Kürtçe Beni Öldürdün ne demek? Öldürdün Beni Kürtçe anlamı nedir? Kürtçe Beni Öldürdün ne demek? Öldürdün Beni Kürtçe anlamı nedir?
  • 1 ez ………. ben.
  • 2 roj ……… gün, gündüz.
  • 3 jiyan ….. yaşayış.
  • 4 heval ….. eş, yandaşı, arkadaş, refakatçi.
  • 5 delal …… sevgili, aziz.
  • 6 te ………. 1.seni. 2.sana.
  • 7 rojda ….. gün verdi.
  • 8 ji ……….. den, dan.
  • 9 tu ………. 1.sen. 2.hiç.
  • 10 zilan …… sert rüzgar, fırtına.
  • 11 min …….. ben, benim.
  • 13 baran ….. yağış, yağmur.
  • 14 ser ……… 1.baş, kelle. 2.üst.
  • 15 welat ….. ülke, memleket, vatan, yurt.
  • 16 be ………. olsun.
  • 18 azad ……. özgür, hür.
  • 19 kir ………. kısa kulaklı hayvan.
  • 20 ker ……… 1.eşek. 2.sağır.
  • 21 çiya …….. dağ.
  • 22 hejar …… fakir, sefil, yoksul.
  • 23 zozan ….. yayla.
  • 24 gel ……… halk, cumhur.
  • 25 hez …….. haz, sevgi.
  • 26 pir ………. 1.çok, fazla. 2.köprü.
  • 27 dil ………. gönül, kalp, yürek.
  • 28 dar ……… 1.sonektir. veren, emreden, hükmeden anlamına gelir, fermandar (buyuran gibî). 2.meyve isimlerine göre ağaçları isimlendirir. 3.idam sehpası. 4.ağaç, odun.
  • 29 baş ……… iyi, güzel, hoş.
  • 30 nan …….. ekmek.
  • 31 jin ………. kadın, zevce.
  • 32 bir ………… nitelik eki. 1.ile 2.fiillerin emir hali ve gelecek zaman hallerini sağlar, dilek ve istek kiplerinde yardımcı olur, Türkçe’de e, a eki alan fiillerin yerine geçer, kelimelerin öneki olarak yeni kelimeler oluşturur.
  • 33 zelal …… arı, duru, berrak, saydam.
  • 34 şev …….. gece.
  • 35 zer ……… sarı.
  • 36 sor …….. 1.al, kırmızı. 2.kızarmış, kızışmış.
  • 37 gule ……. mermi, kurşun.
  • 38 here ……. git.
  • 39 nabe …… olmaz.
  • 40 şivan ….. çoban.
  • 41 her …….. her.
  • 42 berxwedan direnç, direniş, mukavemet, direnmek, dayanmak.
  • 43 na ……… 1.hayır. 2.olumsuzluk öneki.
  • 44 Amed ….. Diyarbakır.
  • 45 agire …… frengi.
  • 46 çav …….. göz.
  • 47 ciwan ….. genç.
  • 48 av ………. su.
  • 49 bawer ….. inanan, güvenen.
  • 50 agir …….. ateş.
  • 51 şoreş …… devrim, ihtilâl.
  • 52 xwe …….. kendi, kendisi.
  • 53 ne ………. 1.değil. 2.ne.
  • 54 ber ……… 1.en, ön, 2.döl, verim, mahsul, 3.meme, 4.taş.
  • 55 em ……… biz.
  • 56 me ……… biz.
  • 57 jan ……… ağrı, sancı, sızı.
  • 58 ev ………. bu.
  • 59 şiyar …… ayık, uyanık.
  • 60 li ……….. 1.-de, -da içinde. 2.isme a, e, ı, i halini verir.
  • 61 yek ……. bir, tek.
  • 62 rojing …. damda açılan havalandırma ve güneş ışınlarının içeri girmesi için delik.
  • 63 xezal ….. ceylan.
  • 64 gelek ….. bir hayli, çok, epey(ce).
  • 65 çi ………. ne?
  • 66 asmin …. ufuk.
  • 67 adar …… Mart ayı.
  • 68 ben ……. 1.ip. 2.çitlembik ağacı.
  • 69 rojbaş … günaydın! iyi günler!
  • 70 da ……… 1.önek olarak kelimeye alçaltıcı, indirici anlamını verir. 2.sıfat eki olarak, “de”,”da”, “den”, “dan” anlamını verir. 3.”dan” fiilinin dili geçmiş zamanı. 4.anne.
  • 71 dotmam . amca kızı.
  • 72 reş …….. kara, siyah.
  • 73 mal ……. 1.mal, . 2.mesken.
  • 74 nav ……. 1.ad, isim. 2.nam, san. 3.ara, vasat. 4.iç.
  • 75 gul …….. gül.
  • 76 kirin …… koymak, “jê” önekiyle (jêkirin) 1.fiil, eylem, yapmak, etmek. 2.kesmek, koparmak, “lê” önekiyle (lêkirin) üstüne dökmek, döktürmek.
  • 77 berf ……. kar.
  • 78 mircan … mercan.
  • 79 çawa …… nasıl?
  • 80 viyan …… istek, irade.
  • 81 doz ……… 1.dava, iddia. 2.ülkü, mefkure. 3.tez.
  • 82 zinar ……. kaya.
  • 83 bir ……….. 1.bölüm. 2.koyun ve keçi sürüsü.
  • 84 helbest … şiir.
  • 85 merd …… mert.
  • 86 se ……….. it, köpek.
  • 87 kendal …. yamaç, yar.
  • 88 diyar ……. 1.açık, belli, bariz, belirli. 2.ülke, memleket. 3.görünür.
  • 89 we ………. siz, sizin.
  • 90 ew ………. o, şu.
  • 91 dayende .. veren, verici.
  • 92 dem …….. 1.an, zaman, esna, çağ, dönem, lahza, müddet, süre, mühlet, vakit. 2.dem, kıvamına gelmek.
  • 93 ro ……….. gün, gündüz.
  • 94 can ……… can.
  • 95 du ……….. iki.
  • 96 kevok ….. güvercin.
  • 97 bo ………. için.
  • 98 deng …… 1.ses, seda. 2.oy, rey. 3.denk, eşit, eşdeğer, muadil.
  • 99 Gulan ….. Mayıs ayı.
  • 100 dest ….. el.
  • A’dan Z’ye kürtçe kelimeler ve türkçe anlamları
  • Kürtçe kelimeler ve anlamları
  • A, a a 1. Kürt alfabesinin ilk harfi. 2. dişil cins edatı.
  • a 1. Kürt alfabesinin ilk harfi. 2. dişil cins edatı.
  • a 1. Kürt alfabesinin ilk harfi. 2. dişil cins edatı.
  • abadanî bayındırlık
  • abagine cam, billur
  • abajûr abajur
  • abal dönme
  • abor geçim, iktisad
  • aborandin geçindirmek
  • aborî ekonomi, iktisat, geçim
  • aborînas ekonomist, iktisatçı
  • aborzan ekonomist, iktisatçı
  • adanlêbûn bereketlenmek
  • adar Mart ayı
  • ade şirret, şırnaşık, ısırgan böcekler
  • adeb iltihap
  • adebûn şırnaşmak
  • adekirin yabancı otlardan temizlemek
  • adem Adam
  • adet adet, töre
  • adetî normal, töreye uygun
  • adû ısırgan böcekler
  • afat afet
  • aferîde canlı, yaratık.
  • aferîn aferin, varol
  • aferînek karakter
  • afir yalak, hayvan yemeği.
  • afirande eser, yapıt
  • afirandin yaratmak, meydana getirmek, türetmek
  • afirandinêr yaradılış
  • afirîn meydana gelmek, oluşmak.
  • afirîndêr türetici, yaratıcı
  • afirîner yaratıcı
  • afîş afiş
  • agah haber, duyum
  • agahdar haberdar, bilgi sahibi, bilgili
  • agahdarbûn bilgilenmek, haberdar olmak
  • agahdarî bilgi, malumat; duyuru ilan
  • agahdarkirin bilgilendirmek, haberdar etmek, bildirmek, haber vermek
  • agahî enformasyonel bilgi, malumat, bilgi
  • agihandin haber vermek, bildirmek
  • agir ateş
  • agirbaz ateş canbazı
  • agirber ateşli silah
  • agirberdan ateşe vermek, ateşlemek
  • agirbest ateşkes
  • agirbest ragihandin ateşkes ilan etmek
  • agirbir ateş düşürücü
  • agirçav atak
  • agirdank ateşlik
  • agirdaran ateş yakmak
  • agirgeh ateşin yakıldığı yer
  • agirgirtin ateş almak, ateşlenmak
  • agirhilkirin ateş yakmak
  • agirkirin ateş etmek, ateş yakmak
  • agirkuj itfayeci
  • agirnak yakıcı, ateş gibi, ateşli, ateş rengi
  • agirparêz ateşe tapan
  • agirparêzî ateşe tapmak
  • agirten ateşçi
  • agirvêxistin ateş yakmak
  • agirxweş sempatik
  • ah ah, ilenç
  • aheng ahenk, ritim, uyum, mutabakat
  • ahengdar uyumlu, ritimli
  • aj filiz, sürgün
  • ajal 1. sürü, küme, gurub, zümre. 2. hayvan.
  • ajan casus, ajan
  • ajda filiz
  • ajdan filizlenmek
  • ajênta acenta
  • ajinîn dişleri kürdan vs. ile karıştırmak
  • ajne yüzücü
  • ajneber yüzücü
  • ajnekirin yüzmek
  • ajo güdü
  • ajodar güdümlü
  • ajotin 1. ekmek. 2. sürmek, gütmek.
  • ajotkar sürücü
  • ajovan sürücü, şoför
  • akademî akademi
  • akincih yerleşik
  • akincihbûn yerleşmek
  • akredîtîf akreditif
  • akû akü
  • al bayrak
  • alale lale
  • alandin ambalajlamak, sarmak
  • alaşkirin kiriş kaplamak
  • alav araç, alet, edevat
  • alaz niyetlenme, kastetme
  • album albüm
  • aldaxîname ihbarname
  • alerjî alerji
  • alî taraf, yön, yan, cihet, cenah, yaka
  • alif kışlık hayvan yemi
  • alîgir taraftar, yandaş, taraflı
  • alîgirtin taraf tutmak
  • alîkar yardımcı
  • alîkarîkirin yardım etmek
  • alîn birbirine geçirmek, dolamak
  • alînegir tarafsız, nesnel
  • aliqîn takılmak, asılı kalmak, birbirine dolanmak
  • alîsor armut
  • alistin yalamak
  • alkol alkol
  • almas elmas
  • aloq bademcik
  • aloz karışık, bozuk, yoz
  • alozî kaos, karışıklık
  • altaxî ihbar, ispiyon
  • altaxîkirin ihbar etmek
  • alternatîf alternatif
  • alûbûn kamaşmak
  • alûçe can eriği
  • alûde pisliğe bulaşan
  • ambargo ambargo
  • ambûlans ambulans, cankurtaran
  • ambûr tesisat, enstrüman
  • ambûrîn alet, malzeme
  • ambûrsaz tesisatçı
  • amêjen alaşım, terkip
  • amir amir
  • amîral amiral
  • amojin amca hanımı ( karısı )
  • amojkar eğitimci, pedagog
  • amojkarî pedagoji
  • amper amper
  • ampûl ampul
  • amûr tesisat, enstrüman
  • amûrîn alet, malzeme
  • amûrsaz tesisatçı
  • an 1. ya, veya (hut), yahut. 2. yoksa. 3. çoğul eki.
