Trabzon'un Çaykara ve Uzungöl ilçelerinden 1965'te yaşanan sel felaketinin ardından 460 kişi Van'ın Özalp ilçesine göç ettirildi. Sıfırından yapılan Dönerdere Köyü'ye 75, Emek Köyü'ne 85 aile akrabalık bağına göre yerleştirildi. Sıfırdan yapılan köylerde Karadenizli aileler için birer ev, ahır ve samanlık yapıldı. Bu iki köyün yakınında Kürtçe isimleriyle Girêdil (Eski Dönerdere) ve Tilorak ismiyle (Eski Emek) Kürtlerin yaşadığı köyler olsa da Karadeniz’den getirilen ailelere 150 ile 250 dönüm arasında arazi tahsis edildi.
Trabzon’da 1965'te yaşanan sel felaketinin ardından Van’ın Özalp ilçesine yerleştirilen Karadenizler, göç hikayelerini ve yaşamlarını Artı Gerçek'ten Şenol Bali'ye anlattı.
KARADENİZLİ AİLELERİN BİR KISMI GERİ DÖNDÜ
Evlerini ve bahçelerini düzene sokan Karadenizli aileler, kendilerine verilen arazileri ekip biçmeye başladı. Ancak buğday ekmeyi bilmeyen, kar yağışını ilk kez gören Karadenizliler için ilk yıllar oldukça zor geçti. Resmî törenle Van'a getirilen ailelerin bir kısmı birkaç yıl sonra memleketlerine geri döndü.
FINDIK YETİŞTİRMEYİ İHMAL ETMEDİLER
Van'ın Özalp ilçesinin güneyindeki Emek Köyü ve doğusundaki Dönerdere Köyü imar çalışmaları, yolları ve yerleşim düzeni ile çevre köylerden epeyce ilerde. Köyleri diğer köylerden ayıran bir başka özellikler ise yeşillik, bağlar, bostan ve kooperatif.
Aradan geçen 58 yılda buğday ekmeyi, tezek yapmayı ve küçükbaş hayvan bakmayı öğrenen Karadenizliler, lahana ekmeyi, köyü yeşillendirmeyi de ihmal etmemiş. Her evin önünde çeşitli ürünlerin yetiştirildiği bahçeler görmek mümkün. Bu ürünler arasında fındık ve mısır gibi Karadeniz ile özdeşleşen ürünler de var. Karadenizliler, bunun sırrını verdikleri emekle açıklıyor.
PEYNİRLERİ MARKA OLDU
Emek verdikleri bir başka şey ise mandıra ve değirmen. Tüm köylünün ortak olduğu kooperatif üzerinden yoğurt, kaşar ve peynir gibi ürünler üretilerek ihraç ediyorlar. Hatta Dönerdere Yoğurt adında bir de markaları var. Değirmende buğdaylarını ücretsiz öğüten köylüler ihtiyaç fazlasını kooperatif aracılığıyla satıyor. Evlerinin çatısına kurdukları güneş enerjisi panelleri ile elektrik üretenler de var.
GENÇLER GÖÇ EDİYOR
Ancak tüm bunlara rağmen köyler, uzun zamandır göç veriyor. İki köyde de genç görmek neredeyse imkânsız. Sadece yaşlıların kaldığı köyde gençler ya okumak ya da çalışmak üzere batı kentlerine göç etmiş. Göç edenlerin, köy ile olan bağı kopmamış. Yılda en az bir defa köylerini ziyaret ediyorlar.
'ASİMİLASYON, YENİ BİR IRK, ÖRNEK VATANDAŞ YARATMA GİBİ NEDENLERİ VARDI'
Karadenizlilerin Van’a getirilmesi, Trabzon’da yaşanan sel felaketi ile ilişkilendiriliyor. Ancak köylülerden Nihat Özbay, farklı düşünüyor:
"Geliş sebebiyle ilgili sel felaketi söyleniyor ama bunun bir kanıtı yok. Yeni bir ırk yaratma, asimilasyon, örnek vatandaş yaratma gibi nedenler vardı. Sel, dördüncü gerekçeydi. Gelen insanlara siz selden zarar gördünüz imajı verilmeye çalışıldı. Getirildikten sonra dönen aileler oldu. Bu yüzden sel gerekçesi bir senaryo bana göre. Ferit Melen’in kaynaştırma projesi. Getirildikleri esnada ilçe merkezinde bir tören düzenlendi. Herkes askeri nizamda. Yetkililer, göçmenlere 'Bunlara Kürt demeyin' diyordu, 'Onlar da sizlere Karadenizli demeyecek. Siz buraya örnek olarak getirildiniz. Siz burada linyit yakıp onlara linyit yakmayı öğreteceksiniz. Onlardan da tezek yapmayı öğreneceksiniz' diye konuşuyordu. 1964 yılında Milliyet Gazetesi’nde geçiyor bu.”
