“Akıllandın mı yeğen “
Dönüp baktığım ayna bile her gün sorunların çözümsüzlüğünden biraz daha bıkan simayı bana gösteriyor. Ne kadar tuhaf değimli? Büyük bir topluluğun içersinde kendinizi hep yalnız başınıza his etmeniz. Yaşadığınız bunca sıkıcı duygulardan sonra, size tedavi gibi geleceğini düşündüğünüz sözleri bir daha asla duyamayacağınızın umutsuzluğu deli bir çığlık gibi yankılanır beyninizin tavanında.
Bir kaç gün önce çok değer verdiğim insan tadında bir insan yitirdim. Akıllanmanın mümkün olmadığı savaşın bütün akıllara hüküm ettiği bir bu süreçte “Akıllandın mı yeğen” sözlerine ne kadar özlem duyduğumu tarif edemem.
Dönüp baktığım ve her gün gördüğüm aynadaki sima bile bana dost değil artık, akılsız bir çoğunluğun içerisinde dost bulmak çok zor iken, bulduğunuz dostu yitirmek, dostsuz ve kimsesiz bir yaşam içerisine atar sizi.
Oysa etraf dostlarla kaynar fakat siz her kese, “dostum” diyecek cesareti bulamazsınız. O kadar takatsiz olursunuz ki, üzerinizdeki gömleğiniz bile ağır gelir bedeninize.
Yaşanılan bu durumda, hiç tanımadığınız bir insanın size dost eli uzatması kadar güzel bir şey olamaz; hele o insan, insan tadında bir insan ise. İçinizde ne var, ne yok, dökmek istersiniz, acısıyla tatlısıyla.
O sizi dinler, siz ise onu ve tamamlarsınız bir birinizi, “işte hayat, işte dost” diyerek derince soluklanırsınız gözlerinizi kapatarak. Alabildiğiniz kadar oksijen alırsınız ciğerlerinize, adeta boşluktan oluşan bir ateşi söndürmek ya da, tuzlu bir şeyler yedikten sonra uzun bir süre susuz kalarak musluğa yumulup su içer gibi.
Ölüm ve katliamlarla yoğunlaşan gündemin sıktığı bir anda, farklı bir soluğa ihtiyaç duymuşken, bunun imkânsız olduğu bunaltmaktaydı beni. Bu imkansız düşüncelerimin beni esir aldığı bir anda özgürlük ruhlu asi, ve çılgın bir insanla tanıştım. Tavla oyunu bahanesi ile bir araya geldik, O ustaydı tavlada, ben ise zar tutmasını bile beceremeyen bir acemi. Sadece tavlada değil hayat felsefesinde de ustalaşmıştı. O öğretmendi ben ise öğrenci olmaya adaydım.
“Dayı” diye hitap ettim kendisine, o da bana “yeğen” derdi. Göz kapaklarında oluşan çizgiler onun hayatta ne kadar ustalaştığının kimliğiydi, çektiği ıstıraplar yüzünden bir, bir okunabiliniyordu. ;Onu izlemek hayatı öğrenmek gibiydi.
Yüreğinde ağlardı hep, açmazdı içini, fakat dinlemek isterdi karşısındaki insanı, herkesin ihtiyaç duyduğu fakat asla bulamayacağı müthiş bir insandı,“Dayı”
Sol yanında taşıdığı bir ceset vardı, defin etmeye kıyamadığı bir ceset, o ceset sızlandığında Dayı acısını türküye döker gökyüzündeki yıldızlara bakardı, türküsünü yüreğindeki yangın eşliğinde ağıt yakar gibi söylerdi. O Türkü söylerken gözlerinden yanaklarına boncuk, boncuk yaşlar süzülürdü.
Hayata gülümsemenin özlemi içerisinde olan bu güzel insan, karşısındaki insanın gülümsemesi ile hayata olan gülümseme özlemini giderir gibiydi. “Şartlar ne olursa olsun gülümseyin” derdi. Dayı, Gülümsemenin ideolojik bir eylem olduğu inancındaydı,fakat kendisi gülümsemeyi pek sevmezdi. Bazen gülümsese de, bakışları onun gülümsemesinin neden olduğu konuya, “İroniydi” cevabı veriyordu.
Hayata karşı tutarsızdı, inanmak istemediği insana inanması mümkün değildi. Adı, Dayı’ydı.
Bir Pınar kadar asildi, bir savaşçı kadar yiğit ve tümer’di. Böyle bir insanla karşılaşmak gerçekten zordur günümüz toplumunda.
Hiç unutmadığım bir sözü var Dayı’nın, duymaya özlem duyduğum bir kez daha duymak istediğim o sözü çınlama gibi halen kulağımda, “Akıllandın mı yeğen”. Bu sözünde sonra Akıllanmanın sözde değil, yaşam alanında atılan adımların, atılacağı konusunda yapılacak ince hesaplar anlamında olduğunu fark ettim. Akıllı bir insanın duruşu ve davranışı ile ne kadar akıllı olacağını sergileyeceğini anladım. En önemlisi değer verdiğiniz bir insanı asla kayıp etme korkusu ile yaşanmaması gerektiğini, aksine korkunun değer verdiğiniz kişiyi kayıp etmenize neden olabileceği kanaatine vardım. Korku insana kayıp ettirmekten başka bir fayda sağlamaz. Tıpkı toplumumuzdaki sorunların çözümüne katkı sunmamızı engelleyen korkular gibi ve tıpkı bu sorunların bir gün kapıyı çalmamızı beklediğimiz korkusu gibi
İzninizle yazımın kalan satırlarını İnsan tadında, insan olan dağ yürekli Dayı’ya olan saygımı
Nâzım’ın şiiriyle dile getireceğim
Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
senin gözlerinle bakacaklar