Biz Bir Ceviz Ağacıyız,
                 Taksim Gezi Parkında
 


2013 İstanbul’undan, İstanbul’dan yarınlara düşürülmüş hal û vaktimizdir ve Haziran’dayız. O Haziran ki şairler onda öldü derler, şair ölmez dostum, şairler yaşarken dirilenlerdir. Bak mesela Nazım Arkadaşıma, ne demişti: ’Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkında.’ Ve Bak şimdi Taksim Gezi Parkına, gördün mü Nazım’ı! Ahmed Arif Gezi Parkındaki Ceviz Ağacını sarmalamış; yarına ses, yarına nefes vermeye çalışıyor, duymuyor musunuz Arif’i, Büyü Adiloş Bebe büyü, diyor!
 


Taksim Gezi Parkında bir ceviz ağacı var, ceviz ağacı ki çok yaşar geç kırılır, her dalında toplumsal bir sorunu barındıran Gezi Parkındaki Ceviz Ağacı yıkılmasın diye, insanlar tomalarla savaşıyor…


Her gün bahçeleri olan şirin evlerden birkaçı yıkılıyor, yerlerine yüksek binalar dikiyorlar. Az kaldı ha gayret, Allah’ın yanına varıp: ‘Hi! My god!’ diyecek, iyi halt edecekler. Ve Gezi Parkı da kentsel dönüşüm döngüsünde muhtemel bir AVM’nin zemini olarak planlanmış. Biz insan halkı kadar faşist, öteki doğa halklarına karşı da ahmak olan başka bir tür daha var mıdır?
Gezi Parkını yıkmaya çalışıyorlar, kahraman erkek polisler, azımsanamayacak çoğunluğu kadın olan Gezi Parkındaki ağaçların yoldaşları olan kitleye karşı, ellerinde biber gazı ve tüm aşağılık hisleriyle, misyonlarınca kendilerini ifade etme fırsatı bulmaya çalışıyorlar. Polislerin babasını bir gün yakalarsak bir yerde, ki her iktidar onların biraz babası olsa da, o iktidarlar arasında hangisinin baba olduğu da belli değil ya ve o babayı bulabilmemiz mümkün olmadığına göre, evet o babaların hepsine birden ’şeker’ deyip Ali Şeriatileri de yanımıza alarak; şöyle sorabiliriz: 


Kıç kıça yaptığın için çoğu cemaatsiz olan ve de boşu boşuna yer kapladığı gibi devlet kasasından da gereksiz para aktarılan Camilerinden birkaçını yık şeker erkek, dersek... Şeker bize nasıl bir yanıt verirdi? Şeker aslında şeker olmadığı için bize sözle cevap vermez,  kendine çuvaldızı sokmadan ötekileştirdiklerinden biri de biziz ya, evet şekerin cevabı oldukça mide bulandırıcı olurdu: ’Biber gazıyla boğulun!’ Sayın seyirciler değil de toplumsal sorunları iliklerine kadar yaşayan dostlar; şeker utanmaz bir adamdır, o kronik bir namussuzdur, neden mi, biz Evladı Şeyh Bedrettin’iz, sözümüzün altını da elbet doldururuz. Şimdi, şekerin gazetesinden başlayalım… Gazetenin patronu; ABD’de yaşayan, bir zamanlar Saîdê Kurdî Erzurum’a geldiğinde gidip de onun arkasında namaz kılmayan ve öz savunmasını da, ben bir Kürdün ardından namaz kılmam diye yapan, Erzurumlu Hazreti Feyzollah Ağlayan Hoca Efendidir. Ya rab, şayet sen gerçekten de varsan ve gerçekten de samimi bir şekilde inanan Müslümanlar varsa,
Euzu billahi mineşşeytânirracîm û veminşerriFeyzollah! Şekerin pek fazla tek olan Türkiye dizisi var bir de, birlik ve beraberliğimizi aşırı teröristliğiyle sağlayamamış olacak ki bu mübarek dizi, hemen yamacına bir de aşırı derecede şefkat tepesi diye bir kardeş daha dikmiş. Ez zumlu la yedumu!