  • an na yoksa
  • ananas ananas
  • anarşî anarşi
  • anatomî anatomi
  • andêr soyka
  • ango başka bir deyişle, veyahut, yani, demek ki
  • anîn getirmek
  • anînbîr anımsatmak, çağrıştırmak
  • anîs anason
  • anix anason
  • anjî yada
  • anket anket
  • anormal anormal
  • ansîklopedî ansiklopedi
  • antên anten
  • antîlop antilop
  • antrenman antrenman
  • antrenor antrenör
  • aort aort
  • ap amca
  • apandîsît apandist
  • apore şok veya paniğe kapılmış
  • aqar alan, yüz ölçümü, arazi
  • aqil akıl, us
  • aqilmend bilge, akıllı, zeki
  • ar 1. ateş. 2. ar, haya.
  • aram 1. huzurlu, dingin, sakin. 2. sabır. 3. huzur, sükunet, gönenç, istikrar.
  • arambexş huzurveren
  • arambûn huzur bulmak, sakinleşmek
  • aramdar dinlendirici, huzurverici, sakinleştirici, müsekkin
  • aramgeh 1. istirahat yeri. 2. kabir.
  • aramî huzur, istikrar
  • aramxane huzurevi
  • aran elem
  • araq rakı
  • ararot mama
  • arask donatı, teçhizat
  • arastek 1. donanım. 2. ziynet.
  • arastekirin yöneltmek
  • arastî bezenmiş, donatılmış, teçhiz edilmiş
  • arastin bezemek, donatmak, teçhiz etmek
  • arav bulaşık suyu
  • ard un
  • ardelîn un oluğu
  • ardik irmik
  • ardû (katı) yakıt
  • arena arena
  • argon ateş rengi
  • argûn ocak
  • argûşk bademcik
  • arî 1. Hint-Avrupa ‘lı. 2. kül. 3. yardım.
  • arihandin acıtmak, ağrıtmak
  • arihîn acımak, ağrımak
  • arîk tavan
  • arîkar yardımcı, asistan
  • arîkarî yardım
  • arîkarîkirin yardım etmek
  • arîkarîxwaz yardımsever
  • arîle kadın gibi (görünüşlü) erkek
  • arimîn dinlenmek
  • aring koyun ve keçilerin genel adı
  • arîperwer yardımsever
  • arîşe sorun, problem
  • arîşen manevi, maneviyat, moral
  • arîtmetîk aritmetik
  • arîxen emin
  • arîxenbûn emin olmak
  • arizîkirin özelleştirmek
  • arkolk maşa
  • arkork fırın küreği
  • armanc amaç, hedef, gaye, erek
  • armûş üzüm posası
  • arode çok gezen kadın
  • artêş ordu
  • artêşgeh ordugah
  • artêşxane ordu evi
  • arşîv arşiv
  • artîşok enginar
  • arû salatalık
  • arûng erik
  • arvan un
  • arvane dişi deve
  • arzing çırpı
  • asan kolay, basit
  • asanî kolaylık
  • asav ur
  • asayî normal, olağan
  • asê 1. asi, şaki. 2. yalçın, sarp.
  • asêbûn kapanmak, kilitlenmek, tıkanmak
  • asêgeh kale, müstahkem mevki, hisar
  • asêkirin kapatmak
  • asîd asit
  • asîman gök, gökyüzü
  • asîtan ağıl, havlu
  • ask geyik
  • aso ufuk
  • asogeh son ufuk
  • ast düzey
  • asteng engel, güçlük
  • astrolojî astroloji. bakınız “stêrnasî”
  • asûde sakin, dingin
  • asûk alışveriş malzemesi
  • aş değirmen; yemek
  • aşbûn yatışmak, teskin olmak
  • aşêf yabani otları ayıklama
  • aşêf kirin yabani otları ayıklamak
  • aşik mide
  • aşît çığ
  • aşîtî barış
  • aşîtîperwer barış sever
  • aşîtîxwaz barış sever
  • aşkirin yatıştırmak, teskin etmek
  • aşopî hayali
  • aşpêj aşçı
  • aşûjin iplik
  • aşvan değirmenci
  • aşxane lokanta
  • atmosfer atmosfer. ( bakınız seqa)
  • av su
  • ava mend durgun, kirli su
  • ava tezî soğuk su
  • avabûn güneş, yıldız vb. nin batması
  • avadan bayındır, mahmur
  • avahî bina, yapı
  • avakar kurucu
  • avakirin kurmak, inşa etmek, oluşturmak
  • avan yardakçı
  • avasazî mimari
  • avdan sulamak
  • avdestxane tuvalet
  • avdonk et suyu
  • avêtin atmak, fırlatmak
  • avêtin ser cihkî bir yeri basmak
  • avêtina ber hev atışmak
  • avgîz su biriken yer
  • avî sulak
  • avîje temiz
  • avik sperm, meni
  • avis hayvanların döl tutması
  • avisbûn döl tutmak
  • avjen yüzücü
  • avjenîkirin yüzmek
  • avrêj tuvalet
  • avrêjk pisuar
  • avşile pekmez
  • avzêm baharda oluşan geçici pınar
  • avzêr yaldız
  • avzêrkirin yaldızlamak
  • awa biçim, şekil, tarz
  • awan fesad, fitneci
  • awar helva
  • awarte istisna, olağanüstü
  • awat umut, istek, iştiya
  • awaz ezgi, melodi
  • awêne ayna; açık, belli
  • awir sert bakış
  • awirvedan ters ters bakmak
  • ax toprak
  • axaftin konuşma, konuşmak
  • axîn sızlama, ah çekme
  • axînkişandin ah çekmek
  • axivîn depreşmek, yaranın azması veya yeniden kanaması
  • axûr ahır
  • aya acaba
  • ayende gelecek
  • ayisandin tutuşturmak
  • ayîsîn tutuşmak
  • aza özgür, bağımsız, gözüpek
  • azad özgür, hür
  • azadî özgürlük
  • azadîxwaz özgürlükçü
  • azib bekar
  • azîne yöntem, metod
  • Cevap: Kürtçe kelimelerin yazılışları ve Türkçe anlamları nasıl?

  • Desert Rose
  • B
  • ba rüzgar; romatizma; yan, yanında
  • ba hatin rüzgar esmek
  • babet konu; tür, cins
  • bablîsok hortum
  • bac vergi
  • bacana reş patlıcan
  • bacana sor domates
  • baçemok yarasa
  • bacên neyekser dolaylı vergiler
  • bacên yekser dolaysız vergiler
  • baçık sigara
  • badan bükmek, kıvırmak
  • badek sarmaşık; (arabaların direksiyonu)
  • badîn kadeh
  • bafirok uçurtma
  • bager kasırga
  • bahor nezle
  • bahorî nezle olan kişi
  • bahoz fırtına
  • bajar şehir, kent
  • bajarî şehirli, kentli
  • bajarîbûn kentlileşme
  • bajarok ilçe
  • bajarsazî şehir planlamacılığı
  • bajen yelpaze
  • bakir guguk kuşu
  • bakur kuzey
  • bal dikkat, ilgi. “Bala xwe dayîn.” dikkat etmek, yoğunlaşmak.
  • balaban afacan
  • balafir uçak
  • balafirkişên uçaksavar
  • baldar dikkatli
  • bale ebleh, alık
  • balexane gökdelen
  • balgeh yastık
  • balîf yastık
  • balinde kartal, şahin vb. kuşlar
  • balkêş ilginç, enteresan
  • balkêşname ihtarname
  • balkişandin dikkat çekmek, vugulamak
  • balûle dürüm
  • balûr nasır
  • banî yukarı, damın üstü
  • banîje çatı katı
  • banîn alışmak, uyum sağlamak
  • bapêç karla karışık rüzgar
  • bapêş nezle
  • bapîr büyük baba, dede
  • bar yük; sorumluluk
  • baran yağmur
  • barandin yağdırmak
  • baranî yağmurluk
  • bare konu, mevzu
  • baregeh üs, kamp
  • bareş doğu rüzgarı, karayel
  • barîdox durum, vaziyet
  • barîn yağmak, yağış
  • barkêş nakliyeci
  • barkirin yüklemek, taşınmak
  • barname irsaliye
  • bask kol, kanat
  • baş iyi, güzel
  • başebaş doğru dürüst, tam olarak
  • başî iyilik
  • başok akmaca, doğan
  • başûr güney
  • bav baba
  • bavmarî üvey baba
  • bawer inanan
  • bawerî inanç
  • bawerîpêanîn güvenmek, inanmak
  • bawerkirin inanmak, güvenmek
  • bawermend inanan, mümin
  • baweşandin yelpazelemek
  • baweşînk yelpaze
  • bawî romatizmalı
  • bawîşk esnemek
  • bayê weşt keşişleme
  • baz şahin
  • bazbend kolluk; kola bağlanan muska
  • bazdan koşmak, atlamak
  • bazin bilezik
  • bazirgan tüccar
  • bazirganî ticaret
  • bê 1. önek. 2. sözcüklere siz, sız ve suz eki.
  • bê alî tarafsız, nesnel
  • bê semt ihtiyatsız
  • bê şik kuşkusuz
  • bêaheng uyumsuz, ritimsiz
  • bêar arsız, hayasız
  • bêaram huzursuz, istikrarsız
  • bêbav babsız, mec. kalleş, güvenilmez
  • bêbext kalleş, arkadan vuran.
  • bêbextîkirin kalleşlik yapmak
  • bêbingeh asılsız, temelsiz
  • bêbinî dibsiz, asılsız, yersiz
  • bed kötü, çirkin
  • bêdawî sonsuz, ebedi
  • bedbext talihsiz, mutsuz
  • bedbîn kötümser
  • bedew güzel, yakışıklı
  • bedewî güzellik
  • bedgeh çıkıntı
  • bedil takım elbise
  • bêdil gönülsüz, isteksiz
  • bêg piyon
  • bêgane yabancı
  • bêgav çaresiz, imkanı olmayan
  • bêgavî mecburiyet, imkansızlık
  • bêguman kuşkusuz, elbette, tabiki, şüphesiz
  • bêhawe sağı solu belli olmayan, tutarsız
  • bêhemdî gayri iradi, istemdışı, istemeyerek olan bir şey.
  • bêhempa eşsiz, emsalsiz
  • behicandin sinirlendirmek, kahretmek, öfkelendirmek; boğulmak
  • behicîn kahrolmak, öfkelenmek
  • bêhiş 1. akılsız, şuuru yerinde olmayan. 2. bayılan, bayılgan
  • bêhişbûn bayılmak
  • bêhişketin bayilmak
  • bêhişkirin bayıltmak
  • behîv badem
  • bêhn koku, nefes, soluk. “bêhna xwe berdan” dinlenmek, soluk almak.
  • bêhndar kokulu
  • bêhnfireh sabırlı, tahammül sahibi
  • bêhnlêçikandin nefesini kesmek, güç duruma düşürmek
  • bêhnlêçikîn nefesin daralması
  • bêhnok virgül
  • bêhnpêketin kokuşmak
  • bêhntengbûn sıkılmak, daralmak
  • bêhntengî can sıkıntısı, sabırsızlık
  • behr deniz
  • behreme matkap
  • behremend yetenekli
  • behremendî kabiliyet, yetenek
  • behskirin sözetmek
  • bêhtir daha çok, daha fazla
  • bêhtir pêr üç gün önce
  • bêhtir pêrar üç yıl önce
  • bej kara
  • bêjandin elemek
  • bêje 1. kelime sözcük. 2. Söyle!.
  • bêjer söyleyen
  • bejî karasal
  • bêjî piç
  • bêjing elek, kalbur
  • bêjingkirin elemek
  • bejn boy
  • bejn û bal boy pos, endam
  • bêkar işsiz
  • bêkêr gereksiz, işe yaramaz, işlevsiz
  • bêkes kimsesiz, öksüz
  • bel dik (göz veya kulak)
  • belalûk vişne
  • belam fakat, ama
  • belavkar dağıtımcı
  • belavkirin dağıtmak
  • belavok elle dağıtılan bildiri
  • belawela darmadağınık
  • belawelabûn darmadağınık olmak
  • belawelakirin darmadağınık etmek
  • belbelîtanik kelebek
  • belê evet, okey
  • beledî şimşek
  • belek alaca, siyah beyaz
  • belengaz fakir, sefil, zavallı
  • bêlête halay
  • belgefîlm belgesel
  • belgename belge
  • belq belirgin, çarpıcı, pırtlak
  • belqitandin gebertmek, zıbartmak
  • belqitîn gebertmek, zıbarmak
  • belqityo! geberesice!
