Mayıs’ın 9’unda 3 yaşımı dolduracağım. Adım Rohat…  Newroz’a az kaldı, doğa doğum gününü kutlayacak, Demirci Kawa’nın, sadece o dönemin belirgin bir Zalim Dehak’ını geberttiği zamanın miladına az kaldı, doğa yeni yaşını taze ürünler vererek insanlara kutlatacak ve ben ne yesem gırtlağımda hıçkırıklar büyütüyorum... Ve Dehak’lar her çağda kalabalıklar!


 
       
Bağırsak alerjisine kapılma konusunda da çok hassas bir yapıya sahibim ha; sucuk, sarımsak ve de meyve suyu gibi şeylere dilim değmeye görsün hele, hele bir de asitli içecekler… Bunlar birçok fonksiyonumu yerle bir ediyor; alerji mi dersiniz, sallanma davranışımın artışından mı dem vurursunuz, gayrı gerisi hayal gücünüze kalmış.


      
Gözlerimde kayma olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum, evet gözlerimde kayma var... Ve ancak son birkaç aydır doktorun bana verdiği plastik kordonlu gözlüğü takabiliyorum, beni çok sıkıyordu, takamıyordum, ki şimdi de takamıyorum ya, artık sürekli ısrarlardan bıktığım için takmak zorunda kalıyorum. Sıkmaktan bahsettim de eklemeden geçemeyeceğim,
            gözlüğün beni sıktığı gibi, daha birçok şey sıkar beni…
                               Elbisesinden tutun da, insan kalabalığına kadar; huzursuz olurum.
                                                  Sıkıldıkça daha çok boğulasım geliyor.
                    

 
Ben  4 aylık olduğumdan bu yana gözlüğüm var, yani annem öyle diyor. Annem, zamanı ne kadar doğru tutuyor, bilemeyeceğim, zamanda da kayboldum ben, zira her günümün her anı bir cehennemin tamamı kadar yakıyor beni.


    
Sizler serin gecelerde sıcak yataklarınızda kendinizi kaybedercesine uyurken, evet ben yatağımda can çekişiyorum, salyalarımla göz yaşlarımla evin içinde  soğuk bir zemin aramaya çıkıyorum. Gecenin bir yarısı sıcak yatağımdan yılan sokmuş gibi kalkıyorum, beni yatağımda bulamazsanız, büyük ihtimalle buzdolabının arkasına bakın, kesin orada uyuyorumdur.  Oysa ben de sıcak yerlerden haz etmek istemez miydim, annem hariç herkes beni huzur bozan lanet bir yaratık olarak buluyor, evet buna eminim, hiç kimse söylemese de öyle olduğunu biliyorum; benim normal insanlardan daha fazla hissetme duygusuna sahip olduğumu kaç kişi biliyor ki…
 
 


Mayıs’ın 9’unda 3 yaşımı dolduracağım. Adım Rohat… Hislerden yana varlığım dolusu zenginim, ancak hislerim kalemsizdir…
 
 


Sallanma davranışımla beraber, yarındaki ben; deprem geçiriyor. Giydiğim kıyafetlerin mümkün olduğunca beni serin tutması gerekiyor, ayrıca ne olursunuz şuna dikkat etmelisiniz, beşik gibi kar uykularından beni uzak tutun. Yoksa; Yılmaz Ağabeyin zindandan yönettiği Yol filmi var ya, evet efendim, o filmdeki kadından daha fazla uyurum, ondan daha fazla ölürüm.
    



Kalabalık ve yabancı ortamlarda sinirleniyorum, fark edilir derecede davranış değişikliği gösteriyorum; karanlık bir gecede, çürük bir iskelenin tam ucundayım; rüzgar ruhumu parçalıyor, korkunç dalgalar kanıma karışmış, siz de çektiğiniz acıları bir şey mi sanırsınız, acının kendisi olmuşum, o kadar acı çekiyorum ki, tatlıyı kestiremediğimden olacak ki acıyı bile tanımlayamıyorum.
 


