“Benim derdim çocuklarımıza temiz bir çevre, güzel bir şehir bırakmak” diyen Orhan Özvan “Van Denizi kirletiliyor. Yetkililer ilgilenmiyor, bazı yerel basın ilgilenmiyor. Deniz sahipsiz kalmış. Eğer denizi yoksa Van’ın hiçbir özelliği, güzelliği kalmaz” diye de ekliyor.
Duvar'dan Vecdi Erbay'a izlenimlerini şöyle anlatıyor Van-Gevaş yolunda Orhan Özvan’ı dinliyorum. Van Gölü yerine ‘Van Denizi’ demesi şaşırtmıyor beni. Çünkü bütün Vanlılar övgüyle ve gururlanarak göle ‘deniz’ demeyi tercih ediyor. Göle duydukları sevginin göstergesi bu aynı zamanda.
Görenler bilir göl, hakikaten sevgiyi hak edecek kadar güzeldir. Adalarıyla, inci kefaliyle, gün batımıyla bir doğa harikasıdır. Van şehri göle uzak, Erek dağının eteğinde kurulmuş olsa da göl vazgeçilmezdir Van için. Van kalesi ve diğer tarihi kalıntılar ilk yerleşim yerinin gölün hemen kıyısında kurulduğunu gösteriyor. Van Gölü’nün sefasını, kendi koşullarında onlar sürmüş gibi geliyor bana.
Orhan Özvan
Çünkü Van’a geldiğim ilk günden beri konuştuğum her Vanlı gölün ne denli kirletildiğini anlatıyor. Gevaşlı Orhan Özvan da yol boyunca gölün kirletildiğinden yakınıyor. Özvan tanık olduğu kirliliği anlatırken yolun sağ tarafında kalan göle bakıyorum. Erdemit sahilinin devlet kurumları eliyle işgal edildiği yönündeki haberler doğruymuş, diye geçiriyorum aklımdan. Neredeyse bütün devlet kurumlar göl kenarında tesis kurmuş ve elbette personeli dışındaki herkese kapatmışlar sahil şeridini. Hepsinin kapısında özel güvenlikçiler, kiminde Özel Harekatçılar bekliyor.
ŞEHİR MERKEZİNDEKİ ÇÖPLÜK
Yukarıda, dağların olduğu bir yeri gösteriyor Orhan Özvan, “Bu gördüğün su işte ta oradan geliyor” diyor. Su, upuzun bir kanalın içine hapsedilmiş gibi geliyor bana. Kanalın duvarlarından suya doğru uzanan beton borular görünüyor. Su, kanalın içinde yeşermiş yabani otların ve çöplerin arasından akıyor. Evet, çöplerin arasından kendine yol açarak usulca akıyor su.
Özvan, “Kokuyu duyuyor musun?” diye soruyor. Koku duyulmayacak gibi değil ki. “Bu kanalın çevresindeki esnafın çöpleri ve atıkları bu suya akıtılıyor. İstersen gösterebilirim, bazı tuvaletlerin pisliği doğrudan bu kanala akıyor.”
Bir ara bir sivrisinek bulutunun içinde kalıyorum. “Bu sinekleri işte bu çöp üretiyor” dedi Özvan. Bu upuzun kanal lağımı, çöpleri, her türlü atığı toplayarak göle ulaşıyor. Özvan’ın dediğine göre lağım suyu arıtılmadan göl sularına karışıyor. Bir arıtma tesisi var göl kıyısında ama bunun doğru dürüst çalıştığından emin değil Özvan. Göl kenarında, “Suyun rengine bak” demişti, “Su pırıl pırıldı eskiden, şimdi bak, rengi değişmiş suyun.” Göldeki çöpleri de göstermişti ve “Göle Vanlılar girmiyor yüzmek için çünkü suyun kirlendiğini biliyorlar. Daha çok dışarıdan gelen insanlar girip yüzüyor” demişti.
Gevaş’ın içinden geçen su kanalı daha ilk bakışta hastalığa neden olabileceği izlenimi veriyor. Ne belediye ne de başka bir kurum ilgilenmiyor ya da bir süre sonra ilgilenmekten vazgeçmişler. Bana öyle geliyor ki Gevaşlılar da kurumların rehavetine kaptırmışlar kendilerini. Kanalın hastalığa neden olabileceğinden, kanalda akan suyun gölü kirlettiğinden bihaber gibi davranıyorlar.