  • belweşîn cüzzam
  • bêmêjî beyinsiz, ahmak
  • ben ip
  • bêpar yoksun, mahrum. “bêpar man” yoksun kalmak.
  • bêpayan eşsiz, paha biçilmez
  • beq kurbağa
  • ber 1. ön, öntaraf. 2. taş. 3. meme. 4. ürün, verim. 5. döl.
  • bêr kürek
  • beramber karşı, karkşılık, eşit, denk
  • beran koç
  • beranberdan koçbırakımı
  • berate leş
  • berav çamaşır yıkama günü
  • beravêtin hayvanlarda düşük
  • beraz domuz
  • beraze değirmen taşının altındaki pervaneler
  • berbajar varoş, baliyö
  • berban balkon
  • berbang şafak, tan
  • berbejn boyuna takılan muska
  • berber karşıt, rakip
  • berberî hasımlık, düşmanlık
  • berbiçav somut
  • berbisk saç tokası
  • berbûk geline eşlik eden kadınlar
  • berçavk gözlük
  • berçavkfiroş gözlükçü
  • berdan bırakmak, terketmek, vazgeçmek
  • berdar verimli, bereketli; yetişkin, ergen
  • berdêl bedel, karşılık
  • berdêlkirin takas etmek
  • berdewam devamlı, sürekli; devam
  • berdewamkirin sürdürmek, devam etmek
  • berdil sevgili, aziz; kolye
  • berdîwar kimsesiz, öksüz
  • bere cephe
  • bêrê usulsuz, yolsuz
  • berê xwe dan bakmak, yönelmek
  • beredayî başıboş, fuzuli, kişiliksiz, işe yaramaz
  • berendam aday
  • berendamî adaylık
  • berespî kireç taşı
  • bêrêtî yolsuzluk, usülsüzlük
  • berevajî tersyüz
  • berevajîkirin tersyüz etmek, çarpıtmak
  • berevan savunmacı
  • berevanî savunma
  • berêvar ikindi, akşam üzeri
  • bêrewişt ahlaksız, karektersiz
  • berf kar
  • berfedîn erimekte olan kar kümeleri
  • berfemot kar-pekmez karışımı tatlı
  • berfende çığ
  • berfîn kardelen çiçeği
  • berfireh geniş, ayrıntılı
  • berfmalk kar küreği
  • berfşo karla karışık yağmur, sulusepken
  • berg kitap, dergi vb. kapağı
  • bergeh manzara, görünüm, kapsam
  • bergîn ciltli kitap
  • bergirî önlem, tedbir
  • bergirtin döl tutmtak, gebe kalmak
  • berguhk kulaklık
  • berhem eser
  • berhevkar derlemeci, toplayan (toplayıcı)
  • berhevkirin toplamak, derlemek
  • berhevok derleme, antoloji
  • berhewa anlamsız, boş
  • berî ova, düzlük
  • bêrî 1. masum, günahsız. 2. sürünün sağıldığı yer.
  • berî zayîne milattan önce
  • berik 1. çakıl. 2. mermi.
  • bêrik toz veya kül küreği
  • bêrîvan süt sağmaya giden kadın.
  • berjêr aşağı doğru
  • berjewendî çıkar
  • berjewendîperest çıkarcı
  • berjor yukarı doğru
  • berk havuz
  • berkanî sapan
  • berkeftî değerli, sevgili, muhterem
  • berkeş tepsi
  • berkêşan üretmek
  • berkêşk çekmece
  • berkeşok küçük tepsi
  • berkurk kursak
  • bermal ev hanımı
  • bermayî artık, geride kalan
  • bernac kurnaz, uyanık
  • bername program
  • bernav ön ad, göbek adı
  • beroj güneş gören yamaç
  • beroş tencere
  • berpal yamaç
  • berpêşkirin sunmak, takdim etmek
  • berpirs sorumlu, mesul
  • berpirsiyar sorumlu
  • berpirsiyarî sorumluluk
  • bersiv cevap, yanıt
  • bersivandin cevaplandırmak
  • berstûk yaka
  • bersûc sanık
  • bertek reaksiyon, tepki
  • bertîl rüşvet
  • berû palamût
  • bervang peştemal
  • bêrvî vana
  • bervihêr anlayışlı, kamil
  • berwar yamaç, meyil
  • berx kuzu. “Berx ê/a min!” yavrum anlamında hitap.
  • berxwedan direniş
  • berxwedêr direnişçi, direngen
  • berz yüksek, ulu
  • berze kayıp
  • berzebûn kaybolmak
  • berzekirin kaybetmek
  • berzeq müstehcen
  • berzî yükseklik
  • berzile etek
  • bes yeter
  • bêsemt ihtiyatsız
  • beser göz
  • bêserî uçsuz, başsız.
  • bêserûber düzensiz, plansız, başı bozuk.
  • bêserûbin uçsuz bucaksız.
  • besimîn gülümsemek
  • bêsinc ahlaksız, karaktersiz
  • bêsiûd şanssız, talihsiz
  • best ilham, esin
  • bestenî dondurma
  • bestîn bağlamak
  • bestir yaygı
  • bestlêrabûn ilham gelmek
  • bet toy
  • betal 1. boş gezen, işsiz. 2. geçersiz, iptal
  • betalkirin iptal etmek, geçersiz kılmak
  • betan astar
  • bêtar felaket, afet
  • bêtewş dengesiz
  • bêş halktan toplanan para
  • beşdar katılımcı
  • beşdarbûn katılmak
  • beşdarî katılım
  • beşdarîtêdekirin katılmak
  • beşervekirî yüzü gülen, yüzü ışıldayan
  • bêşik şüphesiz, elbette
  • beşişîn gülümsemek
  • betilandin yormak, yorulmak
  • betilî yorgun
  • betilîn yorulmak
  • betlane tatil, izin, dinlenme
  • bêvil burun
  • bêxem gamsız, umursamaz
  • bexişandin bağışlamak, bahşetmek
  • bext şans, talih
  • bextewar mutlu
  • bextewarî mutluluk
  • bextreş talihsiz, şanssız
  • bextvekirî şanslı, talihli
  • bey kapora
  • beyaban çöl, ıssız yer
  • beyanî sabah, sabah vakti
  • beyanîbaş günaydın
  • beybûn papatya
  • bêyom uğursuz
  • bez koşu
  • beza koşucu
  • bêzar bıkınmış, bezgin, usanmış
  • bêzarbûn bıkmak, usanmak, bezmek
  • bêzarkirin usandırmak, bezdirmek, bıktırmak.
  • bezîn koşmak
  • bêzirav ödlek, korkak.
  • bi sözcüklere ile ve cı, li, lı, ca, cu vb. ekleri katan önek.
  • bi tevayî hepsi
  • bi zanayî bilerek
  • bi bandor etkili
  • bi dîtina min bence, görüşümce
  • bi dizî gizlice
  • bi dor sırasıyla
  • bi dorvegerî sırayla
  • bi dûrketin uzaklaşmak
  • bi giştî genellikle
  • bi hêrs kızgın, sinirli
  • bi hêsanî kolaylıkla
  • bi kêr hatin işe yaramak
  • bi kinahî kisaca
  • bi taybetî özellikle
  • bi tenê yalnızca, sadece
  • bi şev geceleyin
  • bi şev û roj gece gündüz
  • bi tundî sertçe, şiddetlice
  • bi vî awayî bu şekilde, bu tarzda, böylece
  • bi vî rengî bu şekilde, bu biçimde
  • bi vî şêweyî bu şekilde, bu biçimde
  • biadan besleyici
  • bîber biber
  • bîbik göz bebeği
  • bibîranîn anmak, anımsamak
  • bibîrbirin idrar etmek, akıl erdirmek
  • bibîrxistin anımsatmak, hatırlatmak
  • bicihanîn yerine getirmek
  • bicihhiştin terk etmek
  • bicihkirin yerleştirmek
  • biçrik yağda kızartılmış ekmek
  • biçûk küçük
  • biçûkahî küçüklük, çocukluk
  • bîdar uyanık
  • bidawîbûn sonuçlanmak, bitmek
  • bidawîkirin bitirkek
  • biderengîxistin geciktirmek
  • bidil istekli, gönüllü.
  • biha 1. fiyat, pahalı. 2. kıymet, değer.
  • bihabûn pahalılaşmak
  • bihar ilkbahar
  • bihevşabûn sevişmek
  • bihêz güçlü, kuvvetli
  • bihêzbûn güçlenmek.
  • bihêzkirin güçlendirmek
  • bihîstin duymak, işitmek
  • bihîstiyar duyarlı, hassas
  • bihîstok telefon ahizesi
  • bîhok ayva
  • bihost karış
  • bihuşt cennet
  • bij iştah, imrenme
  • bîj piç
  • bijandin imrendirmek, iştahlandırmak
  • bijang kiprik
  • bijarte seçkin, elit
  • bijartin seçmek, ayıklamak
  • bijî yaşa, varol, bravo.
  • bijîn iştahı çekmek, imrendirmek
  • bijîreş başak
  • bijîşk doktor, hekim
  • bikaranîn kullanmak, işlemek
  • bikarhêner kullanıcı, operator
  • bikêr yararlı, elverişli, işlevsel.
  • bikêrhatî yararlı, elverişli, işlevsel, kullanışlı.
  • bikir 1. bir işi yapan. 2. müşteri, alıcı.
  • bikuj 1. öldüren, katil. 2. Öldür!
  • bila be! peki!, öyle olsun!
  • bilandin mırıldanmak
  • bilbil bülbül
  • bilêvkirin telafuz etmek
  • bilik çocuk penisi
  • bilind ulu, yüce, yüksek
  • bilindahî yükseklik
  • bilindbûn yükselmek
  • bilindkirin yükseltmek
  • bilûr kaval
  • bin alt, dip
  • binavêlîstin güreşmek
  • binavkirin tanımlamak, isimlendirmek
  • binavûdeng ünlü, meşhur
  • binbar yükümlülüğü alan
  • binbarî yükümlülük
  • binçavî gözaltı
  • binçavkirin gözaltına almak
  • binçeng koltuk altı
  • bindest ezilen
  • bindestî esaret, ezilmişlik
  • binefş menekşe
  • binefşî mor renk
  • bîner izleyici, seyirci
  • binesazî altyapı
  • biraşte izgara
  • biraştin pişirmek
  • biratî kardeşlik
  • birayetî kardeşlik
  • birazava sağdıç
  • birazî yeğen, erkek kardeşin çocukları
  • bîrbir yetkin, ergen, reşit, balığ
  • birçî aç
  • birçîbûn acıkmak
  • birçîtî açlık
  • bîrdozî ideolojik
  • bêtewş dengesiz
  • bêş halktan toplanan para
  • beşdar katılımcı
  • beşdarbûn katılmak
  • birek testere
  • birêketin yola koyulmak
  • birêkirin yollamak, göndermek
  • birêkûpêk düzenli, sistematik
  • bireser dilbilgisinde nesne
  • bireş yoksul
  • birêvçûn yürümek
  • birêvebirin yönetmek, idare etmek
  • birêveçûn yürümek
  • bîrewer aydın, bilinçli, yetkin
  • birêxistî örgütlü
  • birêxistinbûn örgütlenmek
  • birêxistinkirin örgütlemek
  • birêz sayın, saygıdeğer, bey
  • birin götürmek, taşımak
  • birîn 1. kesmek, biçmek. 2. yara
  • birinc pirinç
  • birîndar yaralı
  • birîndarbûn yaralanmak
  • biriqandin parlatmak
  • biriqîn parlamak
  • bîrkor unutkan
  • bîrok unutkan
  • birû kaş
  • biryar karar
  • biryardar kararlı
  • biryardarî kararlılık
  • biryarname kararname
  • biryarstandin karar almak
  • biryarwergirtin karar almak
  • biserîkirin başgöz etmek, evlendirmek
  • biserûber düzenli ve planlı
  • bisk zülüf
  • bîsk kısa an, lahza
  • bîska din biraz önce
  • bist 1. kavurma sacı. 2. şiş.