Adım Rohat, Mayıs’ın 9’unda 3 yaşımı dolduracağım. Ruhum paramparça, bedenimde yaşayamıyorum…
 


Ayrıca sürekli tekrarlanan anlamsız sesler çıkarıyorum, gay da gay diyorum da, daha da başka bir şey demiyorum değil, diyemiyorum! Oysa gariban anam her gün gözyaşlarıyla beni yıkayacağına, her yıkanmamda, ısrarla bana 'anne’ dedirtmeye çalışmaktan, ‘anne’ dememi beklemekten önce güçlü durabilirse şayet, benim bulunduğum karanlığı tanıyıp yanıma gelebilirse, yanıma gelip de benim oradan çıkmama yardım edebilirse; işte o zaman hayat sen varsın ve ne güzel şeysin, diyeceğim. Oysa şimdi hayatla aramda belirgin uyarıcılar yok, yolu olmayan bir şehir ve de boşaltılmış köyler düşünün; bedenim o şehirde yaşıyor, ruhum ise yaylalarda, köylerde; yapayalnız… Köyleri boşaltılmış, tarihleri yağmalanmış Kürt Halkının kaderini iki defa yaşıyorum, en çok da ikinci Kürtlüğümde yalnızım…
 


Anlayacağınız, dışarıdan hiçbir belirgin uyarıcı almamama rağmen, kendi kendime uzunca gülebiliyorum, ben belirgin olmayan uyarıcıların uzmanı olmuşum. 
     


Daha öncesinde elime aldığım hiçbir şeyi elimde tutamazken, şu an şayet yiyecekleri ısırıp atmamı saymazsanız, kimi sevdiğim oyuncakları elimde daha uzun tutabiliyorum. Oysa ben de elime bir top alıp da uzunca uzun incelemek isterdim, ben de bir lolipopu sapından kavrayıp da doya doya ciğerime çekmek isterdim. Hakkım olan yaşamı yaşamak istiyorum, siz fark etseniz de etmeseniz de yaşadığınız toplumda otistik insanlar da var, hem de azımsanamayacak kadar…
Otizmli çocuğun, üç yaşına kadar yapılacak erken bir tanı ile topluma daha kolay kazandırılabileceğini söyleyen uzmanlar, Türkiye’nin bu konuda sınıfta kaldığını söylüyor, erken tanı konulmasının hayati bir öneme sahip olunduğu otizmin; Türkiye’de ne yazık ki yeterli düzeyde 'gerçek anlamda' uzman olmadığı için, birçok dünya ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de hayatlarla oynanılıyor. Türkiye’de her 125 kişiden birinin otistik olduğunu ileri süren uzmanlar, 0-14 yaş arasında ise tahmini olarak 125 bin çocuğun otistik olduğunu söylüyor. 
 


Ellerime ve vücuduma, özellikle annem ve öğretmenim ve daha başka birkaç kişi tarafından masaj yapılmasından oldukça haz alıyorum, masaj esnasında kendimi gülerek bırakıyorum  ve o an sallanma davranışı göstermiyorum. Ancak bir elin sayısını geçmez insanlar dışında; bana dokunulmasından nefret ediyorum, tarif edemiyorum, sizin lügatlarınızda bu hissin adı nedir bilmiyorum. Ki o el parmak sayısını geçmeyen insanların da masaj dışında bana dokunmasıyla, evet  zaman zaman onların da bana dokunmasıyla karanlıklarda  kaybolmuş beni daha fazla kaybediyorum. Aşkta da, aşta da olduğu gibi; insanın insana gelmesi tabiî ki de mühim, ancak şu var, sanırım  gelmeyi bilmek; gelmenin, eli-kolu-gözü-kulağı-dili… Gelmeyi bilmek, sevmeyi bilmektir…
       


