1917’de Ekim Devrimi diye tarihe geçen bu mücadeleyi Lenin ve Rus yoksulları kazanmıştı. Fakat bu devrime (Çanakkale direnişiyle) açık bir Türk katkısı vardı. İngiliz ve Fransız donanması Karadeniz’e geçebilseydi Bolşevikler bu devrimi başaramayabilirdi. Çarlık hükumeti İngilizlerden ve Fransızlardan aldığı askeri yardımlarla devrimi bastırabilirdi. Ya da devrim başka bir bahara ertelenirdi. Lenin, Çanakkale direnişinin devrime büyük bir katkı sunduğunun bilincindeydi. Bu katkı karşılıksız kalamazdı. Samimi bir minnet duygusuyla 1919’da Anadolu’da başlayan Kurtuluş Mücadelesini para ve silah bakımından destekledi. Bu destek Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam etti.
Rusya Federasyonu, doğuda Japonya, güneydoğuda Çin, güneyde Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye, batıda Polonya, Macaristan, Romanya, kuzeyde Kuzey Buz Denizi arasında yer alan dünyanın en büyük kara parçasına sahip bir devlettir.
Rusların tarih sahnesine çıktığının göstergesi olarak kabul edilen ilk büyük devlet Kiev Knzliği'dir. Bu devlet 13. Yüzyılda Moğollar tarafından yıkıldı. 14. Yüzyılda kurulan Moskova Knezliği büyüyerek 16. Yüzyılda Moskova Çarlığı oldu. Bu çarlık daha sonraki yüzyıllarda topraklarını genişleterek büyük bir imparatorluğuna dönüştü. 20. Yüzyılın başlarında Lenin’in önderliğinde çarlığa son veren Rus halkı dünyanın ilk sosyalist devletini kurdu. Daha sonra bu sosyalist devlet mazlum halkların esin kaynağı olacak ve yüzlerce halk emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verecektir.
Slav kökenli halklardan oluşmasına karşın Ruslar, içinde farklı etnik toplulukları eritebilmiş büyük milletlerden biridir. Ruslar tarih boyunca büyük çalkantılar ve savaşlar yaşamıştır. Tarihi Türk devletleri, İran, Avrupa ülkeleri, Japonya, Çin ve tarihi Moğol imparatorluğu savaştığı ya da iyi ilişkiler içinde olduğu ülkelerdir. Ne var ki tarihinin büyük bir bölümü Türklerle ilişki içinde geçmiştir. Son bin yıl içinde neredeyse her elli ya da yüz yılda bir Rus-Türk savaşı yaşanmıştır.
Rusya, tarih boyunca büyük göçlerin gelip geçtiği bir coğrafyadır. İlk kavimler göçü MS 350 ile 800 yılları arasında yaşanmıştır. Bu göçler daha ziyade Hunlar ve Romalılar arasındaki çelişkiden kaynaklanmıştır. Hunların önüne kattığı Gotlar, Vandallar, Franklar, Anglo-Saksonlar Avrupa’nın çeşitli bölgelerine dağılarak buraların etnik yapısını değiştirmiştir. Denilebilir ki bugünkü Avrupa’nın etnik dokusu bu ilk kavimler göçüyle biçim almıştır. Daha sonra, kovdukları kabilelerin ardından giden Hunlar, Ön Bulgarlar, Alanlar Doğu Avrupa’yı istila etmiştir.
Hunların ve diğer Türkî toplulukların bu bölgeye yerleşmesiyle korkan Vizigotlar, Osrogotlar, Vandallar ve Slavlar batıya göçe devam ettiler. Hatta İspanya’ya, oradan da Kuzey Afrika geçenler oldu. Roma İmparatorluğu bu dönemde “barbarların” saldırısına dayanamayarak yıkıldı ve içinden onlarca yeni devlet çıktı. Bugünkü Avrupa’nın temelleri bu yıkıntı üzerine kuruldu. Bütün bu tarihi gelişmelere bakarak Türklerin Avrupa ve Rusya tarihi üzerinde etkin bir rol oynadığını söylemek mümkün...
Ancak Türklerin batıya doğru ilerleyişi bununla sınırlı değildir. 11. Yüzyılda İran’ı ele geçiren Oğuz Türkleri (Selçuklular) yüz yılı aşkın bir süre bu topraklarda kaldıktan sonra Anadolu’ya geçmişlerdir. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devleti adlarıyla bölgede etkin bir güç olarak varlığını sürdüren Türkler daha sonra Osmanlı devletini kurmuştur. Bu devlet, Türk toplulukların şimdiye kadar kurduğu en uzun ömürlü devlettir. Osmanoğlu Hanedanlığı 13. Yüzyıldan 20. Yüzyıla dek varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Türkler, özellikle 15. ve 17. Yüzyıllar arasında dünya siyasetine yön verme becerisini gösterebilmişlerdir.