  • bîst yirmi
  • bîstekê bir saniye
  • bîşe çalılık
  • bîşeng salkım söğüt
  • bîşî orman
  • bixapîne yanıltmak
  • bixemlîne süsletir
  • bixenqîna boğdurmak
  • bixêrî şömine, baca
  • bixurîne kaşındir
  • bixwe yiyecek
  • bixwîne okutmak
  • biyanî yabancı
  • biyom uğurlu
  • bizav hareket, etkinlik, faaliyet
  • bizdandin ödünü kopartmak
  • bizdîn ödü kopmak
  • bizdonek ödlek
  • bîzdoz ideoloji
  • bizin keçi
  • bizir 1. küçük tohumlar. 2. bezir, bezir yağı
  • bizivîn hareketlenmek, kımıldamak
  • bizmar çivi
  • bizmik gem, gemcik
  • bizot kor
  • bizûz güve
  • bo nimûne örneğin, mesela
  • bobelat felaket, facia, trajedi
  • boçik 1. kuyruk. 2. izmarit.
  • boçûn görüş, düşünce
  • bone münasebet. “bi boneya…” münasebetiyle…
  • boqil baldır
  • borak adak, kurban
  • borandin 1. afetmek, mazur görmek, geçirmek. 2. geçinmek.
  • borî geçen, geçmiş
  • borîn geçmek
  • bot oluk
  • boş bol, gür, fazla, geniş (alan)
  • boşahî bolluk, gürlük
  • boyax boya
  • boyaxkar boyacı
  • boyaxkirin boyamak
  • brûsk 1. şimşek, yıldırım. 2. telgraf.
  • brûskvedan şimşek çakması
  • bû düğün
  • bûçû düğün alayı
  • buha fiyat, değer
  • buhartin geçirmek
  • buhurîn geçmek, zamanı geçmek
  • bûjen materyal, malzeme
  • bûk gelin, oauncak bebek
  • bûka baranê gökkuşağı
  • bûka berfê kardanadam
  • bûkanî gelinlik
  • bûkik arpacık
  • bûn olmak
  • bûnewer canlı, yaratık
  • bûnewerî varoluş
  • bûra kayınbirader
  • bûrîn böğürmek
  • bûse pusu
  • bûyer olay
  • bûyîn olmak
  • bexişandin bağışlamak, bahşetmek
  • bext şans, talih
  • bextewar mutlu
  • bextewarî mutluluk
  • Cevap: Kürtçe kelimelerin yazılışları ve Türkçe anlamları nasıl?

  • Desert Rose
  • C
  • cacir ceviz içi bal karışımı bir yiyecek
  • cahş 1. sıpa. 2. işbirlikçi, hain.
  • camêr centilmen, cömert
  • camûs manda
  • can can
  • canbaz 1. akrobat. 2. hayvan alım satımcısı.
  • canberî karides
  • candar canlı
  • canecan samimi, içten
  • cangorî şehit, fedai
  • canî tay
  • canik canan
  • cankûş hıristiyanları kiliseye çağıran kimse
  • car kez, sefer, misli, kat
  • cara paşîn son defa
  • cara pêşîn ilk defa
  • cardin yine, yeniden
  • carinan bazen, ara sıra
  • carûd kül ve toz küreği
  • catir kekik otu
  • caw bez, kumaş
  • cawbir makas
  • cawî elti
  • cawker bez dokuyucusu
  • cax korkuluk
  • cazû cadı, kurnaz veya hileci kadın
  • ce arpa
  • ceban mezarlık
  • cebar kırık çıkıkçı
  • cebilxane cephane
  • cebirandin kırık ve çıkıkları kaynaştırmak
  • cebirîn kaynaşmak
  • cedel tartışma
  • cedew hayvan omuzunda meydana gelen yara
  • ceh arpa
  • cehdasî taneleri arpaya benzeyen daha küçük bir bitki
  • cehimîn gebermek, defolmak
  • cehter kekik otu
  • cejn bayram
  • cejnane bayramlık
  • celaqî iyice koyulaşıncaya kadar kaynatılan pekmez
  • celebdar koyun taciri
  • celew gem
  • cem yan, yanında
  • cemawer kitle, ahali
  • cemed buz
  • cemedanî bir tür sarık
  • cemidandin dondurmak
  • cemidî donmuş
  • cemidîn donmak
  • cemser kutup
  • cenbelî içimi sert tütün
  • cendek ceset
  • ceng savaş, harp
  • cengawer savaşçı
  • cengîn savaşmak
  • cênik favori, şakak
  • ceqin bir günlük yürüyüşle alınan mesafe
  • cercer çırçır
  • cerd baskın, saldırı
  • cerde korsan, şaki
  • cerg karaciğer
  • ceribandin denemek, sınamak
  • ceribîn denenmek, sınanmak
  • cew kırpma makası
  • cewêlek lümpen
  • cewî çam sakızı
  • cewrik enik
  • cêwtik deri kese
  • cêz çeyiz
  • cîgir vekil
  • cigur bir mesire günü
  • cih yer, mekan. “di cih de” uygun, yerinde. “Di cih de çû!” Hemen gitti. “Cihê daxê ye.” maalesef, üzgünüm.
  • cîhan dünya
  • cîhanî dünyalı
  • cihê ayrı, farklı, değişik
  • cihê şanaziyê onur verici
  • cihêreng özgün, farklı
  • cihêtî farklılık, değişik
  • cihû yahudi
  • cil elbise, giysi
  • cildank elbise dolabı, gardrop
  • cilşok çamaşırhane
  • cinaq lades
  • cînavk zamir, adıl
  • cincilî saf su
  • cindê azize, güzel
  • cindî yakışıklı, alımlı, aziz
  • cineh ucu kalın sopa
  • cinêkirin pamuk toplamak
  • cinên küçük bahçe
  • cir sohbet, görüşüp konuşma
  • cîran komşu
  • cîrantî komşuluk
  • cis kireç
  • cisane kireç ocağı
  • civak toplum
  • civakî toplumsal, sosyal
  • civaknas sosyolog
  • civaknasî sosyoloji
  • civandin toplamak, biriktirmek
  • civat topluluk
  • civîn toplantı.
  • civîna çapemeniyê basın toplantısı
  • ciwan genç, güzel, yakışıklı
  • ciwanî gençlik
  • ciwanik bayan, hanımefendi
  • cîwar yöre, bölge, mekan
  • cixirandin kışkırtmak, tahrik etmek
  • cixirîn tahrik olmak
  • ciyawaz farklı, ayrı, değişik
  • ciyawazî farklılık, ayrılık
  • co kanal, ark
  • cobar dere
  • cok kanal, ark
  • col karışık, heterojen
  • computer bilgisayar, computer
  • conega tosun, dana
  • cot çift
  • cotbûn çifteşmek
  • coşandin coşturmak
  • coşî coşku, heyecan
  • coşîn coşmak
  • cotkar çiftçi
  • cotkirin çift sürmek
  • cûbirk cırcır böceği
  • cuda ayrı, farklı
  • cudahî farklılık
  • cudaxwaz ayrılıkçı
  • cûm sakız
  • cunûtin ıslak toprak
  • cur bir cur türlü türlü
  • cure tür, çeşit
  • cûrnik kar sularının biriktiği kaya üstü çukurcuklar
  • cûtin çiğnemek
  • cuwar yem torbası
  • Ç
  • çak iyi hoş
  • çakbûn iyimser, hoşörülü
  • çal 1. çukur. 2. kuyu.
  • çalak faal, aktif, atik
  • çalakdar eylemci
  • çalakî eylem, etkinlik
  • çalkandin çalkalamak
  • çalkirin gömmek
  • çand kültür
  • çandî kültürel
  • çandin ekin ekmek, fidan vb. sebze dikmek (ekmek)
  • çandinî ziraat
  • çandiyar ziraatçı
  • çap matbacılık, baskı, basım
  • çapbûn basılmak
  • çapemenî basın
  • çaper yazıcı, printır
  • çapger matbaacı
  • çapkirin basmak
  • çapxane matbaa
  • çarbûn meydana gelmek, oluşmak
  • çarçek silahşör
  • çarçîk bataklık
  • çarder kapı çevçevesi
  • çarenûs 1. kader, yazgı. 2. akubet
  • çareserbûn çözülmek
  • çareserî çözüm
  • çareserkirin çözmek
  • çarîn dörtlük
  • çarkirin meydana getirmek
  • çarmedor dört taraf
  • çarmêrkî bağdaş oturma şekli
  • çarnikar dört taraf
  • çarpîne mecazi anlamda döenek, kaypak
  • çartaq çardak
  • çartek dört dörtlük
  • çartıl tırmık
  • çarwe parmaklara takılarak çalınan araç
  • çav göz
  • çavbeloq patlak gözlü
  • çavberdan göz koymak
  • çavbirçî aç gözlü
  • çavdêrî gözlem, izlenim
  • çavdêrxane gözetimevi
  • çavfireh cömert, eli açık
  • çavî bölme, gözenek, gişe, hücre
  • çavînîbûn nazara gelmek
  • çavînîkirin nazar etmek
  • çavkanî kaynak, kaynakça
  • çavlêbûn gözü olmak, gözetlemek
  • çavlêgerandin gözden geçirmek
  • çavnebar kıskanç
  • çavnebarî kıskançlık
  • çavnêr gözlemci
  • çavpêketin 1. gözüne ilişmek. 2. ropörtaj.
  • çavqîçkirin göz kırpmak
  • çavqurcandin göz kırpmak
  • çavsivik hor gören
  • çavsor zalim, gözü kan bürümüş kişi
  • çavteng cimri, pinti
  • çavşûjin çekik gözlü
  • çaw yaş ağaç, çubuk
  • çawa nasıl
  • çawanî nitelik
  • çax vakit, dönem
  • çay çay
  • çaydank çaydanlık
  • çayger çaycı
  • çayxane çay evi
  • çê iyi
  • çêbûn olmak, oluşmak, düzelmek
  • çêbuwar suni, yapay
  • çêj tat
  • çêjandin tatmak
  • çêjdar lezzetli, leziz
  • çek silah
  • çekbend yelek
  • çekdar silahşör, militan
  • çêker yapıcı, tamirci
  • çêkirin yapmak, oluşturmak, tamir etmek
  • çêl kaya
  • çêlek inek
  • çeleng yakışıklı, görkemli, atik, cesur
  • çelik yavru, civciv
  • çelitîn bir şeyin kabuğunun soyulması
  • çêlkirin sözetmek, bahsetmek
  • çelqîn çalkalanmak
  • çelûs çok soru soran, ısrarcı
  • çelziman çok konuşan, geveze
  • çem nehir
  • çemandin eğmek, bikmek
  • çembil kulp, sap
  • çemçûr yaprak biti
  • çemçûs cimri, pinti
  • çemîhanî dutluk
  • çempal büyük yük üzerine konan küçük yük
  • çençûz cimri
  • çend kaç, birkaç. “çend zarok.” birkaç çocuk.
  • çendînî nicelik
  • çenebaz geveze
  • çeng 1. avuç. 2. kulaç.
  • çênî kuş yemi
  • çep 1. sol. 2. solak.
  • çepel pis, kirli
  • çeper siper, mevzi
  • Desert Rose
  • çepil dirsek ile omuz arası kısmı.
  • çeprast çapraz, çapraşık
  • çeqçeqok 1. değirmen taşının ayar çubuğu. 2. mantar tabancası.