'NE LAZ OLABİLİYORLAR NE KÜRT'
"Peki bu proje başarılı oldu mu?" sorumuza Özbay, şu yanıtı veriyor:
"Bugüne kadar Lazlardan Kürtlere 30, Kürtlerden Lazlara gelen 40’a yakın gelin var. Bu anne babaların çocuklar yeni bir ırk değil midir? Babası Kürt, annesi Laz olan bir çocuk ben Kürdüm diyor, annesi Kürt, babası Laz olan çocuk ise Lazım diyor. Oysa onlar ne Laz olabiliyorlar ne de Kürt."
'BENLİĞİMİZ ELİMİZDEN ALINDI'
Kendisi Kürt eşi Laz olan Özbay, arada kalmışlıktan söz ediyor:
"Burada Laz görülüyorum, Trabzon’da Kürt olarak görülüyorum. Karadeniz’e gittiğinde amcaoğlu sana Kürt diyor. Buraya geliyorsun tanıdıkları, komşuların sana Laz diyor. Bizim benliğimiz elimizden alındı. Ne olduğumuz belli değil. Atalarımızın topraklarında Kürt, doğduğumuz topraklarda Lazız."
'İKİ KÜLTÜRÜ BİR ARADA YAŞIYORUZ'
Çevre köylerle 'ufak tefek' olaylar dışında sorun yaşamadıklarını dile getiren Özbay, kendi kültürlerini koruduklarını, bölge kültüründen de etkilendiklerini aktarıyor:
"Biz bağından yemeyi öğrendik. Onlardan da koyunculuğu, buğday ekmeyi öğrendik. Arkamdaki bahçede 37 ayrı ürün yetiştiriyoruz. Van gibi bir yerde fındık, ceviz, mısır, kara lahana yetiştiriyoruz. Karadeniz kültürünü yayıyoruz, bununla beraber doğunun kültüre de var. İkisini bir arada yaşıyoruz."
'GİT DERSENİZ TRABZON'DA YAŞAYAMAM'
İki köyün de ekonomik nedenlerden ötürü çok göç verdiğini aktaran Özbay, "Buraya gelen ilk kuşak Trabzon, Trabzon diyordu ama sonraki kuşaklar Trabzon’u bilmiyor. Bu yüzden Van diyorlar, buranın hasretini çekiyorlar. Yaz aylarında geliyor, kışın gidiyorlar. Aynı leylekler gibi. İşlerini batıda kurmuşlar" diyor.
Trabzon'u "Atalarımızın geldiği yer" cümlesiyle anlatan Özbay, şöyle devam ediyor: "Her ne kadar burada doğduysam oradan gelen babanın evladıyım. Orayı pek bilmem ama baba vatanı. Ama git yaşa derseniz yaşayamam. Havası, insanı ve yaşam tarzı farklı. Bir kuşu kafese koyun sonra bırakın, tekrar kafese gelir. Bende bir Özalp sevdası var, Trabzon sevdası da.'
'BURASI OLMADAN DURAMIYORUM'
Kadime Baltacı, 1965'te 25 yaşında iki çocuk annesi bir genç bir kadın olarak göç etmiş Van'a. Şu sıralar Muğla-Fethiye’de yaşıyor ancak her yaz çocuklarıyla beraber Emek Köyü’ndeki evine geliyor. Baltacı, şunları anlatıyor:
“Geldik burada ağaç yok, yeşil yok. Her yer toz topraktı. O yeşil yerlerden geldik buralara. Su yoktu. Bir duvar yaptılar bizi koydular içeri. Yatak bile yoktu. O kadar çok çalıştık ki hal kalmadı bizde. Tarlada, bahçede çok çalıştık. Buraya alıştık, burası olmadan duramıyorum, çok seviyorum köyümü. Beyim de burada yatıyor. Trabzon’da evimiz de var. Bayburt’a da gidiyorum. Ziyaret için gidiyorum ama kalamıyorum orada. Buralı hissediyorum. Oraya komşu gibi gidip geliyorum. En fazla bir ay kalabilirim."
Kürt köyleriyle aralarının iyi olduğunu dile getiren Baltacı, kültürlerini koruduklarını söylüyor. Baltacı, çok istemesine rağmen hâlâ Kürtçe öğrenemediğini ekliyor konuşmasına.