Ceviz Ağacı rehberimiz olsun, onun dalları arasında gezmeye devam edelim, tarihte bizi yolculuğa çıkarsın, 1919’lara gidelim… Şekerinin namaz kılmayan ve de şeklen oldukça farklı görünse de sonuçta aynı kafayı yaşayan amca oğullarından Beyaz Adam, evet Beyaz Adam da Amerika'ya Medeniyeti Getirmiş(!), Getirmişti ya... İttihatçı ahmaklar da Anadolu'ya... Tarih 19 Mayıs 1919 bilmem hangi yaşın ne bayramı… Peki bu bayram 1919’dan beri mi kutlanılıyor, hayır, 1930’lardan bu yanadır bu kutlamalar var.
Bu kısır resmi tören, kendisi de bir şeker olan Hazreti Hitlerin, olacaksa  estetik beden olsun kardaşım- estetik olmayacaksa şayet, evet o zaman da estetik olmayan bedenler doğduklarına pişman edilsin, anayasasından esinlenerek, evet Hitler’den esinlenerek 19 Mayıs kutlamaları başlatılmıştır. 19 Mayıs, ordusunu dağıtarak Avrupalılara iyi bir adam olduğunu ispatlayıp Samsun’a gitme şerefine nail olmuş ve orada bulunan Topal Osman gibi zalimlere, Avrupa ve Osmanlı Devleti Aliyelerinin ’vur emrini’ vererek, bir başka Kızılderili katlini başlatan beyaz adamın ulu bayramıdır. Ax devletlerin rutin palavraları, ax tipsiz posuna bakmadan estetik bekçiliğine soyunan şeker Hitler’ler! Önce resmi törenler; ana caddeleri, stadları, boş meydanları doldurur, sonrasında resmiler, resmilerden de en çok adamlar ve de sayıları az da olsa burunları gök kubbeye 45 derece kalkıp olan oldukça yüce Cumhuriyet kadınları, ruhsuzlaştırdıkları estetik bedenlerin hareketlerini izler, hatta bir asker: ’Çok estetik kat kat olmuşsunuz!’ diye cemaate seslenir. Katlar halindeki cemaat ulur: ’Sağ ol, uluuuuuu komutanım!’  19 Mayıs 1919 günü, birçoğu için 19 Mayıs bilmem ne bayramı olabilir, ama bizim için palavradan bir bayram ve de gerçekleri uzaklarda bir anma günüdür... 19 Mayıs 1919 günü, Avrupa’ya şirin görünmek için ordusunu dağıtmış olan bir askerin, Fikriye’nin ahını almış bir adamın, yine Avrupa’nın emrindeki bir padişahının emri ve tüm yetkisiyle Samsun’a çıktığı ve Avrupa-Padişah-Şirin Asker hiyerarşisinin sonucunda da Samsun’dan başlanarak Karadeniz’in yerli halkına uygulanan Soykırımın Yıldönümüdür. Anlayacağınız bu adam Fikriye’ye ne yapmışsa, aynı rolünü Pontus’lara karşı da oynamıştır. Kendisi de bir eserinde şunu der, beni iki kadın sevdi, biri beni… Ötekisi ise beni(mkoltuğumu)… Ax Şekerler ax, Çankaya köşkü önünde intihar eden Fikriye, evet olayın üstünden neredeyse bir asır geçecek ama hala da gündeme getirilmiyor, zaten intihar döneminde bu haberin yayınlanması yasaklanmıştı, ne gibi mi? Reyhanlı gibi!!!



Reyhanlı, deyip Şekerlerin Tv’lerinde bizler için hazırlanmış haber bültenlerini açıyoruz, iyice görün dostlar, daha sonra Ceviz Ağacının gölgesine çekilip bu kanalları, zehir akan bataklıkları kurutmak için seyir defterleri yazacağız:



Bütün Haber Merkezlerinden sizlerle karanlık olmayan bir bültenle yine karşı karşıyayız Sevgili Sayın Seyirciler! Ey dizi diziciler, dizi dizici olmasa da hazreti iktidarın emriyle böyle olmaları emredilenler; nasılsınız? Nasıl olduğunuzun cevabını duyacak zamanımız olmadığından gündemimize hızla devam edelim. Behlül bugün yengesine ne yaptı? Peki güya düzeni devirmeye çalışanların tanımladığı gibi bir endüstri afyonu olmayan, aksine oldukça değerli bir spor olan ligimizde neler olup bitiyor, Büyük Spor Partisi Salatasaray 1 Mayıs 2013 gününde İşçilere kapatılan Taksim meydanına kahramanca girmiş, polislerin eşliğinde valiyle bakanı havaya zıplatmışlardır. Yüce vahiy yerine zıplamış olan bakan ve vali, yeni ayetleriyle tekrardan yer yüzüne inmiş bulunmaktadırlar. Kuran’a inandıklarını söyleyen yüce devletimiz, elhamdulillah, Kuran’la da paradox oluşturmamaktadır, nasıl mı? Kuran’da ağaçların ve öteki halkların birer ayet olduğundan bahsedilir; ama bu dilleri Kuran olsa da, elleri kanlı olduğu söylenilen, ama görüntüde kanlı olmayan, boyunları hep kravatlı adamlar, o ayetleri yok ederek kendi ayetleri olan AVM’leri, beton kaleleri onların yerlerine dikerek Tanrılığa soyunup inandıkları Allah’la ters düşerek, yine kendi kitaplarında günahların en günahı olan şirk koşma eylemini her geçen an biraz daha gerçekleştirmektedir, diye dillendirilse de inanmayın ve bu durumu da kurcalamaya kalkışmayın ha, sizin daha önemli işleriniz var, mesela yüce Allah’ın izni ile Alevi mahallelerinde kapı işaretleyecek Mücahit Müslümanlar ve de Kendisini Türk Hisseden kardeşlerimize ihtiyacımız var, herkes bulunduğu yerin polisidir, nerede yakın temas halinde kadınlar ve erkekler görürseniz, vatan bir bütündür, diye bağırarak bütün insanları bölün, ayrılsınlar; caiz değildir! Ve Allah korusun zerre ihtimali olmasa da küçük bir kaza sonrasında 8 metrelik çukura düşüp de burnu kanamasın diye, 1 Mayıs 2013 Günü, Dîlan isimli bir çocuk Taksim’den uzaklaştırılmaya çalışılmış, bakmışlar ki çocuk burnunu kanatmaya meyilli, o zaman da yüce devletin şefkatli kolları bu çocuğun burnu kanamasın diye onu öldürmüş, öldürmüş de Dîlan ölümü kabul etmeyip,  yolunu  büyümek konusunda belirleyerek suç işlemiştir. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde, iktidar mücadelesi yürüten kuduzların başlattığı savaş sonrasında, 11 Mayıs Günü 100’lerce insan ölmedi, her şey güllük gülistanlık, sadece küçük mal hasarlarımız oluştuğunu da mal olmayan, gören değil de bakan olan gelip geçici de olmayan bir adam:
452 hasarlı işyeri tespit edildi. 62 araç tahrip oldu, 293 konutta da çeşitli hasarlar var. Bu zararlar karşılanacak, Reyhanlı'nın yaraları sarılacak,  diyerek hayatlarını dinin ve paranın kudurganlığına kaptırmış olanların yakınlarına da büyük bir terbiyesizlik yapmamıştır. Yaşasın Bakanımız, durmak yok yola devam, birazdan kim kime ne yaptı magazin haberlerine geçmek için programlanmış bünyelerinizden heyecan taşıyor, biliyoruz, heyecan içindeyken şu an şunu düşünmemiz Allah katında en uygun olandır; şarap haram, helal olan ise ayrandır. Büyük müteahhit Cin Ali’nin reklamını verdikten sonra tekrar beraber olacağız, sakın ekran başından ayrılmayın, daha sonra tabii ki ünlülerin kuyruklarına takılacağız! 



…Gece 10’dan sonra herkes saklandığı yerde serdiği seccadesinde gruplar halinde cennetler kursun. Zaman cemaat zamanıdır. Nehirleri şarap akan meyhane cennetinde, erkek pavyonu-hurilerle dolu olan kerhane cennetinde, evet herkes seccadeleri üstündeki cennetlerinde potansiyellerini çoğaltsın; daha çok katil olsunlar, daha çok hırsız olsunlar ve daha çok tecavüzcü olsunlar, olsunlar da olsunlar, hedef 2023, durmayın, size cennet öneriliyor, inşallah cenneti ele geçireceğiz, durmak yok yola devam, ha gayret, az kaldı inşallah…