  • çeqene sedir ağacına benzer bir ağaç
  • çêr küfür, sövgü
  • çêrandin otlatmak
  • çêrbaz küfürbaz
  • çêre ot
  • çêregeh otlak, mera
  • çêrek küfürbaz
  • çêrîn otlanmak
  • çerixîn kendi ekseni etrafında dönmek.
  • çêrlêkirin küfüretmek, sövmek
  • çerm deri
  • çermesor kızılderili
  • çêrt kuş dışkısı
  • çerx 1. çark. 2. kalem tıraşı.
  • çerxetûn tava
  • çespandin ispat etmek, saptamak
  • çêtîkirin parçalamak
  • çetir daha iyi, tercih edilir
  • çewal çuval
  • çewsandin sindirmek, ezmek
  • çewsîner baskıcı, zorba
  • çewt yanlış
  • çewtî yanlışlık, yanılgı
  • çexer ayak
  • çêyî iyilik
  • çi ne. “Çi bû?” Ne oldu?
  • çilîçilî yarasa
  • çilizîn eşya veya yiyecek dilenmek, otlanmak
  • çilm sümük
  • çilmisandin soldurmak, pörsütmek
  • çilmisî solgun, soluk
  • çilmisîn solmak, pörsümek
  • çilmo sümüklü
  • çilo 1. nasıl? 2. yaprakları dökülmeden kesilen ve daha sonra kurutulan ağaç yaprakları veya dalları.
  • çîm bacak
  • çima neden?, niçin?
  • çiman bir şeyin bir parçasının kesilmesi anlamında fiil.
  • çimkî çünkü
  • çîn 1. desen, nakış, oya. 2. sınıf.
  • çînayetî sınıfsal
  • çinîn 1. biçmek. 2. nakşetmek.
  • çîp baldır
  • çipîsk fiske
  • çîqal zayıf, cılız
  • çiqas ne kadar?
  • çiqinî kabız
  • çiqinîbûn kabız olmak
  • çira çıra, lamba, fener, fanus
  • çirandin yırtmak, mecazi anlamda palavra atmak.
  • çirçîrok masal
  • çîrik meyvaların kurutulmuşu
  • çirikandin hallaçlamak
  • çirikvan hallaç
  • çirîn yırtılmak
  • çirk saniye
  • çîrok masal, öykü
  • çîrokbêj masalcı
  • çîroknivîs öykü yazarı
  • çirûsîn parıldamak, parlamak
  • çirûsk kıvılcım, parıltı
  • çirxatkirin değirmeni durdurmak
  • çît bir yazma türü
  • çiv dolambaç, dolambaç, zikzak
  • çivan kaytarmak, kıvırmak
  • çivîk serçe
  • çiya dağ
  • çiyakêş dağcı
  • çîz at sineği
  • çizirîn sızmak
  • ço çubuk, deynek
  • çogan deynek, baston
  • çolbir kestirme yol
  • çolik hela
  • çolistan çöl, kır
  • çong diz
  • çop gasp
  • çopandin gasp etmek
  • çopîk ahmak
  • çoqil ayak
  • çors patavatsız, kaba sapa
  • çortan kurutulmuş çökelek
  • çov çubuk, deynek
  • çûk serçe, bıldırcın vb. kuşlar
  • çûle halkı güldüren
  • çûn gitmek, gidiş
  • çûr kumral
  • çûyîn gitmek, gidiş
  • D
  • dab tuzak
  • dabaş 1. konu, bahs. 2. araştırma.
  • dabêlandin yutmak
  • daberizîn saldırmak, çatmak
  • dabeş kısım, parça
  • dabeşkirin bölmek, taksim etmek
  • dabînkirin garanti etmek, güvenceye almak
  • dabir apostrof
  • daçek dilbilgisinde edat, ilgeç
  • daçikandin ağaç, bayrak vb. dikmek
  • dad adalet, hukuk
  • dadan kapatmak, örtmek
  • dadgeh mahkeme
  • dadgeha lihevanînê sulh mahkemesi
  • dadgeha sezayî ceza mahkemesi
  • dadger hakim
  • dadkirin yargılamak
  • dadyane adil
  • dagerandin birşeyi aşağı doğru çevirtmek veya indirtmek
  • dagerîn aşağıya doğru inmek
  • dagirker işgalci
  • dagirkirin işgal etmek
  • dagirtin doldurmak, istila etmek
  • dahatin inmek
  • dahatû gelecek
  • dahênan yaratmak, icat etmek
  • dahêner yaratıcı, mucit
  • dahol davul
  • daholjen davulcu
  • dahûrandin çözümlemek, analiz etmek
  • dahûrîn çözümleme, analiz
  • daketin inmek
  • dalan dehliz
  • daliqandin asmak
  • daman etek
  • damezrandin kurmak
  • damezrîner kurucu
  • damilandin gözlerini yummak
  • damilîn gözlerin yumulması
  • dan 1. vermek, ödemek. 2. dövme buğday. 3. günün öğünleri.
  • danasîn tanıtım
  • dane veri
  • dane berhev karşılaştırmak, mukayese etmek
  • dane pey takip etmek
  • danezan bildirge, tebliğ
  • dange kışın hayvanlara yem verilen yer
  • danîn 1. koymak, indirmek. 2. kurmak.
  • daniştin oturmak
  • danû kaynatılmış buğday
  • danûstandin 1. ilişki, alaka, diyalog. 2. alışveriş
  • darbest 1. tabut. 2. sedye.
  • dardekirin 1. asmak. 2. idam etmek.
  • darê dinyayê yeryüzü
  • darêjtin türetmek, yaratmak
  • darîn ahşap
  • daristan orman
  • darizandin yargılamak
  • darkutik ağaçkakan
  • das orak
  • dasî 1. kılçık 2. arpa, buğday başağındaki uzantılar.
  • daskêş orakçı
  • daşir tuvalet, hela
  • davetname davet, davetname, çağrı
  • daw etek
  • dawerivandin durulmak
  • dawerivîn durulanmak
  • dawestîn ayakta durmak
  • dawet düğün
  • daweşandin silkelemek
  • dawetî davet, davetname, çağrı
  • dawî son
  • dawîlêanîn sonuçlandırmak
  • dawîlêhatin sonuçlanmak, bitmek
  • dax keder
  • def erbane
  • defandin itmek, itelemek
  • degel 1. komik. 2. cesaret. “bi degel” cesaretli.
  • dehfdan itmek
  • dehî adak, kurban
  • dêhn dikkat. “dêhna xwe dan” dikkat etmek, yoğunlaşmak.
  • dejnik tere otu
  • dek û dolap hile, entrika
  • dêl 1. bedel, bir şeyin yerine verilen. 2. kancık. 3. yerinde, yeri.
  • delal sevgili, aziz
  • dêlegur dişi kurt
  • dêlemar kertenkele
  • dêlî üzüm asması
  • dêlik 1. kancık, mecazi anlamda kahpê, kalleş. 2. dişi köpek.
  • delîve fırsat, imkan
  • dem zaman, vakit
  • dêm 1. susuz veya çorak arazi. 2. yanak.
  • deman kira
  • dêman yerleşik, yerli
  • demandar kiracı
  • demankar kiraya veren
  • demankirin kiralamak
  • dêmarî üvey anne
  • dembûhêrk sohbet
  • demdemî kararsız, tutarsız, geçici
  • demîn geçici, süreli
  • demjimêr saat
  • demsal mevsim
  • dendik çekirdek
  • deng 1. ses, seda. 2. oy.
  • dengaz konuşkan olmayan
  • dengbêj şarkıcı, türkü söyleyen, masal anlatan halk ozanı, ses sanatçısı
  • dengdan 1. seslenmek. 2. oylama, oylamak, nam salmak.
  • dengdar dilbilgisinde sessiz harf
  • dengdêr dilbilgisinde sesli harf
  • dengik kursak
  • dengkirin konuşmak, seslenmek
  • denglêkirin seslenmek
  • dengûbas haber, havadis, ajans
  • dengvedan yankı, yankılanmak
  • dep yassı tahta
  • depreş kara tahta
  • deq 1. metin, teks. 2. büyük aşık kemiği. 3. puan. 4. dövme. 5. benek.
  • deqaq ütü
  • deqel sert toprak
  • deqkirin dövme yapmak
  • deqlûs takla atma
  • der 1. dış, dışarı. 2. hariç. 3. yer.
  • dêr kilise
  • der bar ilgili, hakkında
  • deramet gelir
  • deranîn çıkarmak
  • derav çamaşır yıkama
  • derbasbûn geçmek, aşmak
  • derbaskirin geçirtmek, aşırmak
  • derben elbise askısı, vestiyer
  • derbirin ifade etmek
  • dercaw elbezi
  • derçik eşik
  • derçûn çıkmak, görünmek
  • derd dert, acı, hüzün
  • derdanik yoğurt yada peynir süzülmesinde kullanılan bez
  • derdekopan tatanos
  • derdestkirin tutuklamak
  • derdmend dertli, acılı, hüzünlü
  • derdor çevre, etraf
  • dêre fistan
  • derek belirsiz
  • derence basamak, merdiven
  • dereng geç
  • derengmayîn geç kalmak
  • derew yalan
  • derewîn yalancı
  • derewkar yalancı
  • derewkirin yalan söylemek
  • derfet imkan
  • dergeh giriş kapısı, büyük kapı
  • dergevan kapıcı
  • dergîl ağaçtan örülen kapı
  • dergistî nişanlı, sözlü
  • dergûş beşik
  • derhêner yönetmen
  • derhûd kefil
  • derhûde kefalet
  • derhûdname kefaletname
  • derî kapı
  • derîçe kapakçık
  • derîçeyên dil kalp kapakçıkları
  • derîn çıkış kapısı
  • dêrîn asil, soylu, antika, kadim
  • dêriskirin viran etmek
  • derîzan kapı önü
  • derizandin çatlatmak, yarmak
  • derizîn çatlamak, yarılmak
  • derkenar ilişikteki not, anekdot
  • derketin çıkmak, çıkış
  • derketina holê ortaya çıkmak
  • derketina nêçîrê ava çıkmak, avlamak
  • derkirin çıkarmak, kovmak
  • dermale besi hayvanı
  • derman ilaç
  • dermanafiroş eczacı
  • dermanxane eczahane
  • dernixûn kapkacak ve paketlenmiş şeylerin ters çevrilmesi
  • derpê don, tuman
  • derşo bulaşık bezi
  • derûder çevre, etraf
  • derûn psikoloji
  • derûnî psikolojik, ruhi
  • derve dışarı, dışarda
  • dervekirin soymak, çalmak
  • derveyî dışsal, harici
  • derxistin çıkarmak
  • derxûn tencere kapağı
  • derya deniz
  • deryevan denizci
  • derz çatlak, yarık
  • derzî iğne
  • derzîdank iğnelik
  • derzîlêxistin iğne yapmak
  • derzîreq toplu iğne
  • dest el
  • destar el değirmeni
  • destavêtin 1. el atma. 2. sataşmak, sarkıntılık yapmak.
  • destavxane tuvalet
  • destbend kelepçe
  • destbirak 1. kan kardeş, sırdaş. 2. sağdıç.
  • destbûrî sözüne önem verilmeyen
  • destdan dokunmak
  • destdirêjî müdahale, tecavüz, cinsel taciz
  • deste 1. buket. 2. kurul. 3. askeriyede takım.
  • destêkar müdaheleci
  • destexwişk ahiret kardeşi, sirdaş
  • destgeh atölye, tezgah
  • destgirtî nişanlı, sözlü
  • desthilatdar iktidar olan, egemen
  • desthilatî iktidar
  • destik tutamak, kabza, sap
  • destjêberdan bırakmak, vazgeçmek
  • destkeftî kazanım
  • destmal 1. mendil. 2. havlu.