7 aylıkken oturma davranışı kazanmışım, oturmaya başladığım zamandan bu yana da salyası hep devam etmiş, der anam. Ve Müzik… Sanırım bende, çoğu insandan daha fazla müziğe hassasiyet var, özellikle bazı tınıları duyduğumda o kadar rahatlıyorum ki, gök huzurdan bir yorgan oluyor sanki bana. Mesele müzik olunca komik de oluyorum ha, bütün aile şu halime gülüyor; müzik sesi duyduğumda sağ elimde sağ kulağımı kapatıp müziğe konsantre oluyorum, transa geçmiş bir vaziyette gökten vahiy bekleyen bir peygamber gibi olmasa da, benden çok uzaklarda olan dünyayla iletişime geçiyorum.
 


Müzik çaldığında oynamak için yeltenmiyorum, desem yalan olur, anlayacağınız; hem duyusal hem de bedensel olarak çok uzaklarda bir ben var ve bana gelebileceğiniz en önemli yollardan biri, belki de en önemli yol, müzik; dillerinizde türkülerle, dans ede ede gelin ve beni bulun; çok yalnızım…
 


Adım Rohat, Mayıs’ın 9’unda 3 yaşımı dolduracağım. Müzik bana gelebileceğiniz en iyi yol. Benim dilim, müzik… Dillerinizde türkülerle, dans ede ede bana gelin ve beni bulun; çok yalnızım…
Bilim Dünyası, Beethoven ve Mozart'ın da birer otistik olduğunu söylüyor, onları birileri buldu, bizi de siz bulun…
 


Ve sinirlendiğimde… Ve de heyecanlandığımda… Sol parmağımı ağzıma alırım, en çok sol kolumu kullandığım için, bilekten dirseğe kadar olmak üzere kendimi ısırabiliyorum. Bazen de beni seven ama sevmesini bilmeyen insanları da ısırdığım oluyor, burada şunu belirteyim ki en az sevmek kadar sevmesini bilmek de mühimdir, hatta küçük bir iddiada da bulunayım: ‘Sevmesini bilmek sevmekten de mühimdir.’ Otizmli yakınlarınız varsa, bunu tespit etmişseniz, ilk yapacağınız iş sevmeyi bilmek olsun.
 


Şimdi kendimi zıplamalar şeklinde yerden yere vuruyorum, bu davranışın öncesinde de sırtımı herhangi bir yere vuruyordum. Her tekrar bir saplantıdır anlayacağınız. Bu ekolaktik davranışların biri gidip yerini bir diğeri alıyor. Sadece şekil değişiyor, davranış bozukluğu sabit kalıyor. 
     


Bir de şu… Herhangi bir sesi ya da nesneyi takip etme davranışı gösterebilme potansiyeline sahip miyim, buna cevap vermeyeceğim, ancak şu var ki ilgi duyduğum şeyleri takip edebiliyorum. Mesela iplere, kablolara karşı garip bir ilgim var; şayet çat pat birkaç şeyi takip edebiliyorsam, ya da yarım yamalak da olsa bir şeyleri elimde birazcık tutabiliyorsam… Ya da yürümeye başladıysam… Evet bu çalışmalarda kablomsu, ipimsi şeylerin çok yardımı dokunmuştur, bana yardımcı olan bütün kablo ve iplere dile gelmişken herkesin huzurunda teşekkür ediyorum.
 


Birileri bana seslendiğinde, ismimi söylediklerinde çok geç dönüyorum, isminin farkındayım ama insanlarla iletişime geçmeye karşı ne bir ilgim var, ne de bilmediğim bir şeyi becerebiliyorum. Sizlere sesleniyorum, kendilerinin farkında olanlara... Yaşamınıza bizi daha da güçlü alın, bizi bulacak birileri varsa; siz ve sizin gibi yaratıcılıklarını kaybetmemiş insanlar olacaklardır.
 
...

Ve ben susssss tummm.............