28 Temmuz 1943 yılında "sınırı ihlal ettikleri" gerekçesiyle Van'ın Saray ve Özalp ilçesine bağlı Sırımlı (Xerapsorik), Değirmigöl (Îngizamilan) ve Çaybağı (Runexar) köylerinde askerler tarafından gözaltına alınan 32 köylü, dönemin 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle götürüldükleri Sefo Deresi'nde elleri arkadan bağlanıp, diz çöktürülerek infaz edildi.
Türkiye tarihinin en büyük toplu katliamları arasına geçen olay, sınır ihlalinde bulundukları gerekçesiyle İran tarafındaki Kürt aşiretlerin koyunlara devletin oluşturduğu çetelerin zaman zaman el koyması ile başlayıp, yine Mehmedi Misto adındaki bir aşiret reisinin 2 bin koyununa el konulması ile tırmandı. Ailenin Özalp Kaymakamlığı'na mektup yollayarak koyunlarını geri istemesine olumsuz yanıt verilmesi üzerine bazı aşiret üyeleri sınırı 1,5 kilometre aşıp, 500 koyunu alarak sınırın öte tarafına geçirdi.
Bunun üzerine o dönem Rus işgaline karşı bölgeye gönderilen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı tarafından 33 köylü gözaltına alınıp, tutuklanır.
SADECE BİR KİŞİ KURTULDU
İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, tutuklularla görüşüp onların suçsuzluğunu anlar. Fakat kaymakam ve subayların ‘Bunlar bizim ordunun nasıl ve nerede konuşlandığını Ruslara bildirerek casusluk da yapıyorlar’ yalanı doğrultusunda müfettişi dinlemeyen Muğlalı’nın emri ile 30 Temmuz 1943 günü gece yarısından sonra tutuklular jandarma tarafından cezaevinden alınıp, hudut taburu komutanına teslim edilir. Elleri bağlı 32 köylü, iki manga askerin yaylım ateşi sonucu oracıkta katledilir.
Sadece bir kişi, cenazelerin altında kalarak yaralı bir şekilde sağ kalır. Ancak o da, kısa süre sonra sığındığı İran'da yaşamını yitirir.
KATLİAM BAŞBAKANLIK RAPORUNDA
Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı raporunda, dönemin Tabur Komutanının olaya dair anlatımları şu şekilde yer aldı:
"1943 senesi Temmuz’unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e, ‘bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin’ diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat'ın emriyle Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Salahiyat Kanununun mülga 18. maddesine dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri, kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir.”
OLAYIN TANIĞI ASKER: SİVİLDE KENDİMİ BİR CANAVAR GİBİ GÖRDÜM
Olaydan 6 yıl sonra, gerçekleştirilen katliamın ağırlığına daha fazla dayanamayan bazı askerlerin tüm bildiklerini askeri mahkeme ile paylaşması ile katliamın detayları da bir bir ortaya çıktı.
Gözaltına alınan 33 köylünün Muğlalı'nın emriyle hayvan ahırlarında tutulduğunu ifade eden ve kayıtlara Yüzbaşı Tezer olarak düşen bir asker, köylülere yapılan işkenceleri şöyle anlatmıştı: "33 köylü gözaltına alındıktan sonra bir ay boyunca ahıra konuldu. Köylülerin sırtlarına eyer vuruldu, ağızlarına gem takıldı ve askerler üstlerine bindiler. Ben bu olayın ne kadar iğrenç olduğunu sivil olunca anladım. Orada robot gibiydim. Sivilde kendimi bir cani, bir canavar gibi gördüm. Ne insanlık, ne din ne de imanın askerlikte olmadığını gördüm."
'DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ MARŞIYLA İLÇEYE DÖNDÜK'
Askeri mahkemeye bildiklerini anlatan Niğdeli asker İsmail Çolak ise, yaşadıklarını "Köylüler yere dizüstü çökmüşlerdi. Her iki grup, yerde sürünerek yan yana gelmişti. Çoğu yüksek sesle dua okuyordu. Bağıran, çağıran, küfür edenler vardı. ‘Ateş’ komutuyla yumdum gözlerimi. Şuursuzca basmışım tetiğe. Mermim bitmiş ama ben hala ateş vaziyetindeyim. İnsanlar gözlerimin önünde cansız vaziyette yatıyordu. Katliamın ardından 'Dağ başını duman almış' marşını söyleyerek Saray'a döndük" ifadeleriyle anlattı.
İDAMLA YARGILANDI, TAHLİYE EDİLDİ
Bu anlatımlardan sonra katliamın emrini verdiği gerekçesiyle 1949 yılında mahkeme karşısına çıkarılan Muğlalı ile ilgili Genelkurmay Askeri Mahkemesi, 23 Kasım 1949'da “görevsizlik” kararı verdi.
Askeri Yargıtay’ın 9 Ocak 1950'de bu kararı bozması üzerine ise, Orgeneral Muğlalı 2 Mart 1950'de idama mahkûm edilir. Ancak bu ceza, yaşı dikkate alınarak 20 yıl hapse çevrildi. Muğlalı ile yargılanan diğer askerlerin ise beraatine karar verildi. Mahkum edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin “ileri derecede akli yetersizlik” raporu vermesi üzerine Muğlalı, tekrar tahliye edilmesi sonrası 1 Aralık 1951'de öldü.
