10. Köyün Solcuları
               (Türkiye’de Sol Çözümlemeler-1)


'Sol
içinde
sağcılık'
 
            deyip meraklı olan gözlerinizden beyninize gireceğim; beyinlerinizde beni üç şey bekliyor olacak.
 


‘Düşünce olan bana’ değer verip de yurdunuz yurttaşı yapabilirsiniz mesela...
Ya da gardiyanlığınızla beni zindanınıza değil, zindanlarınıza gömersiniz!
Ya da beni kovarsınız…
Ne de yaparsanız yapın, inanın var oluşumdan başımı kaldırmamın sebebi; toplumcu olmayan bir varoluş mücadelesinin denizsiz bir gemi olmasına inanıyor olmamdır, denize olan aşkım olmasa, bir şeylere müdahale etme mecburiyetinde olmazdım. Müdahale mecburiyetindeyim.






Efendim; sol içinde ne kadar demokrasi var, diye sorumu sorup çok kısa bir süre aranızdan ayrılıyorum.


Evet, sanırım sorumu düşünecek kadar sizi kendinizle baş başa bıraktım, az zaman verdiğimden yakınanlar aldanmasın; zira benim düşüncede geldiğim yere göre ‘potansiyel düşünceden’ hızlı hiçbir şey bulamadım, yeter ki o potansiyel kinetik kazansın; anlayacağınız, eylemsiz düğün olmuyor. Efendim, sol içinde çoğunlukla demokrasi yok. Tek tipleştirilmeye karşı örgütlenen sol oluşumlar, kendi içinde, kendilerine bile itiraf etmeseler bile bir gerçek var ki; çoğunlukla tek tipçidirler. Oysa bu korkunç çelişki gerçekleşmesi hayal edilen yarının umut katilliğidir. Biyolojik önderler yaratıp onlara tapan sol örgütler, Arap Yarımadasındaki putperestlerden biraz daha entelektüeldir. Oysa her zaman da söylediğim gibi, insanın olağan üstü bir yapısı var, o potansiyel kullanıldığı zaman, öndersiz ve peygambersiz bir şekilde de pekala yaşayabilir. Ama biz hala gerçekle aramızda elçiler kullanıyoruz, çünkü biz korkağız. Çünkü biz, biz değiliz; şayet biz, biz olmuş olsaydık, gerici tarikatlarda gök delenler diker gibi sol örgütler kurmazdık.



Kendi tüzükleri dışındaki tanrılara yapılan her saldırıyı abartılı bir şekilde alkışlayan gruplar, ne yazık ki kendi tüzüklerinden tapınaklar icat etmektedirler ve o tapınaklarda icat ettikleri tanrılara tapmaktadırlar. O dışarıdaki tanrılara saldırdığınız zaman sizi abartırlar, överler… Ancak mesele kendi tapınakları ve tanrıları olunca ve siz başınızı kaldırıp da onlara gözünüzün üstünde kaş var derseniz, inanın o abartılı insan eylemleri, aynı potansiyelde yergi-saldırı olarak size geri döner. Bunun temelinde sevgisizlik ve bilgisizlik(dogmatik bilgi) var. Sizi gidi demokrat ayağında sevgiden fukara dogmatik insanlar sizi…



Esnekliğin, öz eleştirinin gittikçe daha da terk-i diyarlaştığı bir çağdayız, yoksul halkların karnının doyurulması için bir araya gelen bizler; sevgi fukarasıyız. Oysa Sivas’ta yakılan Anka Kuşu, evet Sivas Madımak’ta yakılan Hasret Gültekin’in de dolayında dediği gibi: ‘Dünya alışkanlıktan değil sevgiyle döner…’ Sevgiliymişiz gibi görünmek için sevgili olunamaz, bu yanılma ve yanıltma ayaklarını bir yana bırakalım, inanın otomatik sevgilileriz…


