Türk siyaseti, yıllardır cesaret edemediği, derin izler bırakan Kürt sorununu yeniden gündeme taşıyor. Ancak bu tartışmaların nereye evrileceği hakkında net bir şey söylemek zor. Son dönemde başlatılan görüşmeler ve sürece dair yapılan iyimser açıklamalar, sadece bir umut ışığı mı, yoksa kaybolan vicdanın yeniden kazanılma çabası mı? Bu sorunun cevabı, giderek daha karmaşık hale geliyor.

Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla hızlanan süreç, İmralı heyetinin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme ile başlamış olsa da, pek çok belirsizlikle karşı karşıyayız. Bu dönem, dikkatle izlenmesi gereken kritik bir dönemeç. Toplumda barış sürecine yönelik bir destek ve iyimserlik havası oluşmuşken, sürecin adı dahi netleşmeden nasıl bir çözüm önerileceği hala belirsiz. Devletin iç ve dış politikasındaki kararsızlıklar, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerleyip ilerlemeyeceğini sorgulatıyor. İçerideki askeri operasyonlar, kayyum atamaları ve Erdoğan’ın sert üslubu, barış dilinin çok uzağında kalındığını gösteriyor. İktidar ve muhalefetin tutumları da, sürecin sağlıklı bir zeminde devam edip etmeyeceği noktasında endişe yaratıyor.

Kürt Sorununa Yönelik Dar Çözüm Önerileri

Ancak en büyük sorun, Kürt meselesinin hala dar bir perspektiften ele alınmasıdır. Sadece PKK'nın silah bırakması veya Abdullah Öcalan’ın ev hapsine alınması gibi dar çözüm önerileri, sorunun büyüklüğünü ve derinliğini göz ardı etmekten başka bir şey değildir. Bütünsel bir çözüm olmadan bu süreç başarılı olamaz. Aksi takdirde, bu sadece sorunun göz ardı edilmesi anlamına gelir. Toplumun büyük bir kesimi, özellikle Kürt halkı, bu dar çözüm önerilerine karşı ciddi bir güvensizlik taşımaktadır ve bu güvensizlik, çözüm sürecinin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk-Kürt Kardeşliği: Sözde mi, Özde mi?

Yıllarca "Türk-Kürt kardeşliği" söylemleriyle umutlar yeşertildi. Ancak bugün, elindeki sopayla tehdit edilen bir halkın gözünde bu kardeşlik nasıl bir anlam taşır? Kardeşlik yalnızca dilde kalırken, diğer tarafta kayyum atamaları, haksızlıklar ve halkın iradesine saygısızlık giderek artıyor. Bu durumda, kardeşlik nasıl bir anlam ifade eder? Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşama arzusuna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz, ancak bu yalnızca sözde kalmamalı. Gerçek kardeşlik, eşitlik, adalet ve haklar temelinde inşa edilmelidir. Aksi takdirde, bu kardeşlik sadece bir aldatmacadan ibaret olur.

Barış Süreci Devam Etmeli mi?

Evet, barış süreci devam etmeli ve güçlü bir şekilde desteklenmelidir. Ancak bu süreç, "yenilen ve yenen" psikolojisiyle değil, herkesin kazanacağı onurlu bir barış temelinde olmalıdır. Eğer gerçekten samimi bir barış isteniyorsa, öncelikle devletin dilini değiştirmesi, sert üslubunu terk etmesi ve Kürtlerin haklarını sorgulayan politikalara son vermesi gerekir. Aksi takdirde, bu süreç bir başarısızlık hikayesinden öteye gitmez. Kürt sorunu çözülmeden gerçek bir barış sağlanamaz. Bu süreçte, herkesin kafasındaki kuşkular giderilmeli ve bu barış sürecinin Türkiye’nin bölünmeyeceği, iç ve dışta Kürt halkının haklarının korunacağı açıkça vurgulanmalıdır. Barış süreci, yalnızca PKK’nın silah bırakmasıyla sınırlı tutulmamalıdır. Türkiye’nin iç ve dış politikasında ciddi bir dönüşüm gereklidir. Bu dönüşüm ise yalnızca siyasi söylemlerle değil, aynı zamanda adalet, eşitlik ve halkların haklarına dair somut adımlar atılarak mümkün olacaktır.

Barış Süreci: Büyük Bir Fırsat

Barış süreci, Türkiye’nin geleceği için büyük bir fırsat olabilir. Ancak bu fırsatın doğru bir şekilde yönetilmesi gerekir. Hedef, yalnızca bir grup için değil, tüm halklar için eşit ve adil bir çözüm olmalıdır. Bu çözüm, kimseyi dışlamadan, kimseyi ötekileştirmeden kurulmalıdır. Belki de yıllardır kaçırdığımız en büyük fırsat budur. Ancak ne yazık ki, bu fırsatın iyi değerlendirilebilmesi için daha çok yol kat edilmesi gerekmektedir.

Devletin Paradigma Değişimi

Bir diğer önemli konu ise, devletin Öcalan ile yapılan görüşmelerin ardından olgunlaşan çözüm paradigmasıdır. Devlet Bahçeli’nin süreci başlatması, bu paradigmanın olgunlaşmasıyla mümkün olmuş olabilir. Arka planda yürütülen görüşmeler, sürecin daha sağlam bir temele oturmasına katkı sağlamış olabilir. Umut edileni, bu görüşmelerin yıllardır süren bu meseleyi çözüme kavuşturacak somut adımların atılmasına vesile olmasıdır. Sonuçta, Kürt sorununun çözümü yalnızca siyasi bir irade meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm ve eşitlik mücadelesidir. Gerçek barış isteniyorsa, bu barış yalnızca bir grup için değil, tüm halklar için eşit ve adil bir çözüm olmalıdır. Kimseyi dışlamadan, kimseyi ötekileştirmeden kurulan bir çözüm gereklidir. Ancak bu, sadece bir başlangıçtır ve doğru bir şekilde ilerleyebilmesi için çok daha fazla çaba ve irade gerekmektedir.