Gevaş’ın içinden geçip göle ulaşan suyun arıtıldığından ise kimse emin değil. Rivayet o ki depremden sonra TOKİ tarafından yapılan evlerin evsel atıkları da hiçbir arıtma işlemi görmeden göle akıyor.
Arıtma tesisinin olduğu bölgedeki arsayı, göl kıyısında olmasına rağmen ucuza sattıklarını söylüyor Özvan. “Ucuza sattık çünkü oradaki koku nedeniyle kimse almak istemiyordu.”
Arıtma tesisinin civarı bu denli kokmalı mı, bilmiyorum.
CİNAYET YOLU
Kanaldan ayrılıp çok güzel, upuzun bir yola çıkıyoruz. Ağaçların arasından uzayıp giden yol, hiç kıvrıntısız göle çıkıyor. Bu yolu sevdiğini söylüyor Özvan. Ama bir derdi var yolla ilgili: “Bu yolda kimi sürücüler 150 km hızla kullanıyorlar araçlarını. Arabaların altında ezilmiş onlarca kedi, köpek, tavuk gibi hayvanların leşini kendim toplamışımdır bu yoldan. Hayvanlara yazık değil mi? Ayrıca bu kadar hızlı giden araçlar insanlara da çarpabilir.”
Orhan Özvan, gölün kirliliği gibi yolda öldürülen hayvanları da dert etmiş kendine. Gevaş Belediyesi’ne gitmiş bir hal çaresi bulsunlar diye. Belediyedeki yetkililer, Özvan’ın hassasiyetine bir anlam verememiş olsalar da “Biz bir şey yapamayız, Kara Yolları’na git” demişler. Kara Yolları’na gitmiş Özvan, buradan da Büyükşehir Belediyesi’ne yönlendirmişler onu.
Sonunda Büyükşehir Belediyesi’nde kendisini dinleyen birilerini bulmuş Özvan. “Tamam” demişler, “İlgileneceğiz.” Özvan, “Şimdi ilgilenmelerini bekliyoruz. Ne zaman gelecekler, yolda nasıl bir düzenleme yapacaklar bilmiyoruz. Onlar gelinceye kadar kaç hayvan daha ölecek bu yolda, onu da bilmiyoruz” diyor.
Gevaş’a gelirken yola yakın dağların arasından bir duman yükseliyordu. Orhan Özvan, “Gevaş’ın çöpleri buraya atılıyor” demişti. Bazen bir rüzgar çıkar, göle doğru eser. İşte o zaman kağıtlar, poşetler ve daha bir sürü şey göle dolar, gölün üstünde çöp birikir.”
Dönüş yolunda rüzgarın yön değiştirdiğini, çöplükteki dumanı önüne katarak göle doğru sürüklediğini görüyoruz. “Çöplüğün yerini değiştireceklerdi ama ne oldu o proje, bilmiyoruz” diyor Orhan Özvan. Belediye başkanı ve diğer yetkililer çöplüğün göle kirlettiğini mutlaka görüyorlardır. Eğer varsa gölü kirlilikten kurtarmak gibi bir niyetleri, atacakları ilk adımlardan bir çöplüğün yerini değiştirmek olmalı.
GEVAŞ EN GÜZEL İLÇELERDEN BİRİ
Gevaş, Türkiye’deki en yeşil, en güzel ilçelerinden biridir. Artos dağının eteklerinde kurulmuş şehir, bir ormanın içindedir. Tek katlı, çatılı evlerin geniş bahçeleri var. Gevaş’a yakışmayan ve güzelliğini gölgeleyen tek şey, ortasından akan suyun görüntüsüdür.
Ancak öyle anlaşılıyor ki çok katlı bina merakı buraya da ulaşmış. Tek katlı evlerin arasından sivriliveren blok halindeki birkaç apartman, en az içinden akan su kadar gölgeliyor Gevaş’ın güzelliğini. Hani sahiden de akıl alır gibi değil, insan neden bahçeli evinden çıkıp bir apartman dairesinde yaşamak ister ki.
Sonra Gevaş’a dışarıdan gelen memurların burada oturuyor olabileceği geliyor aklıma. Bu düşünce endişemi biraz yatıştırır gibi oluyor. Ama hemen ardından doğaya düşkün insanların da vahşi kapitalizmin saldırısından payına düşeni alabileceği geliyor aklıma. Daha çok ve daha kolay para kazanmak için ağaçların kesilip yerine apartmanların dikildiğini düşünmek bile ürkütücü.