  • destmêjşikandin abdest bozmak
  • destnimêj abdest
  • destnimêjgirtin abdest almak
  • destnîşankirin saptamak, tespit etmek
  • destnivîs elyazısı
  • destpêk başlangıç, giriş
  • destpêkirin başlamak, girişmek
  • destşok lavabo
  • destû izin, müsaade
  • destûrdan izin vermek, müsaade etmek
  • destûrname icazetname, onay, diploma
  • destxweşîlêkirin başarı dilemek
  • destxwişk sırdaş, kankardeş
  • deşt ova, düzlük
  • dev ağız
  • dev jê berdan vazgeçmek, boşvermek
  • devavêtin sataşmak, laf atmak
  • devbelaş boş konuşan kimse
  • dever yöre, bölge
  • deverî yerel, mahalli
  • devî çalılık
  • devik kapak
  • devistan çalılık
  • devjenî ağız dalaşı
  • devkî sözlü
  • devliken güleryüzlü, neşeli
  • devling pantolon paçası
  • devmirî sessiz, konuşmaktan aciz
  • devnerm tatlı dilli
  • devok ağız, şive
  • dew ayran
  • dewdew papağan
  • dewik kızmış yağın tortusu
  • dewisandin bastırmak, sıkıştırmak, basmak
  • dewisîn sıkışmak, basılmak
  • dewixandin bayıltmak
  • dewkil ayran yayığı
  • dewlemend zengin
  • dewlemendî zenginlik
  • dewraze büyük at
  • dewre yanlış, hatalı
  • dews yer, iz
  • dewx baş dönmesi
  • dexes kıskanç
  • dexesî kıskançlık
  • dexl tahıl, hububat
  • deydik salıncak
  • deyn borç, veresiye
  • deyndan borç vermek
  • deyndar borçlu
  • deyndêr alacaklı
  • deynstandin borç almak
  • deyz kış için saklanan hayvan yiyeceği
  • dibetî olasılık
  • dibistan okul
  • dibistana amadehiyê lise
  • dibistana navîn ortaokul
  • dibistana seratayî ilkokul
  • dîdar görüşme
  • difn burun
  • digel ile, birlikte
  • dihindan önem vermek
  • dij karşı, anti
  • dijber karşıt, muhalif
  • dijmin düşman
  • dijminahî düşmanlık
  • dijûn küfür, sövgü
  • dijwar zor, çetin
  • dijwarî şiddet, güçlük, zorluk
  • dik sahne, seki
  • dîk horoz
  • dil gönül, kalp, yürek
  • dîl esir, tutsak
  • dîlan düğün, eğlence
  • dîlangirtin halay çekmek
  • dilawêr cesur, yürekli
  • dilbaz cilveli, albenili
  • dilbikul dertli, kederli
  • dildan gönül vermek
  • dildar aşık, sevdalı
  • dilfireh sabırlı, rahat
  • dilgerm samimi, içten
  • dilgeş neşeli, coşkulu
  • dilgiranî burukluk
  • dîlgirtin esir almak
  • dilhebûn niyeti olmak
  • dilhênikbûn ferahlamak
  • dilhişk taş kalpli
  • dilîn his, duygu
  • dilketî aşık
  • dilkirin istemek, niyetlenmek
  • dilmayin kırılmak, alınmak
  • dilmê rafadan yumurta
  • dilnerm yufka yürekli
  • dilnizm alçak gönüllü, mütevazi
  • dilodîn kararsız, delidolu
  • dîlok halayda söylenen türkü
  • dilop damla
  • dilopkirin damlamak
  • dilovan alçakgönüllü, şefkatli
  • dilpak temiz kalpli, faziletli
  • dilq kılık kıyafet
  • dilsar isteksiz
  • dilsoz sözüne bağlı, sadık
  • dilteng sabırsız, sıkkın, tahammülsüz
  • diltenik yufka yürekli; duygusal
  • diltepîn kalp çarpıntısı
  • diltezîn elim, acı
  • dilşa sevinçli, neşeli
  • dilxwaz istekli, meraklı
  • dilxweş memnun
  • dilxweşî memnuniyet
  • dilxwexbûn memnun olmak
  • dîmen görüntü
  • dims pekmez
  • dîn deli, çılgın
  • dîn û har delirmiş, azgın, çıldırmış
  • dînbûn delirmek
  • dînik hafif meşref
  • dînkirin delirtmek
  • dinya dünya
  • dinyadîtî görgülü, edepli
  • dinyanedîtî görgüsüz, kaba
  • dorhatin sırası gelmek
  • dorlêgirtin çevrelemek, güç duruma düşürmek
  • dormandor etraflı, kapsamlı
  • dorpêçkirin ablukaya almak, kuşatmak
  • dost dost
  • dostanî dostluk
  • dot kız
  • doşanî sağmal hayvan
  • dotin sağmak
  • dotir ertesi
  • dotira rojê ertesi gün
  • dotmam amca kızı
  • doxîn uçkur
  • doxînsist zampara, çapkın
  • doz ülkü, dava, mücadele
  • dozger savcı
  • dozîn içgüdü
  • du iki
  • dû 1. arka, arkası. 2. duman.
  • dûajo yardımcı çoban
  • dubarekirin tekrar, tekrar etmek
  • dubendî ikilik, itilaf, çelişki
  • ducan hamile, gebe
  • ducanîbûn hamile olmak
  • duçerxe bisiklet
  • dudil ikircikli, karasız, tereddütlü
  • dudilî tereddut
  • dudu iki
  • duh dün
  • dukar söylenti, rivayet
  • dûkel buhar
  • dûmahî devam arkası
  • dûmir körelme
  • dûmirandin köreltmek, dumura uğratmak
  • dûpatkirin belirtmek, vurgulamak
  • dûpişk akrep
  • dûr uzak
  • dûrahî uzaklık
  • dûrbîn dürbün
  • dûrebîn basiretli, uzağı gören
  • dûredest erişilmesi güç, uzak
  • dûrî uzaklık
  • duristkirin yapmak, meydana getirmek
  • durû iki yüzlü, riyakar
  • durûtî ikiyüzlülük, riyakarlık
  • dûrxistin uzaklaştırmak
  • duryan kavşak, yol ayırımı
  • dûş hiza, seviye
  • duşaxe difteri
  • duşem pazartesi
  • duşîze bakire
  • dûv kuyruk
  • dûvedirêj uzun erimli, ayrıntılı
  • dûvelenk uydu
  • dûvmesas bülbül
  • dûvre sonra
  • dûxan duman
  • Desert Rose
  • F
  • fafik kekeme
  • fantên iskambil oyunu
  • fatereşk dalak
  • faş yüz kızartıcı, utanılacak söz veya davranış
  • fayke kazak
  • fê sara hastalığı
  • fêdar saralı
  • fedî utanç
  • fedîkar utangaç, çekingen
  • fedîkirin utanmak
  • fedîyok utangaç, çekingen
  • fehmkirin anlamak
  • fêkî meyve
  • felat kurtuluş
  • fêm anlayış, kavrayış
  • fêmkirin anlamak, kavramak
  • fêmkor darkafalı, anlayışsız
  • fena gibi, aynısı
  • feq tuzak
  • feqe din öğrenimi gören öğrenci
  • feqî din öğrenimi gören öğrenci
  • fer teksayı. “ferek sol” bir tek ayakabı.
  • feraset anlayış
  • fêrbûn öğrenmek, alışmak
  • fere gerek, lazım
  • ferfûr porselan, seramik
  • fêrgeh okul
  • ferheng 1. kültür, örf, adet. 2. sözlük
  • ferhengok cep sözlüğü
  • ferişteh melek
  • fêrkirin öğretmek, alıştırmak
  • ferman 1. buyruk, emir, talimat. 2. katliam, soykırım.
  • fermanber memur
  • fermanrakirin katliam veya tecrit kararı almak
  • fermî resmi
  • fermo buyrun
  • ferşbûn mahcup olmak
  • ferşkirin mahcup etmek
  • ferx erkek piliç
  • ferzîn santraçta vezir taşı
  • fesal biçim, ölçü
  • fetilîn dolanmak, dönmek
  • fetisandin boğmak
  • fetisîn boğulmak
  • fetrûm aşı
  • fetrûmkirin aşılamak
  • fewikandin bir işi elden kaçırmak
  • fewikîn bir şeyin elden çıkması, telef olmak
  • fihêl aklanma
  • fihêlkirin aklamak
  • fikar endişe, kaygı
  • fikirîn düşünmek
  • fileh gayri müslim
  • filitîn kurtulmak, kurtuluş
  • fincik zıplama
  • find mum
  • findank mum
  • fîntoz cilveli, süslü bayan
  • fîqandin ıslık çalmak
  • fîqerojk mantar
  • firandin uçurmak
  • firaq kap, kabkacak, bulaşık
  • firaqşok bulaşık makinası
  • firavîn öğle yemeği
  • firawan geniş, kapsamlı
  • fireh geniş, bol
  • firehbûn genişlemek
  • firehî genişlik, bolluk
  • firehkirin genişletmek
  • firfat yırtık pırtık
  • firfaz zıplama
  • firijîn hayvan aksırması
  • firîn uçmak, uçuş
  • firisandin tıkamak
  • firj hayvan aksırığı
  • firk 1. seyrek. 2. kramp, kasınç. 3. aralıklı.
  • firkandin ovmak
  • firkbûn seyrekleşmek
  • firkkirin seyreltmek
  • firmêsk gözyaşı
  • firnik burun delikleri
  • firoke helikopter
  • firoşgeh mağaza, dükkan
  • firoşkar satıcı
  • firotin satmak
  • fis sessiz yellemek
  • fisegur 1. bir yabani mantar türü. 2. yırtık pırtık.
  • fisek osurukçu
  • fisikîn 1. bükülmek istenen değeğin çatlaması. 2. yürüken ayağın kayması.
  • fisirîn tüymek, sıvışmak, kaytarmak
  • fîskanî küçük, ufak
  • fismirî sinsi
  • fistiqîn burkulmak
  • fistoqî 1. evde durmayan kimse. 2. evde durmayan köpek.
  • fisû kokarca
  • fîtê şırfıntı, sürtük
  • fişar 1. baskı, zor. 2. saçma veya absürd söz.
  • fişkirin sümkürmek
  • fîtik ıslık
  • fîtiklêxistin ıslık çalmak
  • fîtnekar kışkırtıcı, provakatör, fitneci
  • fîzar yardım isteyen kimsenin bağırma sesi
  • fort palavra
  • fote çarşaf
  • fûrandin taşırmak
  • fûrîn süt, yemek vb. şeylerin taşması
  • G
  • ga öküz
  • gadan inek ve boğayı çiftleştirmek
  • gadar sığır otlak yeri
  • gadoş toprak kap
  • gaj yumak
  • gakovî yabani öküz, bufalo
  • galegal konuşma, sohbet
  • galegalkirin sohbet etmek, çene çalmak, geyik muhabeti
  • galte şaka, alay
  • galtefis tembel
  • gamêş manda
  • gamirok yeni doğan çocukların yakalandığı bir tür hastalık
  • gan 1. can. 2. sağmal hayvan memesi
  • gandîl iri sağmal hayvan memeleri
  • ganî canlı
  • garan büyük baş hayvan sürüsü
  • garing harman sırasında öküzlerin pisliklerini almak için altlarına konulan bir kap
  • garis mısır, darı
  • garnigan içinde süt gibi bir sıvı bulunan bir bitki türüdür. Bu sıvı müshildir.
  • garte kızak
  • gasin saban demiri
  • gav 1. adım. 2. an. mesela: “gavadin” biraz önce. “vê gavê” şimdi, şu an.
