Televizyon ekranlarında, iktidarın sıcak yuvasında oturmuş, akıllarında bin bir düşünceyle analiz yapmaya koyulan koca koca adamlar ve kadınlar var. DEM Parti'nin yerel seçimlerdeki oy oranının düşüşünü, sanki tarihin akışını değiştirecek bir sırrı çözmeye çalışır gibi didik didik ediyorlar. Peki, gerçekten bir düşüş var mı?
Bir zamanların döngüsüne bir göz atalım:
- 2009'da DTP, yüzde 5,70 oy oranıyla dördüncü sırayı aldı.
- 2014'te BDP, oy oranını yüzde 4,22'ye düşürerek yine dördüncü oldu.
- 2019'da HDP, bir kademe gerileyerek yüzde 4,15 ile beşinci sıraya yerleşti.
- Ve nihayet, 2024 yerel seçimlerinde DEM, yüzde 5,70 ile dördüncü sıranın sahibi oldu.
Bir kez daha düşünün; bu döngüler, bu yükseliş ve alçalışlar, sanki bir nehrin akışı gibi doğal, belki de kaçınılmaz. Ancak, bu hikayenin altında yatan başka bir detay daha var. Devletin engin şefkatinin bir göstergesi olarak, (ironidir) bu partiler, her seçime farklı bir isim ve logo altında girmek zorunda kaldı. Bir başka ilginç not ise, HDP'nin 2014 yerel seçimlerinde, aldığı en az oy oranına rağmen, en fazla belediye başkanlığını kazanmış olması.
Yerel seçimler, işte böyle bir sahne. Bazen, az oy alıp çok belediye kazanabilirsin; bazen de çok oy alıp elinde avucunda bir belediye bile olmayabilir. Bu, siyaset sahnesinin ironisi, belki de hüznü.
Ve bu hikayenin izleyicileri var; havuz medyasının sadık seyircileri, bu analizleri, bu sohbetleri ağzı açık, şaşkınlık ve inançla takip ediyor. Ne yazık ki, bu koca koca adamların ve kadınların sözlerine hâlâ kulak verenler var. Siyasetin ve medyanın bu karmaşık dünyasında, gerçekler bazen gözlerden uzak, bazen de tam önümüzde dururken, göremeyiz. Hakikat, çoğu zaman izleyenlerin gözündeki perdeyi aralamak için bir fırsat beklerken, zaman, kendi ritmiyle akıp gider.
VAN'DA KAYYUM GİRİŞİMİ
Bir toplumun siyasi sahnesi üzerinde gerçekleşen oyunlar, zamanın ruhunu yansıtan aynalar gibidir. Adalet ve hukukun üstünlüğünü savunan her felsefi akım, iktidarın ve yönetim biçimlerinin halk iradesi ile uyum içinde olması gerektiğini vurgular. AKP'nin eleştirildiği, halk iradesinin yeniden gasp edilme girişimlerinin sürdüğü bu durum, demokrasinin temel ilkelerine aykırı bir tablo çizer. DEM Parti Van Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde elde ettiği zafer, halk iradesinin açık bir tezahürü olarak karşımıza çıkar. Ancak Abdullah Zeydan'ın memnu hakkının iadesi kararının hiçe sayılması, yargı kararlarının nasıl siyasi müdahalelere açık hale gelebileceğinin bir örneğini teşkil eder.
Felsefe tarihi, bize özgürlük ve adaletin insanlık için ne kadar temel değerler olduğunu öğretir. Platon'un ideal devlet anlayışından, Aristoteles'in adalet üzerine düşüncelerine; Locke'un toplumsal sözleşme teorisinden, Rawls'un adalet teorisine kadar uzanan geniş bir yelpazede, adaletin ve özgürlüğün korunması üzerinde durulur. Bu çerçevede, bir yandan halkın iradesinin sandıkta ifadesini bulması ve bu iradenin temsilcilerinin görevlerini yerine getirmesi demokrasinin temel taşlarından biri iken, diğer yandan adalet mekanizmasının siyasi müdahalelere açık hale gelmesi, hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verir.
Bu olay, siyasi iktidarın, hukukun ve yargı kararlarının üstünlüğüne nasıl müdahale edebileceğinin canlı bir örneğini sunar. Adalet mekanizmasının, siyasi çıkarlar için kullanılmasının önüne geçilmesi gerektiği açıktır. Halkın iradesinin gasp edilmesi girişimi, demokrasinin temel değerlerine yapılmış bir saldırıdır ve bu, sadece ilgili bölgedeki seçmenlerin değil, tüm demokratik toplumun sorunu olmalıdır. Demokratik kamuoyunun bu tür girişimlere karşı duyarlılığını artırması, demokrasiyi koruma ve hukukun üstünlüğünü sağlama yolunda atılabilecek en önemli adımlardan biridir.
Sonuç olarak, halkın iradesine saygı duymanın, demokrasinin var oluş sebebi olduğu unutulmamalıdır. İktidarın ve yargı mekanizmalarının, halk iradesini temsil eden kararlara saygı göstermesi, adaletin gerçek anlamda tecelli etmesi için elzemdir. Halkın seçimle belirlediği temsilcilerin görevlerini yerine getirebilmesi, demokratik bir toplumun en temel beklentisidir.