Gidiyorum senden Erciş. İçimden bir ses, bir daha görüşemeyecekmişiz diyor. Senin en güzel göründüğün yerden, Çelebibağı Bayırı’ndan geçerken otobüs, en güzel halini görüp yazmak istedim sana. Ne anasına, ne yârine iki satır yazmamış ben, sana yazmak istedim.
Yazdığım bu mektup Lady Montagu’ nun mektupları kadar meşhur olur mu? Veya İbrahim Hakkı’nın hanımına yazdığı mektup kadar usta işi olur mu bilemem. Sadece yazmak istiyorum sana.

Haddim mi bu istek diye düşünürken, bir annenin, oğluna mektup yazma konusunda tereddütlerini dile getirdiği satırlar geldi aklıma. “yazmayı akşam okulunda öğrenmiş birisinin, dünyanın en büyük üniversitesinde okuyan birisine mektup yazması edepsizlik mi olur diye düşündüm oğul. Sonra televizyon kanallarında, hiç çocuğu olmamış, hamile dahi kalmamış insanların, evlat yetiştirme hakkında nutuk attıklarını görünce, haddim galiba diye düşünerek yazdım sana bu mektubu. “
Sana hiç gelmemişler senin hakkında çok konuşuyor Erciş.
Şu an otobüs dursa ve şu bayırdan sana mesleğim piri peygamberimin ilk görev yerinden ayrılırken dediklerine benzer şeyler desem keşke. “ sen benim için değerlisin Erciş ama insanlar beni rahat bırakmadı.”
Sana gençliğimi verdim, sen bana insanları öğrettin. Denizkızının, cadı ile yaptığı anlaşmadan daha zararlı oldu sanırım bu alışverişimiz. Denizkızının sesi gitmişti, benim ise gençliğim.

Ömrümün en güzel çağlarında, senin insanlarının bile gelmek istemediği, senin bir köyünde sana çalıştım. Çocuklarını yetiştirdim seni daha güzel yapsınlar diye. Ben devletime hizmet ettiğimi düşünürken, haftada 15 saat çalıştığımı öğrendim. Senin köylerinde zaman farklı işliyordu da ben mi bilemedim Erciş.
Şimdi, Antakyalı Habib i Neccar gibi hissediyorum kendimi. O da sadece halkının iyiliğini istemişti ve halkı onu taşlamıştı.
Senden ayrılığın son kilometrelerine girerken, Habib i Neccar’ın son nefesinde söylediği sözlere benzer sözler söylüyorum içimden. “ keşke bana 15 saat çalışıyorsun diye hakaret edenler, benim bildiklerimi bilselerdi.”

Biliyorum unutulacağım, çok değil bir hafta sonra ben yokmuşum gibi devam edeceksin hayata Erciş. Kanının son damlasına kadar, İstanbul surlarını savunan Bizans İmparatoru nun soylu savaşı nasıl unutulduysa, sende beni unutacaksın. İmparator kazanan tarafta değildi. Bende güçlünün yanında olmadım ve unutulmayı hak ettim bu dünyada. Kızma bana Erciş, karakter meselesi olsa gerek. Güçlünün yanında olanın unutulmadığı bu dünyada, ben unutulmak istiyorum Erciş.
Benden ne aldın, ne verdin hesabına girmeyeceğim seninle Erciş. Birbirimizden aldıklarımız başka yerde bulunmaz. Sen bana gençliğimi veremezsin, ben senden öğrendiklerimi başka yerde öğrenemem. En iyisi helalleşmek.

Sen bana öğretmenliğin bu dünyada karşılığı alınmayacak bir meslek olduğunu çok iyi öğrettin Erciş. 3,5’un 4’ü yerin dibine batsın artık. Hesap makinemi ahrete saklıyorum.

Senden aldığım minicik pırlantaları sana daha değerli bırakıyorum Erciş. Onlar tembel değiller, senin değerlendirilmeyen değerlerinin farkındalar, asla pes etmeyecekler. Haksızlık karşısında Ömer gibi, fedakârlıkta Nene Hatun gibi, ilimde Ali gibi yetiştirildi pırlantaların.

Elveda Erciş, aldıkların senin, verdiklerin benim olsun.
Otobüs Buzlu Pınar’ a geldi. Geçenlerde birkaç meslektaşım bu mevki de kaçırıldı. Bakanım ise hala açıklama yapmadı. Ama garipsemiyorum artık. Depremde öğretmenler hakkında açıklamayı, tarım bakanının zarar gören hayvanlar hakkında ki açıklamasından daha sonra yapan bakanımdan beklemiyorum da. En azından birisi beni kaçırırsa açıklama bekleme stresi yaşatmayacağım insanlara.

Sen bu mektubu okuduğunda ise Erciş, ben seni hiç unutmamış olacağım…
Sende beş sene konaklayan bir öğretmenin…
 

Levent ÖZCAN