  • gavan sığırtmaç
  • gavavêtin adım atmak, işe başlamak
  • gavedin biraz önce
  • gayin cinsel ilişkide bulunmak
  • gaz tepenin en üst noktası
  • gazgaz uğultu
  • gazî çağrı, sesleniş
  • gazîkirin çağırmak, seslenmek
  • gazin sitem, şikayet
  • gazîname celpname
  • gazindok çok sitem eden
  • gazîvan tellal
  • gazîz incir kurdu
  • gazûz güve
  • gêç alçı
  • gêçkirin alçılamak
  • geda dilenci, yoksul
  • gedandin dilenmek
  • gede erkek çocuğu
  • gef tehdit
  • gefandin tehdit etmek
  • geflêxwekirin tehdit etmek
  • gefok tehditkar
  • geh bazen, arasıra
  • gêj sersem
  • gêjbûn sersemleşmek
  • gêjkirin sersemletmek
  • gejmirandin öğütmek
  • gel halk
  • gelac 1. fitneci. 2. münakaşa
  • gelacî kışkırtıcılık, fitnecilik
  • gelale bademcik
  • gelawêj 1. ağustos ayı bn. “tebax”. 2. venüs gezegeni.
  • gelek epey, çok, hayli
  • gelemper genel, kamu
  • gelemşe sorun, ihtilaf
  • gelendar büyük ve iri direk
  • gelêrî anonim, folklorik, otantik, halkla ilgili
  • gelhe nüfus
  • gelî 1. vadi, boğaz, dargeçit. 2. ey hitap ünlemi. “Gelî zarokno!”. Ey çocuklar!
  • gelo acaba
  • gelş ihtilaf, fikir ayrılığı, sorun
  • gelwaz ceviziçi ve incir gibi yemişlerin takılıp dizildiği iplik
  • gemar pis, pislik, kirli, kir, pasak
  • gemaro 1. ambargo. 2. abluka.
  • gemirandin bir şeyin biçimini bozmak
  • gemor hafif acıya çalan tat
  • gengaz mümkün, olanaklı
  • gengeşî tartışma, münakaşa
  • genî kokuşmuş
  • genîbûn kokuşmak
  • genijîn kokuşmak
  • genim buğday
  • genûs cimri
  • gep 1. yanak. 2. lokma.
  • geran dolaşmak
  • gerandin gezdirmek, dolaştırmak, idare etmek, yürütmek
  • gêrbûn yuvarlanmak, devrilmek
  • gerdan kovmak
  • gerden boğaz, çene altı
  • gerdengaz uzun boylu
  • gerdenî tasma
  • gerdûm kağnı
  • gerdûn evren
  • gerdûnî evrensel
  • geremol kalabalık, karışıklık
  • gerew rehin
  • gêrik karınca
  • gerîn genmek, dolaşmak
  • gerînek girdap
  • gerînende direktör, müdür
  • gerisandin ezmek, çiğnemek
  • gêrkirin devirmek, yuvarlamak
  • germ sıcak
  • germahî sıcaklık
  • germav kaplıca
  • germbûn ısımak
  • germî bulgur pilavı
  • germiyan kışlak
  • germjimêr termometre
  • germkirin ısıtmak
  • gername seyahatname
  • gernas yiğit, kahraman
  • gerok seyyah, gezgin
  • gerran varyoz
  • gêrûse eldeğirmeni
  • geş canlı, gür
  • geşbîn iyimser
  • geşedan gelişme
  • geşepêdan geliştirmek
  • geşt gezi, seyahat
  • geştiyar turist
  • geştiyarî turizm
  • gevez 1. kızıl, gül regi. 2. boyada kullanılan kımızı bir ilaç
  • gevizîn ağınmak, debelenmek
  • gewr boz, ağarık, beyazımtırak
  • gewre büyük
  • gewşîn özellik
  • gez 1. ılgın ağacı. 2. ısrık.
  • gezek ısırgan otu. bn. “gezgezk”.
  • gezende ısırıcı
  • gêzer havuç
  • gêzgêrik baş dönmesi
  • gezgezk ısırgan otu.
  • gêzî süpürge
  • gêzirandin oyalamak
  • gêzîvan süpürgeci, çöpçü
  • gezkirin ısırmak
  • gezo kudret helvası.
  • geztin ısırmak
  • gibîse dört yılda bir şubat ayının 29 çekmesi
  • gihan ulaşmak, varmak, yetişmek
  • gihandin yetiştirmek, ulaştırmak
  • gihanek bağlaç
  • gihîştin yetişmek, ulaşmak, olgunlaşmak
  • gijlok dolu yağışı
  • gil 1. kil. 2. yuvarlak, yuvarlamak gibi kelimelerin kökü.
  • gilar çene altından sarkan tombul etler
  • gilare kütük
  • gilde yumak
  • gildêma ayçiçeği
  • gilî şikayet
  • gilîdar şikayetçi
  • gilik bızır, kilitoris
  • gilîkirin şikayet etmek, yakınmak
  • gilok yumak
  • gilolî yuvarlanan herhangi bir şey
  • gindirandin yuvarlamak
  • gindirîn yuvarlanmak, devrilmek
  • gindor 1. luğ, silindir. 2. kavun.
  • ginginok burnundan konuşan
  • gir büyük ve iri tepe
  • gîr kabız
  • giramî saygı, hurmet
  • giramîgirtin saygı göstermek
  • giran 1. ağır, yavaş, zor, pahalı. 2. ciddi mesela: “giranbe!” ciddi ol!.
  • giranbiha değerli, pahalı
  • gîrandin ağlatmak
  • giranî ağırlık, pahalılık
  • girar bulgur pilavı
  • girav ada
  • gîrbûn kabız olmak
  • gîre kabız olan
  • girêcan ruhi sıkıntı, stres
  • girêdan bağlamak, düğümlemek
  • giregir ileri gelen, elit, eşraf, asil kimse
  • girêhişk kör düğüm
  • girêk 1. düğüm. 2. bağlaç. 3. budak.
  • girfan cep
  • girgîn azgın, öfkeli
  • girgirik çocuk arabası
  • girgirok el arabası
  • girhan delik veya bir gediğin kendiliğinden kapanması hali
  • girî ağlama
  • girîn ağlamak
  • girîng önemli, mühim, gerek(li)
  • girîngî önem
  • girîngîdan önem vermek, önemsemek
  • girnijandin 1. gülümsetmek. 2. katlamak.
  • girnijîn gülümsemek, tebessüm etmek
  • girnoz pürüzlü
  • gîrobûn ertelenmek
  • gîrokirin ertelemek
  • girover yuvarlak, küre
  • girs iri, büyük
  • girse kitle
  • girseyî kitlesel
  • girtek makbuz
  • girtî tutsak, mahkum
  • girtîgeh cezaevi, hapishane
  • girtin almak, yakalamak, kapmak, tutmak, tutuklamak
  • girûz pürüzlü
  • giryandin ağlatmak
  • gît kışın belirli soğuk günleri
  • giş tüm, bütün, tamam
  • giştî genel
  • gîtik kaval kemiği
  • givî içine maya atılmış süt
  • giya ot
  • giyan can, ruh
  • giyanewer canlı
  • giyanî 1. canlılık. 2. ruhsal.
  • gizgizîn 1. karıncalanmak. 2. sıtmadan kaynaklanan titreme.
  • gîzre ne yaş ne kuru ağaç
  • gobilîna bê esinti
  • goçavik gözlük
  • goçke nasır
  • gokbaz futbolcu
  • golik buzağı
  • gomik 1. küçük kulübe. 2. kuzu, oğlak ve buzağıların konulduğu havlu
  • gopal baston
  • gor mezar
  • goranî 1. kürtçenin bir lehçesi. 2. şarkı, türkü.
  • gorevan mezarcı
  • gorî kurban, fedakarlık
  • goristan mezarlık
  • gornebaş vaşak
  • gornebeşk vaşak
  • gornepişk mezar soyguncusu
  • gosan ağustos böceği
  • gosartme rezil, gülünç duruma düşmüş
  • gotar 1. makale. 2. nutuk.
  • gotegot söylenti
  • goşt et
  • goştî tuzlanıp kış için saklanan et
  • goştpere cenin
  • gotin söylemek, demek
  • gotindar sözü söyleyen
  • gotûbêj söyleşi, tartışma
  • gove şahit
  • govend halay
  • govendger halay çeken
  • goyende söyleyen kişi
  • goyin nöbet sırası
  • goyinger nöbetçi
  • gû bok, insan dışkısı
  • guh kulak
  • guhar küpe
  • guhartin değiştirmek, değiştirme, değişim
  • guhbirin başının etini yemek
  • guhdan dinlemek, dikkate almak
  • guhdar dinleyici
  • guher ağıl
  • guherbar değişken, değişebilir
  • guherîn değişmek, değişim
  • guherînkar değiştirci, değiştiren
  • guherto versiyon
  • guhêzbar mobil, taşınabilir
  • guhlêdêrandin kulak kabartmak, dikkat etmek
  • guhnedar umursamaz, aldırmaz
  • guhrep kepçe kulak
  • gûkirin sıçmak
  • gulan mayıs ayı
  • gule kurşun
  • gulebarankirin taramak, kurşuna tutmak
  • guleberbiro ayçiçeği
  • gulebûk gelincik
  • gûlî 1. ağaç dalı. 2. saç örgüsü.
  • gulkelem karnıbahar
  • guman şüphe, kuşku
  • gumanbarbûn kuşkulanmak, şüphelenmek
  • gumgumok kertenkele
  • gumş lokma
  • gun taşak
  • gûn renk
  • guncaw uygun, müsait
  • gund köy
  • gundî 1. köylü. 2. cahil, kaba kişi.
  • guneh günah
  • gunehdaweşandin günah çıkartmak
  • gunehkar günahkar, suçlu
  • gunehpêhatin acımak
  • gungilî kıvırcık
  • gunoyî taşak fıtığı
  • gupik topuk
  • gur 1. kurt. 2. gür, canlı.
  • gurçik böbrek
  • gurêx kurt köpeği
  • gurî 1. uyuz. 2. kel, saçsız.
  • gurîbûn uyuz olmak
  • gûstêrk ateş böceği
  • gustîl yüzük
  • guşî salkım
  • guvaştin sıkmak
  • gûzan ustura
  • guzvan yüksek
  • H
  • halan nara
  • halandin nara atmak
  • handan teşvik etmek, motive etmek
  • handêr teşvik edici
  • hanê böyle, şöyle, öyle, söz konusu
  • har kuduz, azgın
  • harbûn kudurmak, azmak
  • harkirin kudurtmak, azdırmak
  • hata îro bugüne kadar
  • hate hetayê sonsuza kadar
  • haş sakın, yatışmış
  • haşbûn yatışmak, teskin olmak
  • haşî suskunluk
  • haşkirin yatıştırmak, teskin etmek
  • haşû yüz ile astarın arasına yayılarak doldurulan pamuk
  • hatin 1. gelmek, geliş. 2. gelir.
  • hator kireç taşlarını dövmekte kullanılan tahta tokmak
  • haveyn maya
  • haveynbûn mayalaşmak
  • haveynkirin mayalamak
  • havil yarar, fayda
  • havîn yaz
  • havîngeh yazlık
  • havlêk süpürge
  • havoksazî 1.sentaks. 2.cümle bilgisi
  • hawar imdat, yardım çağrısı
  • hawî 1. sürüden ayrılıp başka sürüye katılan koyun. 2. yarı deli, çılgın
  • hawîn hatin canı sıkılmamak
  • hawir çevre
  • hawirde ithalat
  • hawirdor etraf
  • hawirparêz çevreci
  • hawran pelerin
  • hay haber, bilgi
  • haydar haberdar, bilgili
  • haydarbûn haberdar olmak
  • haydarkirin haber vermek, bilgilendirmek
  • hayjêhebûn haberdar olmak, bilgi sahibi olmak
  • haylêbûn farkına varmak
  • hê daha, henüz
  • heb tane, tablet, hab
  • heban tulum
  • hebirman kış için kurtulup saklanılan nar taneleri
  • hebişandin hızlı ve oburca yemek yemek
  • hebreş çörek otu
  • hebûn 1. sahip olmak. 2. varlık, var olmak.