'RUMCA BİLİYORUM AMA KÜRTÇEYİ ÖĞRENEMEDİM'
Göç eden kafileden hayatta kalanlardan biri de Fatma Akbaş. 78 yaşındaki Akbaş, geldikleri ilk günden bugüne kadar geçen zamanı şöyle anlatıyor:
"Mecburiyetten geldik. Gelenler olarak birbirimize sarıldık. Hükümet de tuttu elimizden. Ağaç yoktu, ev yoktu. Çalıştık, çok emek verdik. Geri dönenler oldu ama biz burada kaldık. Trabzon’u özlüyorum ama ne yaparsın. Oraya gittiğimde de burayı özlüyorum. Trabzonluyum ama kültürümüze devam ediyoruz. Çevre köylerle de aramız iyi, razıyız onlardan. Akraba olduk, kız alıp verdik. Kürtçeyi çok öğrenemedik ama gençler öğrenmiş. Rumca biliyorum, çocuklar da biliyor. Dünya bu kadar işte. İçecek suyumuz vardı demek ki geldik buralara."
'İNSANLAR HAYVANCILIK VE TARIMI BIRAKTI'
Dönerdere Köyü’nde tüm köylünün ortak olduğu kooperatife süt ürünleri üretiliyor ve satılıyor. Günlük 500 bin ton süt işletebilen kooperatifin geliri ise köylüye dağıtılıyor. Köylüler, ortak bir değirmen de kurmuş. Göç sırasında ilk okul öğrencisi olan ve hem kooperatifte hem de değirmende büyük emekleri olan İsmail Genel, bu deneyimi şu sözlerle anlatıyor:
“1966 yılında kooperatif kurduk. Şu an yoğurt, tereyağı, kaşar gibi süt ürünleri üretiyoruz. Ama yeterli hammadde yok. İnsanlar hayvancılık ve tarımı bıraktı. Binlerce hayvan varken şu an 100 sığır kalmış durumda. Koyunlardan kala kala 250 tane kaldı. Gençler de kalmıyor. İş kuran gidiyor."
Bu iki köyün okuma oranı da oldukça yüksek. İsmail Genel, köylülerin tamamının çocuklarını okuttuğunu ve her evde en az bir kamu çalışanı olduğu söylüyor.
'SENDEN DAHA KÜRDÜM'
İsmail Genel, arada kaldıklarından söz ediyor:
"Oraya gittiğimizde Kürtler geldi diyorlar. Burada da Laz falan diyorlar. Bize bu kelimeyi kullanmayın diyoruz. 60 senedir buradayız. Senden daha Kürdüm. Buranın geleneklerini kültürünü öğrendik. Ayrıştırmayı kabul etmiyoruz."
'ASIL MEMLEKETİMİZ BURASI'
Rıfat Baltacı ise köyde doğup büyüyenlerden. 25 sene önce Fethiye’ye taşınan Baltacı, Van ile bağını koparmamış ve her yıl düzenli olarak ziyaret ediyor.
Baltacı, “Burası doğup büyüdüğümüz yer. Asıl memleketimiz, ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz yer burası. Burayı özlüyoruz. Yatırım da yapıyoruz. Devletin yaptığı kerpiç evleri yeniliyoruz. Hayvancılık ve ziraat var. Hayvancılık azaldı çünkü yeni nesil terk etti. Devlet de destek veriyor. Verdiği mazot ve gübre destekleriyle insanlar için tarım daha cazip geliyor" diyor.
'HORON DA TEPERİZ HALAY DA ÇEKERİZ'
Karadeniz kültürünü de koruduklarını söyleyen Baltacı, şöyle diyor:
"Kodlarımız hiç değişmedi. Yemek kültürümüz, taziye ve düğünlerimiz hâlâ aynı. Hâlâ mısır ekmeği yaparız mesela. Kara lahana ekeriz, mısır ve fasulye gibi yemekler yaparız. Doğunun da yemekleri de güzel ama mutfağımızı koruyabildik. Kız aldık verdik ama kültürel geçiş olmadı. Herkes kültürünü korudu. Düğünlerimizde horon teperiz ama arada halay da çekeriz."
'RUMCAYI ANLARIZ AMA FAZLA KONUŞAMIYORUZ'
Anadili Rumcayı anladığını ama konuşamadığını söyleyen Baltacı, küçük yaşlardan beri az da olsa Kürtçe öğrendiğini anlatıyor:
"Eskiden civar köylerde okul yoktu ve bizim köydeki okula gelirlerdi. Kürtçeyi biraz onlardan öğrendik. Onlar da bizi taklit ederek Karadeniz ağzı konuşurlardı. Hal hatır soracak kadar Kürtçe biliyorum. (Navê te çi ye / Adın ne?/ Tu Kurmancî zanî?/ Kürtçe biliyor musun?/ Xulamê te me/ Hizmetkârınım senin) gibi cümleleri biliyorum. Rumcayı da büyükler konuşuyor. Biz anlarız ama çok fazla konuşamıyoruz."
Artı Gerçek/ Şenol Bali