Asıl Rus-Türk ilişkileri 17. Yüzyıldan sonra gelişmeye başladı. Ciddi savaşlar da bu dönemde yaşandı. Çünkü Türkler, Rusların Akdeniz’e inme hayalinin önündeki en büyük engeldi. İyi ya da kötü ilişkilerin alt zeminini bu politika oluşturuyordu. Osmanlı, Karadeniz’in kuzeyindeki topraklarını (Kırım) bu dönemde kaybetti. Ruslar bununla da yetinmedi daha sonraki yıllarda Kafkasya’daki ve Balkanlardaki etnik toplulukları Osmanlıya karşı kışkırtarak büyük bir ilerleme sağladı. O dönem itibariyle, Türklerin, Balkanları ve Kafkasya’yı kaybetmesindeki en zorlayıcı güç Ruslardır.
Rus-Türk ilişkisinin farklı bir boyut kazanması Çanakkale Savaşıyla olmuştur. Rus çarlığı bu savaşla ortadan kalktı desek abartılı olmaz. Şöyle ki; Birinci Dünya Savaşında İngiliz ve Fransızlarla ittifak halinde olan Çarlık Rusya büyük bir iç karışıklık yaşıyordu. Komünist lider Viladimir İlyiç Ulyanov Lenin önderliğindeki muhalefet, çarlık hükümetini büyük isyanlarla köşeye sıkıştırmıştı. Rus çarı Fransız ve İngiliz donanmasının Çanakkale’den geçerek kendisine büyük bir askeri yardım getireceği beklentisi içindeydi. Rus hükümeti, Lenin’in önderliğindeki sosyalist halk ayaklanmasını bastırmak için bu yardıma büyük bir umut bağlamıştı. Ne var ki Türkler, İngiliz ve Fransız donanmasını Çanakkale’de yenilgiye uğratarak çekilmeye zorlamıştı. Batılı dostlarından yardım alamayınca çarlık ordusu ayaklanmayı bastıramadı ve Romanov hanedanlığının son temsilcisi II. Nikolay ya da Nikolay Aleksandroviç Romanov Lenin’in askerlerince kurşuna dizildi. Böylece 14. yüzyıl'dan beri tanınan ve önce Koşkin, sonra Zaharin, 16. yüzyıl'da ise Romanov adını alan hanedanlık tarihe gömüldü.
1917’de Ekim Devrimi adıyla tarihe geçen bu mücadeleyi Lenin ve Rus yoksulları kazanmıştı. Fakat bu devrime (Çanakkale direnişi) açık bir Türk katkısı vardı. İngiliz ve Fransız donanması Karadeniz’e geçebilseydi Bolşevikler bu devrimi başaramayabilirdi. Çarlık hükumeti İngilizlerden ve Fransızlardan aldığı askeri yardımlarla devrimi bastırabilirdi. Ya da devrim başka bir bahara ertelenirdi. Lenin, Çanakkale direnişinin devrime büyük bir katkı sunduğunun bilincindeydi. Bu katkı karşılıksız kalamazdı. Samimi bir minnet duygusuyla 1919’da Anadolu’da başlayan Kurtuluş Mücadelesini para ve silah bakımından destekledi. Bu destek Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam etti. Cumhuriyetin ekonomik kalkınmasında Sovyetler Birliği desteğini sürdürdü. Birçok fabrika ve işletme Sovyet desteğiyle kuruldu. İlişkiler İkinci Dünya Savaşı’nın (1940) başlarına kadar sürdü; Türkiye’nin 1948’de NATO’ya girmesiyle ise durma noktasına geldi. Çünkü bu dönemde Rusya, Varşova Paktında kalırken Türkiye, o pakta düşmanca duygular besleyen NATO’nun güney kanadını savunuyordu.
Sonuç
Rus-Türk ilişkilerinin yaklaşık iki bin yıllık bir geçmişi var. Çatışmalı dönemler çatışmasız dönemlerden çok daha fazla. Rusların Akdeniz’e inme hayallerinden vazgeçtiğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Bilindiği üzere Ruslar yüz yıl önce Osmanlı’ya karşı Ermeni isyanını bütün gücüyle desteklemiş ve bu desteğini Trabzon’dan Muş’a kadar birçok şehri ele geçirerek göstermişti.
Ortadoğu ve Akdeniz stratejik, iklimsel ve coğrafik bakımdan Ruslar için hala çok önemlidir. Rusya kendini güçlü hissettiğinde bu bölge için tasarladığı hedeflerine ulaşmanın gayreti içinde olacaktır. Geçmişte (1915) Ermenilere destek vermesi aynı nedenlere dayanıyordu. Bugün Ruslar her ne kadar PYD’ye ılımlı mesajlar verse de bölgede Kürt hamiliği halihazırda ABD’nin elindedir. Rusların bölgeye dönük bir BOP projesi bulunmamaktadır. Yaklaşık yüzyıldır bölgeye dönük politikaların iştahlı uygulayıcısı Batılı kapitalist güçlerdir. Bugün bu güçler Kürt kartını Ruslara kaptırma niyetinde değildir. Zaten Rusların birinci önceliği Kürtler değil, Esad rejiminin korunmasıdır. Rusya Federasyonu bugün itibariyle Kürt sorunu üzerinden Türkiye’ye sıkıntı yaratma eğiliminden uzaktır. ABD bölge devletlerinin parçalanmasından medet umarken, Rusya bölge devletlerinin birliğini korumasını politik bir tercih olarak savunmaktadır.
Eyyüp ALTUN