Bu ülke o kadar kirli temellerden yükseldi ki, iktidarın başında her kim var ise onların her boku yemesi yasal, hepsi haktır da; başına çoraplar ördüğü ve çoğu bilinçsiz olan bir halkın yaptıklarının farkına vardığı anda isyan çıkarması provakasyon oluyor değil mi, kardeşliğimize ve de hercai bilmem kaç tane birlik ve beraberliğimize zarar veriyor? Mesela, Reyhanlı Halkı taziye kentlerinde ‘Hawar!’ dedikleri için ikinci bombayı da böyle yedi… Reyhanlı’nın üstünde bir soru dolaştı: ’Asıl nedene inmekten ziyade, Reyhanlı’daki bombayı kim patlattı?’ Bombanın kimler tarafından patlatıldığı, yani maşa olarak kimlerin kullandığı o kadar da mühim değil, katiller bellidir zaten. Neden nedenlere inmiyoruz da, kişiler ve olaylarla uğraşıyoruz, çünkü bu da aşağılık adamların işlerine gelen bir durum ve bizler farkında olmadan onların ekmeklerine yağ sürebiliyoruz. Burada şuna dikkat edilmelidir: ’Bir savaş var ve biz de artık bu savaşın içindeyiz…’ Reyhanlı’da bomba patladı, üç kardeşten hangisi bombayı taraftarına patlatmışsa da, sonuçta aynı taraf patlatmıştır. Sonuçta üç takım da aynı ligin şampiyonluğuna oynadığı için al birini vur ötekine! 1-Terör Örgütünün beyni, okyanus bir boğazsa, okyanus ötesindeki Terör örgütünün beyni olan Vampir Maykıllar… 2-Terör Örgütünün Ortadoğu’daki şekercileri  olan Feyzollah Efendiler… 3-Kürtlere yıllarca  üst bir pencereden bakmış olan Suriye Kemalisti Esad Ağa… Esad Ağa dedim de, bir Alevi olan Esadın yıllarca Kürtlere yaptığını, yıllarca Alevilere yapmış bir adam olan, Hazreti Osmanlı Devletinin çok değerli padişahı Yavuz Sultan Selim Hoca Efendinin adına, evet onun adına İstanbul’da 3. Bir köprü yapılıyor, hey zalim olan biz insanlar, yine kendi türümüz ötekileştirdiği diğer doğa halklarına karşı faşizmi büyütecek. Kendi türümüzün faşistliğini daha da reddedip, daha da karşı taraf olmalıyız: ’Yaşasın Doğaya Karşı Beyaz Adamlık Yapan İnsan Faşizmine Karşı, Doğa Halklarının Dostluğu!’
İstanbul'daki 3. Köprü'ye Yavuz Sultan Selim adlı Alevi-Bektaşi-Kızılbaş celladının adı konulacak, bu köprünün yapılmasıyla beraber; börtü böcek, hayvan bitki, akla gelebilecek diğer halkların direkt ya da dolaylı olarak yaşam alanları daraltılacak ve işgal kuvvetleri olan insanlar onların topraklarına bir kez daha girecek, ama insan işgal ettiği topraklara bu kez daha önceki girişlerinden daha da kahpeleşmiş haliyle girecek. Bu köprüye Yavuz’un isminin verilecek olması, inanın bizde pek bir şaşkınlık yaratmıyor, zaten verilmesi gereken birkaç isim var ve bunlardan biri de Yavuzdur. Faşizm misyonuna uygun davranıyor, kalkıp da bir katliamın adına Şeyh Bedrettin adını koyacak değildiler ya… Yavuz denilmişken, kimdir Yavuz? Ona Yavuz denilse de 'Taş Yürekli', 'Hunhar' ın tekidir. Venedikli bir seyyah onunla ilgili 'Selim, savaş ve fetih hariç bir şey düşünmeyen zamanın en hunhar adamıydı' demiştir. Hazreti Sultan Selim, babasını, kardeşlerini öldürdü, o bir katildir, 'Nizam-ı Alem' için yeğenlerini bile boğdurdu, padişahlık devrinde 7 vezirinin başını vurdurdu, yoldaşlarını bir patronun işçilerini kullanması gibi kullanmıştır, öyle ki en yaygın beddua 'Keşke Selim'e vezir olasın oğuuuulll!..' idi. Vezirleri vasiyetnamelerini cebinde taşırdı, Anadolu ve İran tarihçilerine göre Sultan Selim 45 bin Anadolu'da 20 bin İran topraklarında olmak üzere 65 bin kişiyi 'dinsiz ve sapık' diye öldürmüştür... İşte Doğaya karşı açılan savaşın enkazından sonra hayal edilen bilmem kaçıncı boğaz köprüsüne verilecek ad, bu katili yaşatmaktır.