Birey, birey olduktan sonra mı biz kavramı oluşur; yoksa toplum oluştuktan sonra mı birey olunur…  Ne liberalist, ne de sosyalist tartışmalara girmeye niyetim yok; ama şu klasik bir gerçek ki her çiçek kendi renginde güzeldir. Yangınlar içindeki bir dünyayı devrimle söndürdükten sonra ne yapmak istiyoruz? Bir gül bahçesi mi, ya da bir karanfil bahçesi mi; yoksa bir çiçekler şöleni-farklılıklar halayı mı kurmak istiyoruz, bu çok önemli. Buna vereceğimiz cevap her ne kadar en akla uygun olan olsa da, pratikte yaptığımız ya da birçoğumuzun kavram-karşılık hatasına düşerek aslında yaptığımız şey; tek tipçiliktir. Sol örgütlerin her biri kendi içindeki bireyleri ne kadar tek tipleştirmiyor, bireyler ‘sol örgüt içinde’ ne kadar özgür irade sahibiler? Özgür irade sahibi olmak nedir, başkalarının özgürlüğüne kadar olunan özgürlüğün sınırlarını kim belirlemelidir….



Onu da bir yana bırakalım; peki tek çatı altında bir araya gelen sol örgütler o çatı altında ne kadar kendileridirler, farklı zeminlerde mücadele eden sol örgütlenmeler tek bir zemin altına örgütlendikleri zaman farklılıklarını koruyabiliyorlar mı… Tek tipleştirme olayı var mı yok mu, şayet varsa bunun etkileri nelerdir, bu durum masum görünse de her yarının daha da yanmasının sebebini, masum görüntülerin sonraki sahneleri olduğunu biliyor muyuz… 


Biyoloji derslerinde, hücre nedir, diye hemen hemen bu yazıyı okuyanların çoğuna mutlaka sorulmuştur, hücre vücudun en küçük yapı taşıdır. Ve vücudu oluşturan hücreler her ne kadar benzer şekil ve şemalde olsalar bile, aslında farklılar. Hücreler örgütlenip çeşitli uzuvları, o uzuvlar da bir araya gelerek organizmayı oluşturur. Şayet o organizma düşünen hayvan olan insansa örgütlülük bilinçli bir şekilde devam eder. Organizma kendi farkına vardıktan sonra, ya da daha sonra farkına varıp kendisini bir insan örgütlenmesi içinde bulur. O örgütler de bir şekilde tek çatı altında örgütlenebilirler. Vs…



Peki organizma oluştuktan sonra, biz vücudumuzdaki hücreleri tek tipleştirmeye çalışırsak ne olur; sadece tek tip yaratık oluruz. Bu şekilde de, ne kadar olması gereken olunur, o da tartışılır.



Solun solu var
bir de, yarını asıl kurtaracaklar solun solcularıdırlar. Bu özellikleri taşıyan sol oluşumları 9 köye benzetirsek; evet efendim, ben yarının umudu olarak 10.köyün solcularını görüyorum: 



10. Köyün solcuları; tek tipleştirilmeye, eritilmeye, asimilasyona karşı bir araya gelip örgütlenen; örgütlü oldukları çatı altında da tek tipleştirilmeyen ve bu şekilde de yaratıcılıklarını yürekleri gibi varlıklarında taşıyan güzel adamlar ve de kadınlardır.



10.köyün solcularının bir arada bulunduğu bir çatı var mıdır, ya da var olan çatılardan biri bu tarife uygun mudur; açıkçası belli bir süredir arayıştayım, kitaplarını okuduğum-yayınlarını yakip ettiğim-dinleğim Türkiye Sol Hareketlerini yeterince yaratıcı bulmadım, ne ben onları onaylayabildim ne de onlar beni. Sorun; ya genç ve cahil olan bendeydi ya da onlar iyi niyetli olmalarına rağmen kendilerine ahmakça  çerçeveler çizerek ayazda kör ebe oynuyorlardı...


Kendi farkında olan bir birey olarak kendi farkında olan bir sosyal mücadelenin içinde yer almak istiyorum. Dediğim gibi, kendi zeminimi kaybetmeden örgütlü bir zeminin parçası olmak... Zira insanın var oluşunda ilerleyebilmesi aşama aşamadır; ekmek, su, hava gibi; insanın en temel ihtiyaçlarından biri de örgütlenmesidir, zira insanın kendisi örgütlü bir yapıya sahiptir, örgütlenmezse insan, tek bir hücrenin ifade ettiği kadar şey ifade eder; tek bir hücre; ne kadar tadar, ne kadar yer, ne kadar içer, ne kadar yaşar... Ne kadar da ne kadar işte… Örgütlenmezse insan, 'asıl' kendisini inkar eder.
 
 
 
 
                                                                          02:45 / 11.03.2013 /İstanbul