkek çocukları, erken çocukluk dönemlerinden itibaren ata biniyor ve at sırtında mücadele ediyorlardı. Üzengiye ulaşabilecek kadar büyüdükleri andan itibaren boynuz, ahşap ve kas tellerinden yapılan Moğol yayını kullanmayı öğreniyorlardı. Moğolların atlı okçuları, üzengi üzerinde durarak atlarını ileriye doğru sürerken geriye doğru ok atabiliyorlardı; okları 320 metreden öteye bile gidebiliyor ve hatta yakın mesafede zırhı delip geçiyordu. Yetenekli kadın atlılar, askerler uzaklardayken kabilelerini koruyor ve bazen de erkeklerin yanında ön sırada yer alıyorlardı.
Fakat zamanla dünya çapında okçuluk kullanışsız hale geldi. Bir zamanların güçlü Moğol İmparatorluğu, birkaç halef devlete bölündü ve hükmeden sıfatı yavaş yavaş kayboldu.
İspanyol İstilacıları
İngilizcede istilacı anlamındaki “conquistador” kelimesi, İspanyolcadaki “conquistar” kelimesinden geliyor ve bu kelime “fethetmek” anlamını taşıyor. Bu kişilerin yaptığı şey de fethetmekti. İspanyol ve Portekiz toprakları ile nüfuzunu yaymak için uğraşan bu deneyimli askeri liderler, kaşifler ve maceracılar -örn. Hernán Cortés, Francisco Pizarro, and Juan Ponce de León-, 16. yüzyılda askerlerine Yeni Dünya’yı keşfetmekte önderlik ederek zenginliklerin peşinde koştular, Hristiyanlığı yaydılar, yerli kültürleri silahlar ve hastalıklarla yok ettiler.
İstilacılar, geleneksel Avrupa silahları ve zırhlarının bir karışımıyla donanmışlardı. Toplar ve taşınabilir silahlar onlar için olmazsa olmazdı. Askerler aynı zamanda 1400’lü yıllarda icat edilen, günümüz standartlarına kıyasla yavaş ve tuhaf bir fitilli tüfek olan arkebüz de taşıyorlardı. Onlarca yıl geçerken istilacıların bu silahının yerini başka tür fitilli ve çakmaklı tüfekler aldı. İstilacıların zırhları göğüs levhaları, miğferler ve kalkanlardan oluşuyordu fakat her askerin bu türden bir korumayı karşılayabildiği de söylenemezdi.
Hizmet ettikleri büyük imparatorluklar yavaş yavaş gerilerken istilacılar devri de sona erdi.
Amerikan Milisleri
Daimi ordusu olmayan Amerikan kolonileri, savunma sağlamak için kendi yerel askeri birliklerini kurdular. 16 ila 60 yaşlarındaki her becerikli erkeğin kendi tüfeği, mermileri ve barutuyla donanmış şekilde arada bir gerçekleşen eğitim günlerine gönüllü olarak katılması gerekiyordu. 19 Nisan 1775 sabahında Lexington ve Concord’da İngilizlerle karşılaşan ve Amerikan Devrimi’ni hayata geçiren askerler, Boston Çay Partisi’nden sonraki aylarda devamlı olarak talim yapan özel eğitilmiş paralı askerlerdi.
Fakat birçok milis, o yetenek ve bağlılık seviyesinden yoksundu ve genellikle disiplinsiz, kural tanımaz ve hevessizdi. George Washington 1776’da milislerin subaylarının bir süpürge sopasından daha fazlası olmadıklarını düşündüklerini yazmıştı. Devamında ise “Benden milislerin yararlı mı yoksa zararlı mı olduğunu açıklamam gerekseydi… İkincisi olduğunu söylerdim.” diyordu. Bütün bunlara rağmen bu sivil askerler Kıta Ordusu için önemli birer asker alım uzmanı ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında savaş alanında faydalı birer destek ekibi görevi gördüler. (Arkeofili)