Biz anlatmaya devam ederken Gezi Parkındaki Ceviz Ağacı hala ayakta, Ceviz Ağacı bizim için, bütün doğa halklarını dallarında sorunlarıyla beraber ayakta tutan bir metafor haline gelmiştir. Ve o ağaç ayakta dururken, bir devlet başkanı şöyle diyor: ’Orayı tamamıyla, Taksim Meydanını yayalaştırarak insanın emrine sunacağız, insanoğlu orda gidip dolaşacak, peyzajıyla, her şeyiyle...’ Evet, kendi türümüz, kendi ırkımız diğer halklara karşı zulüm yapıyor, zulüm nerde varsa karşısında durmazsak nefesi aldığımız hava bize küsecek, her öldürerek yaşadığımız anla beraber, yarınlardan birilerini  öldürerek faili zamanda saklı birer katil olacağız!



Taksim Gezi Parkındaki Ceviz Ağacı hala ayakta, ülke genelinde ölen ve yaralananlar var, Ceviz Ağacı düşmesin diye düşmek ölmek değildir… Polis çıldırmış bir şekilde Taksim’i birkaç günlüğüne Kürdistan’a çevirmiş bulunmaktadır. Kürdistan Taksim’i anlıyor, anlıyor da, acaba bu olaylardan sonra Kürdistan daha iyi anlaşılabilecek mi…



Efendiler, sizin için kaygı uyandıran durum, haddi hesabı olmayan biber gazı kullanmanızın ardındaki gerçek durum, ne cennet vatanınız(!) ne de kardeşlik naralarınız değildir. Biz birilerinin namus ve şereften bahsettiği kadar, namussuz ve şerefsiz olduklarını biliyoruz, bunu bilecek kadar büyüdük. Sizin vatan dediğiniz yerler pazarlarınız ve de kardeşiz dediğiniz sigortalarınıza muhtaç olan insanlar da kölelerinizdir!.. 



Ceviz Ağacının bir dalında yazıyor ki: Dün Roboskî, bugün Reyhanlı:



Reyhanlıda Tanrının vekilleri ile köleliği üstlerinden atmaya çalışan halk arasında yoğun çatışmalar yaşandı, her an da yaşanabilir ve doğal akışında yaşanacak da... Yayın yasağı ile köşeye sıkıştırmaya çalıştıkları küçük bir ilçeyi, daha sonra da o çıkmaz sokakta dilsizleştirmeye çalışan iktidar, daha önceki ataları gibi ''cennet vatan'' dedikleri tapuları kendilerinde olan köle pazarlarını, can çatışmalarından göklere feryatlar gönderen meydanlara çevirmiş bulunmaktadır.
 


Gezi Parkındaki Ceviz Ağacının dili olsa, evet dili olsa da bağırsa, belki de onun dili biziz, bağırsa da çevresinde toplanmış olanlara neler der, mesela ulusalcılara, laiklik muhabbetiyle özgürlüğü giyim şekline ve de serbest yiyip içmeye şartlandıranlara… Ben biz olup bu sosyal şoven kucaklarda büyümüş olanlara Taksimdeki Ceviz Ağacını temsilen konuşacaktım, ama biz de bu temsil hakkımızı bir Tranüel arkadaşımıza verelim, bakalım Tranüel arkadaşımız neler diyecek:



"Bugün Antalya'da saat 17:00'de toplanalım dedik, gittim.
Bayağı da kalabalıktı hani… İçerilere doğru yürüdük, durduk. İlk atılan slogan "İbne Tayyip" oldu;  eşcinselliği aşağıladık.
İkincisi "Orospu Çocuğu Tayyip" oldu; kadın olmayı, "Kadınlık"ı ve işçilerini aşağıladık. 
Sonrasında Türklük sözleri, Irk yüceltmeleri, Türk bayrağı ve Onuncu yıl marşı, ardından da İstiklal marşı ve "Kurtlaşmış eller" geldi; Kürt'ü, Laz'ı, Ermeni'yi, Çerkez'i, Alevi'yi dışladık, aşağıladık, yok saydık.
Tam bu topluma dair inancım yeni yeni oluşmaya başlamışken tekrar yerle yeksan oldu… Siz çok yanlış anlamışsınız bir şeyleri hacı, diyerek gruplaşmadan öteye geçememiş yerden uzaklaşarak içlerine özgürce karışabileceğim bir örgüt aradım, zira örgütlü insanlar yaşam alanıdır.