MUĞLALI'NIN İSMİ KIŞLAYA VERİLDİ
Gerçekleştirilen katliamın hesabı sorulmadığı gibi yıllar sonra 2004'te Özalp'teki askeri kışlaya Mustafa Muğlalı'nın ismi verildi.
Ailelerin mahkemeye yaptıkları başvuru ve halkın tepkisi sonucu kışlanın ismi, 2011 yılında "Şehit Astsubay Erkan Durukan" olarak değiştirildi. Aradan geçen 75 yılda, adına şiirler ve kitaplar yazılan katliamda öldürülen 32 kişinin cenazesi ise halen yasaklı askeri bölge olan Sefo Deresi'nde. Tüm başvurularına rağmen ailelerine öldürülen yakınlarının kemikleri verilmedi.
33 KURŞUN LOGOSU DEĞİŞTİRİLDİ
Yine 2010 yılında, DBP'li belediye tarafından ilçe merkezine yapılmak istenen 33 Kurşun Parkı Genelkurmay Başkanlığı tarafından engellenince, DBP'li Özalp Belediyesi katledilen 32 kişinin anısını yaşatmak için 33 kurşun figürlerinin yer aldığı bir logo yaptı.
Belediyenin logosunda yer alan ve katliamda yaşamını yitiren 32 sivili temsil eden figürler, daha sonra kayyum olarak atanan Özalp Kaymakamı Ferhat Vardar tarafından kaldırıldı.
'ÖLÜLERİMİZİN KEMİKLERİ KURTLARA YEM OLDU'
Katliamda 2 amcası olmak üzere 16 akrabasını kaybeden Cüzeyir Özkaplan, katliamdan sorumlu olanların hiçbirisinden hesap sorulmadığı gibi, Sefo Deresi’ne giderek yakınlarını bile anamadıklarını söyledi.
Katliamın yaşandığı Sefo Deresi'nin 75 yıldır "Özel Güvenlik Bölgesi" olduğunu ve kimsenin oraya alınmadığını ifade eden Özkaplan, hafızalarına kazınan olaya dair şunları dile getirdi:
"İnsanlar oraya gidip ölülerinin kemiklerini bile toplayamadılar. Ölülerimizin kemikleri kurtlara yem oldu. Bugün 75 yıl önce yaşadığımız acının aynısını yaşıyoruz. Biz orada bir anıt yapılmasını istiyorduk. O isteğimiz bile uygun görülmedi. Katledilen insanların içerisinde devletin iki askeri de vardı. Bunlar askerdeyken izne gelen Sıca Çavuş (Çelebi) ve Şükrü Taşçı'ydı. Daha sonra bu askerlerin firarları veriliyor. Bu durum da Muğlalı ve askerlik şubelerinin birbirleri ile irtibatta olduğunu gösteriyor. Sonuçta bu insanların tamamı suçsuzdu. Aralarında 90 yaşındaki insanlar, 18 yaşındaki gençler vardı. 18 yaşındaki gençlerden biri de benim Mehmet Zeki adlı amcamdı. Bu masum insanları toplayıp, katlettiler. Kemiklerini dahi bize göstermediler. Bizim isteğimiz az olsa da oraya bir anıtın dikilmesi ve devletin bizden özür dilemesi."
'33 KURŞUN AYDINLATILSAYDI ROBOSKİ, SURUÇ YAŞANMAZDI'
33 kurşun katliamının bu ülkede yaşanan tek katliam olmadığını kaydeden Özkaplan, "Sefo deresinde 32 insan, sonrasında Roboski'de 34, Suruç'ta 33 insan katliamlar sonucu öldürüldüler. 33 kurşun aydınlatılmış ve hesap sorulmuş olsaydı, belki de diğer katliamlar yaşanmazdı. Türkiye'nin bu siyasi atmosferinde katliamların aydınlamayacağını da iyi biliyoruz. Türkiye demokratikleşmeyene kadar bizden özür de dileneceğini düşünmüyoruz. Ancak kendi sorunlarını çözmüş demokratik bir ülkede böylesi katliamlar aydınlanır. Bu nedenle Türkiye'de yaşanan her katliam gibi 33 kurşun da karanlıkta kalmaya devam edecek, Sefo Deresi belki de 75 yıl daha kanamaya devam edecektir" dedi.
AHMED ARİF: 33 KURŞUNU AĞIT OLARAK YAZDIM
Yaşanan bu katliamı, "33 Kurşun" adını verdiği şiirinde anlatan Şair Ahmed Arif, bir röportajında olayın hikayesini ise şöyle anlattı:
“Otuzüç Kurşun’u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Çok yakınlarım, arkadaşlarım 'Niye yazdın bunu' dediler. Ben de dedim ki, 'Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus Gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu, 33 tane senin vatandaşın. Hiçbir suçu yok. Tertemiz. Belki hepimizden daha suçsuz. Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar, o kadar.
İçlerinde genci var, yaşlısı var. Öldürmüşler, kurşuna dizmişler...Dediğim gibi ben bunu bir ağıt olarak ele aldım. Yüreğim doldu. Gerçekten bir köylü kadın, mesela onlardan birinin annesi ya da o öldürülenlerden birinin kardeşi neyi duyuyorsa ben de aynı acıları duydum. İşte bu 'Otuzüç Kurşun' şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni. Gece sabaha kadar dövdüler. 'Oku' dediler, okumadım."
Ahmet Arif'in herkesin diline pelesenk olmuş 33 Kurşun şiiri:
1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı…
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere…
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri…
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri…
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi…
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
(Mezopotamya ajansı)