2 Eylül’ü, bir askeri darbeyi, bir askeri yönetimi otuz küsur yıl sonra bugün hâlâ şöyle ya da böyle savunabilenleri, kendi ayıplarıyla baş başa bırakmaktır en doğru olanı...
Ben bugün ‘12 Eylül ve işkence’yi yazmak istiyorum, iki örnekle.
Biri, Felat Cemiloğlu.
Ondan dinlemiştim, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde, 1982 yılında yaşadıklarını. (*)
“Gardiyanlar koğuşta hep küfürle başlardı konuşmaya:
‘Ananı s...m, gel!’
‘Kızını s...m, gel!’
‘Karını s...m, gel!’
Seni psikolojik olarak çökertmek ve yıkmak için her şey yapılırdı. Kapının önüne çıkartarak cop sokmak... Seyredene de, o copu yalatırlar. Kusarsan, öbürüne yalatarak yeri temizletirler.
Bana bir gün bir avuç bok yedirdiler.
Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum.
Ceza!
Bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum.
Emre itaatsizlik!
Cezası:
Duvarın dibinde, kanalizasyonun kapağını kaldırdılar, bir avuç bok alıp ağzıma attım.
Sonra ağzımda pislik, hazır ola geçtim, öyle duruyorum.
Kıpırdamak yok.
Temizlemek yok.
Yere tükürmek yok.
Öylece ağzın kapalı, kımıldamadan ayakta, hazırolda bekliyorsun.
Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim.
Elazığlı, ismi Ramazan. Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti. Çünkü temizleyemedim dişlerimi. Altın kaplama olan iki dişten birini cebine attı, birini bana verdi hatıra olarak...
Hapishaneden çıktıktan sonra ilk işim dişçiye gidip takma diş yaptırmak oldu.
Sekiz ay yattım, Diyarbakır E Tipi Askeri Cezaevi 33 No’lu koğuşta. 8 ayda 18 kilo verdim, iğne iplik kaldım.
55 yaşındaydım.
Genç olsaydım, dağa çıkardım.”
Felat Bey’i rahmetle anıyorum.
12 Eylül’den öteki örnek:
Mümtaz’er Türköne.
Zaman’daki köşesinde yazdı Mamak Askeri Cezaevi’nde, 12 Eylül’de yaşadıklarını:
“İlk görüş günü maruz kaldığım aşağılanma...
Hem de annemin gözleri önünde.
Verilen komutlarla koşar adımlarla görüş kulübesinin önüne gelip yerinizde sayıyorsunuz. ‘Kıta dur’ ile durup ‘hazır ol’da iken ‘rahat’ komutunu bekliyorsunuz.
Çektiğim o kadar işkenceden sonra küçük camın arkasında annemi görünce, farkında olmadan pozisyonum bozulmuş.
Arkamda bekleyen askerin postalıyla baldırlarıma indirdiği tekmelerin canımı hiç yakmadığını, ama o an yaşadıklarımın hayatımın en kötü hatırası olduğuna inanıyorum.
Hiçbir evlat annesine böyle bir şeyi yaşatmamalı.
Benim annemin karşısında kahrolarak yaşadığım aşağılanmayı, 12 Eylül darbecileri bütün topluma uyguladı.
Komutlarla yönetilen, o saçma talimatlara uymayınca aşağılanarak ceza gören bir toplum haline geldik.
Uzun yıllar, Mamak Askeri Cezaevi’nin komutanı olan Albay Raci Tetik‘i bir yerde kıstırıp öldürme hayalleri kurdum.
Yıllar boyu İstiklâl Marşı‘nı dinleyemedim.
Nutuk‘tan da, Gençliğe Hitabe‘den de, dayak altında okutulduğu için nefret ettim.
Bu öfke ve nefreti gençlerinin zihnine kazımak, 12 Eylül darbesinin yegâne başarısıdır.” (**)
İyi pazarlar!
Ben bugün ‘12 Eylül ve işkence’yi yazmak istiyorum, iki örnekle.
Biri, Felat Cemiloğlu.
Ondan dinlemiştim, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde, 1982 yılında yaşadıklarını. (*)
“Gardiyanlar koğuşta hep küfürle başlardı konuşmaya:
‘Ananı s...m, gel!’
‘Kızını s...m, gel!’
‘Karını s...m, gel!’
Seni psikolojik olarak çökertmek ve yıkmak için her şey yapılırdı. Kapının önüne çıkartarak cop sokmak... Seyredene de, o copu yalatırlar. Kusarsan, öbürüne yalatarak yeri temizletirler.
Bana bir gün bir avuç bok yedirdiler.
Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum.
Ceza!
Bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum.
Emre itaatsizlik!
Cezası:
Duvarın dibinde, kanalizasyonun kapağını kaldırdılar, bir avuç bok alıp ağzıma attım.
Sonra ağzımda pislik, hazır ola geçtim, öyle duruyorum.
Kıpırdamak yok.
Temizlemek yok.
Yere tükürmek yok.
Öylece ağzın kapalı, kımıldamadan ayakta, hazırolda bekliyorsun.
Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim.
Elazığlı, ismi Ramazan. Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti. Çünkü temizleyemedim dişlerimi. Altın kaplama olan iki dişten birini cebine attı, birini bana verdi hatıra olarak...
Hapishaneden çıktıktan sonra ilk işim dişçiye gidip takma diş yaptırmak oldu.
Sekiz ay yattım, Diyarbakır E Tipi Askeri Cezaevi 33 No’lu koğuşta. 8 ayda 18 kilo verdim, iğne iplik kaldım.
55 yaşındaydım.
Genç olsaydım, dağa çıkardım.”
Felat Bey’i rahmetle anıyorum.
12 Eylül’den öteki örnek:
Mümtaz’er Türköne.
Zaman’daki köşesinde yazdı Mamak Askeri Cezaevi’nde, 12 Eylül’de yaşadıklarını:
“İlk görüş günü maruz kaldığım aşağılanma...
Hem de annemin gözleri önünde.
Verilen komutlarla koşar adımlarla görüş kulübesinin önüne gelip yerinizde sayıyorsunuz. ‘Kıta dur’ ile durup ‘hazır ol’da iken ‘rahat’ komutunu bekliyorsunuz.
Çektiğim o kadar işkenceden sonra küçük camın arkasında annemi görünce, farkında olmadan pozisyonum bozulmuş.
Arkamda bekleyen askerin postalıyla baldırlarıma indirdiği tekmelerin canımı hiç yakmadığını, ama o an yaşadıklarımın hayatımın en kötü hatırası olduğuna inanıyorum.
Hiçbir evlat annesine böyle bir şeyi yaşatmamalı.
Benim annemin karşısında kahrolarak yaşadığım aşağılanmayı, 12 Eylül darbecileri bütün topluma uyguladı.
Komutlarla yönetilen, o saçma talimatlara uymayınca aşağılanarak ceza gören bir toplum haline geldik.
Uzun yıllar, Mamak Askeri Cezaevi’nin komutanı olan Albay Raci Tetik‘i bir yerde kıstırıp öldürme hayalleri kurdum.
Yıllar boyu İstiklâl Marşı‘nı dinleyemedim.
Nutuk‘tan da, Gençliğe Hitabe‘den de, dayak altında okutulduğu için nefret ettim.
Bu öfke ve nefreti gençlerinin zihnine kazımak, 12 Eylül darbesinin yegâne başarısıdır.” (**)
İyi pazarlar!