Ve ben oradan ayrılırken, arkamda yükselen Antalyaspor 07 gençlik tribün sloganları…"



Devrimciler bunu yapmaz! İşte bu yüzden CHP terbiyesi ile büyümüş olanların o alanı yozlaştırdığını düşünüyorum, bu küfürleri bir devrimci yapamaz, yapamaz çünkü yaptığı an ortaklarına özeleştiri vereceğini bilir. Bu zeminsizlerle, örgütlü değil de hala grup mantığıyla hareket eden herifler; birçok Kürt, eşcinsel, kadın arkadaşımıza karşı sözsel ve pratikte hadlerini aşmışlardır. İzmir’den Gezi Parkı ile başlayan eylemlere destek vermek için sokaklara çıkan bir arkadaşımız da Tranüel arkadaşımızın söylediklerinin üstüne şunları ekledi:


İzmir'de de aynı durum fazlasıyla mevcut. Ağza alınmayacak tribün küfürlerini sloganlaştırarak bağıran, ırkçı, erkek egemen bağırışlar sarıyor her tarafı. Aşırı alkol tüketimi ile beslenen bu kalabalıklarda Gezi Parkı ile ilgili bir talepten, tepkiden ziyade Cumhuriyet Mitinglerindeki hava vardı. Bir avuç onurlu, yiğit, direngen devrimci yapı dışında İzmir'de durum bu. Beraber yürüdükleri kadınların yanında kadını aşağılayan, beraber yürüdüğü Kürdün yanında Kürdü aşağılayan, tranüellerin yanında onları aşağılayan, Komünistin yanında komünizmi aşağılayan bu sosyal şoven durum, İzmir’in yabancı olmadığı bir durum, belli. BDP'ye saldırı da bu durumun sonucuydu. Orda devrimciler olmasa BDP yağmalanabilirdi de. Yine devrimciler dışında kimsenin Roboskî'yi hatırladığı da yok. Kadifekale'yi yıktılar, o da yok, Sulukule'de evsiz bırakılanlar da yok, yollarda katledilen mevsimlik işçiler de yoktu... Var olan yalnızca alkol ve Cumhuriyet...'''



Mesele bu ve birçok Çınarlaşmış yürek Ceviz Ağacıyla beraberken, bu ayaklanmanın Arap Baharının Ortadoğudaki turuncu bir uzantısı olarak kalmaması için, sosyal şovenlere dikkat etmemiz lazım. Bir anda, yani oldukça kısa bir sürede hükümetin istifa etmesi henüz alternatif bir hükümetleri olmayan bize değil, yarasa yarasa; sosyal şovenlere, milleyetçilere ve öteki bağnazlara yarar ve bu durumda da İsmet İnönü’den Adnan Menderes’e, oradan tekrar ulusalcılara, oradan tekrar Menderes’çilere iktidarın çemberde bir top gibi dönme durumu gerçekleşir ve bu yeşil ergenekondan kurtulurken eski ergenekonu başa getirmek olur.
Ceviz Ağacı toprağın derinliklerine doğru uzanmışken, yapraklarını her an dumana boğulacak gökyüzüne doğru açmışken; acaba neler yapabiliriz de polis iktidarından kurtulmaya çalışırken turuncu bir iktidarı başımıza getirmeyiz diye çözümler aramalıyız. Devrimci örgütler Gezi Parkındaki Ağaçlar gibi bir araya gelmeli ve farklı zeminlere sahip örgütler tek bir zeminde, bu olaylar tatmin edici bir yarın doğuruncaya kadar, oldukça göz önünde ve olabildiğince yüksek bir sesle, bir  "Direniş Komitesi" oluşturmalıdırlar. Ve bu komitenin tek bir bayrağı olmalıdır… Yılmaz Odabaşı geçmişi çok güzel özetlemiş, şiirlerin sonunu yeniden yazmalıyız, hiçbir şiiri boynu bükük bırakmayıp sonuna ’’ Sonunda Başardık!’’ diye kazımalıyız : 



…İyi yürekli çocuklar o mahallelerden düzineler halinde geçmekteydiler... Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce büyümekteydiler… -işte bu vuruşlar sürdükçe maç mı alınır ulan sayın ağabeyler. Puşt hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler!

aşkta
düşte
işte
birer
birer
inerken
beyaz
bayrakları

/bizim çocuklar, bütün maçlarda yenildiler.../…



Bizim Çocuklar Bu Maçta Yenilmemeliler, Taraf Tutsa da Puşt Hakemler, Bizim Çocuklar Galip Şuanda, Polis Devlete Karşı Farka Gidecekler! Adiloş Bebe Aşkına Birlik, Görünür Bir Örgütler Birliği Gerekiyor. Yoksa Seydayê Cegerxwîn’in de dediği gibi:



’’Eger hûn nebin yek, Hûnê herin yek bi yek.’’