  • hêç kendini kaybetmiş, azgın
  • hechecik kırlangıç
  • hedar karar kılma, yatışma
  • hêdî yavaş
  • hêdîka yavaşça
  • hedirîn karar kılmak, yatışmak
  • hefik yutak
  • hefsar yular
  • heft yedi rakamı
  • heftê yetmiş
  • heftok beş taş oyunu
  • hêja değerli
  • hejale pejmürde, pasaklı
  • hejandin salamak
  • hejar yoksul, fakir
  • hejarî yoksulluk
  • hejesor iğde
  • hejik çalı
  • hejîn salamak
  • hejîr incir
  • hejmar sayı
  • hejmartin saymak
  • hek ağabey
  • hêk yumurta
  • heka eğer, şayet
  • hekandin kazımak
  • hêker örgü ören
  • hêkerûn omlet
  • hêkî örgü örme işi.
  • hêl taraf, yön
  • e lale
  • helan kolaylıkla yontulup kazınabilen taş
  • helandin eritmek
  • helbest şiir
  • helbestvan şair
  • hêle keklik ve benzeri kuşların avı.
  • hêlekan salıncak
  • hêlî ayna
  • hêlik 1.salıncak. 2.taşak, haya.
  • helîn erimek
  • hêlîn kuş yuva
  • helkehelk nefes nefese kalmak
  • helperist çıkarcı, oportünist
  • helsengandin değerlendirmek
  • helwest tavır, tutum
  • helwestgirtin tavır almak
  • hem hem
  • hêma imge, sembol
  • heman aynı
  • hêman unsur, öğe
  • hêmanên bingehîn temel öğeler
  • hêmayî imgesel
  • hember karşı, mukabil
  • hembêz kucak, bağır
  • hembêzkirin kucaklamak
  • hemd istenç, irade
  • hêmî çürüyecek duruma gelmiş olan elbise
  • hêmin ağırbaşlı, mulayim, vakur
  • hemû hepsi
  • hemwate eşanlamlı
  • hemzik bir yemek çeşidi
  • hemzir ufak ama çalışmada güçlü eşek
  • henase nefes
  • hendef uçurum
  • henderan gurbet, diaspora
  • hene kına
  • henek şaka
  • henek kirin şaka yapmak
  • henekbaz şakacı
  • henekpêkirin alay etmek, dalga geçmek
  • heng 1.balarısı. 2.askeriye de alay.
  • hengkuj nilüfer
  • hênijîn uyaklamak, dalmak
  • hênik serin
  • hênikahî serinlik
  • hênikbûn serinlemek
  • hênikkirin serinletmek
  • hepik dokuma sırasında sıklaştırmayı sağlayan alet
  • heqîp heybe
  • her car her defa
  • her çawa her nasılsa
  • her çend her ne kadar
  • her dem her zaman, sürekli
  • her kes her kes
  • her tim her zaman, sürekli
  • her tişt her şey
  • her û her sürekli, daima
  • her wekî din ve benzeri
  • her wiha ayrıca
  • hêrandin öğütmek
  • herêm bölge
  • herêmkî bölgesel
  • hereşe tehdit
  • hereşelêkirin tehdit etmek
  • herî 1.çamur. 2.en
  • herî baş en iyi
  • herî mezin en büyük
  • heridandin gücendirmek, darıtmak
  • herifîn yıkılmak, tahrip olmak
  • herikîn akmak
  • herimandin berbat etmek
  • herimîn berbat olmak, boşa gitmek
  • hêrs kızgınlık, sinir, öfke
  • hêrsbûn kızmak
  • hêrsok alıngan, çabuk kızan
  • hes 1.his. 2.ses
  • hêsa dinlenmiş
  • hêsabûn dinlenmek
  • hesan bileme taşı
  • hêsan kolay
  • hêsanî kolaylık
  • hesankirin bilemek
  • hêsî rüzgarın etkisiyle bir yer de biriken kar yığını.
  • hesibandin adlandırmak, bir şeye saymak
  • hesin demir
  • hesinkar demirci
  • hesk kepçe
  • hesp at
  • hespê sêwak yılkı atı
  • hest duygu
  • heste çakmak
  • hestî kemik
  • hestîhêr şiret, inatçı
  • hestîn hissetmek
  • hêstir göz yaşı
  • hestîvk fırıncı spatülü veya küreği
  • hestiyar duygulu, duygusal, hassas
  • hestpêkirin hissetmek
  • hesûd kiskanç
  • hêt but
  • heta e değin, e kadar
  • hetav güneş ışığı
  • heterkirin ısrar etmek
  • heş ağız içi ağrılarını iyileştirmeye yarayan mavi bir toz
  • heşandin doldurmak, dolgu yapmak
  • heşaş neşeli, şen
  • heşifandin yazarken mürekebi kağıt üzerinde dağıtmak
  • hêşîn yeşil
  • hêşînnahî yeşillik, sebze
  • heşt sekiz
  • hêştir katır
  • heştirme deve kuşu
  • heştpê ahtapot
  • hetîk başkalarının rezil olmalarına neden olmak
  • hetikandin rezil etmek
  • hetîketî rezalet, skandal
  • hetikîn rezil olmak
  • hetrek sert vuruş
  • hev sözcüğe birbirine, beraber anlamı katar
  • heval arkadaş, yoldaş
  • hevalbend 1.müttefik. 2.kafadengi
  • hevalbendî ittifak
  • hevaltî arkadaşlık
  • hevbajar hemşehir
  • hevbeş ortak, özdeş
  • hevbuha eşdeğer
  • hevçeng bacanak
  • hevçerx çağdaş,modern
  • hevcure türdeş
  • hevdem çağdaş, modern
  • hevdeng eşsesli
  • hevdil gönüldaş, yürekdaş, yoldaş
  • hevdîtin görüşme
  • hevedudanî bileşik
  • hevenav cins isim
  • hêvî umut
  • hêvîdar umutlu
  • hêvidar im umutluyum, umarım
  • hevîr hamur
  • hêvişandin esirgemek, muhafaza etmek
  • hevkar ortak, meslektaş
  • hevkarî işbirliği
  • hevkêşe denge
  • hevling bacanak
  • hevnasîn tanışma
  • hêvojkarî eğitim
  • hevok cümle
  • hêvotin eğitmek
  • hevpar ortak
  • hevpeyman mütefik, bağlaşık
  • hevpeyvîn röportaj
  • hevpîşe meslektaş
  • hevrê yoldaş
  • hevta aynı tarafı tutan.
  • hew artık, bundan böyle
  • hewa hava
  • hewadar havalı
  • hewandin barındırmak, bağrına çuisum
  • hewce gerekli, lazım
  • hewceder muhtaç
  • hewdel un çorbası
  • hewez şaka, latife
  • hêwi nem, rutubet.
  • hewîn sabır, dişlik
  • hêwirandin kondurmak, barındırmak, konuşlandırmak.
  • hêwirîn konmak, konuşlanmak, konaklamak
  • hewl çaba, girişim
  • hewldan çabalamak
  • hewnas ekin biçenlerin başı.
  • hewq basamak
  • hewş ağıl, avlu
  • hewşan yazları dışarıda veya avluda yatma mevsimi.
  • heya e kader, e değin
  • heya niha şimdiye kadar
  • heyam dönem, çağ
  • heyber varlık
  • heye ku belki
  • heyf acıma, üzülme
  • heyf e! 1.yazık! 2.öç, intikam
  • heyf hilanîn intikam almak
  • heyfa min bir te tê! sana acıyorum.
  • heykatkirin anlamak
  • heylê heyat (dişli)
  • heylo heyat (eril)
  • heyv gökteki ay
  • heyveron ay ışığı, dolunay
  • hez sevgi
  • hêz güç
  • hezandin sarsmak
  • hezaz yer kaymasi
  • hêzên ewlekariyê güvenlik güçleri
  • hêzkar güçlendirici
  • hezkirin sevmek
  • hibr mürekkep
  • hîç hiç
  • hil 1.önek. 2. sözcüğe yükseklik, yükselen anlamı yüklar.
  • hilanîn 1.bir şey birine veya bir amaç içi
  • hov barbar, vahşi
  • hovîtî vahşilik
  • hoy şart, koşul
  • hoz boy, kabile
  • hûçik elbise kolu, yen
  • hundir iç, içeri, içerde
  • hundirîn içsel, dahili
  • huner sanat, yetenek
  • hunerên dîtbarî görsel sanatlar
  • hunerî sanatsal
  • hunermend sanatçı
  • hûr 1.ufak, küçük. 2.işkembe.
  • hûrbijer titiz
  • hûrik mink, ufak tefek
  • hûrkirin 1.doğramak, ufaltmak. 2.para bozmak.
  • hût mitolojik canavar
  • Desert Rose
  • İ
  • ingirîn inat etmek
  • int kin
  • intdar kindar
  • intîn kin gütmek
  • irq irk, soy
  • istan yer, mekan anlamlı veren sonek (goristan, Kurdistan gibi)
  • istatîstik istatistik
  • istêre yatak dolabı
  • işev bu gece
  • Î, î îca/îcar bu kez, bu sefer
  • île adacık
  • îlon eylül
  • în cuma günü
  • încare saksı
  • îro bugün
  • îsal bu yıl, bu sene
  • îsawî hiristiyan
  • îslam islam
  • îsot biber
  • îstgeh durak, istasyon
  • J
  • jan sancı, sızı, acı
  • jana zirav verem
  • jandan sancımak, sızlamak, acı vermek
  • jandar sızı veya sancı veren
  • jangirtin sancı veya sızıya tutulmak
  • jar 1sefil, zavallı 2zayıf, sıska
  • jarîn inlemek, sızlamak
  • jawak vahşi, yırtıcı
  • jêbir silgi
  • jêderk kaynak, köken
  • jêgerîn vazgeçmek
  • jêgirtin 1elinden almak 2alıntı
  • jêhatî becerikli, başarlı, yetkin
  • jehezkirin birini veya bir şeyi sevmek
  • jehr zehir
  • jehrbûn zehirlenmek
  • jehrîn zehirli, toksin
  • jehrkirin zehirlenmek
  • jêkirin kesmek, koparmak, sökmek
  • jênager vazgeçilmez
  • jeng pas
  • jeng girtin pas tutmak
  • jengar paslı
  • jêr aşağı, alt
  • jêrîn aşağı, aşağıda, alt taraf
  • ji edat sözcüğe den, leyin, le, ce, de, da anlamlı yükler
  • jî 1de, da, dahi anlamı veren edat 2ömür 3yay
  • ji ber ezbere, ezber
  • ji ber ku çünkü
  • ji ber vê yekê bundan dolayı
  • ji besta gotin sayıklamak
  • ji bilî den başka
  • ji dil û can içten, samimi
  • ji îro pê ve bugünden itibaren
  • ji kerema xwe re lütfen, zahmet olmasa
  • ji mêj ve eskiden beri
  • ji nû ve yeniden
  • ji rêzê sıradan
  • ji xeynî den başka
  • jiberkirin ezberlemek
  • jimare numara, rekam, sayı
  • jin kadın
  • jîn yaşam
  • jinane kadınca, kadınsı
  • jinbav üvey anne
  • jinbira yenge
  • jîndar canlı
  • jinebî dul kadın
  • jinem amca hanımı ( karısı )
  • jînenîgarî özyaşam, biyografi
  • jîr akılı, zeki, yetkin
  • jîrane zekice, akıllıca
  • jîrî zeka, zekilik
  • jivan 1randevû, buluşma 2düelo
  • jixwe zaten
  • jixwebawer kendine güvenen
  • jixweber kendiliğinde
  • jiyan yaşam
  • jiyana rojane günlük yaşam
  • jiyîn yaşamak
  • jor yukarı, yüksek
  • jorîn yüksekte, yukarda
  • jovan poşman
  • jûnî diz, diz kapağı
  • jûr oda