Örneğin bugün Çin'deki Uygur Türklerine yönetimin baskı uyguladığı ve kitlesel kıyımlar gerçekleştirdiği yönündeki paylaşımlardan (sanal dünya) geçilmiyor. Çin'in (geçmişte) bu bölgedeki bazı ayrılıkçı hareketlere karşı tutum aldığı bilinen birşey. Ancak nesnel hiç bir haber kaynağı bugün böyle bir saldırının olduğuna dair sahici veriler ortaya koyamıyor. Buna karşın sanal dünya benzeri paylaşımlarını sürdürüyor. Sanki gizli bir el Türkiye'nin Çin eksenli altarnatif bir dış politika oluşturma çabalarını etkisiz kılmaya çalışıyor. Ne yazık ki Türkiye'de millici olduğunu iddia eden bazı çevreler bu paylaşımlara itibar ederek bir takım gülünç tepkiler ve tavırlar içine girebiliyorlar.
Işıl ışıl internet sayfaları, merak duygusunu zirvede tutarak haftaya devrolunan diziler, erotizm içeren görsel iletişim, bizi tüketim budalasına çeviren popüler kültür ve daha birçok şey mevcut yaşam pratiğimiz içinde gelişen çıplak gerçeği görmemizi neredeyse olanaksız hale getiriyor. İletişimin basın boyutu bu görsel ve sanal saldırılarla başat giderken uygulamaya konulan sosyal, siyasal, ideolojik ve kültürel politikaların etkisinde kalan kitleler tamamen bir pazar nesnesi haline dönüştürülmekte ve istenilen şekilde yönlendirilerek istismar edilmektedir. Bu öyle bir saldırı ki Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de ve hatta ülkemizde yaşanan toplu kıyımlar karşısında en ufak bir vicdani tepki vermemizi bile engelliyor…
Çağımıza özgü bu insani körelme, kitlesel yanlış yönlendirmelerin etkisiyle gerçekleşiyor. Küresel sermayenin denetimindeki medya kuruluşları vicdanlarımıza hükmetme becerisini göstererek duygularımıza biçim vermeyi büyük oranda başarıyor. Böylece bir insancıl algı sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz. Postmodern (modernötesi) çağ, insanı kendi sınırlarının dışına çıkararak ve arzu ettiği biçimde işleyerek güncele uygun hale getirmeye çalışıyor. Küresel çıkar şebekeleri yenidünyadaki sömürülerini devam ettirebilmek için bu yenidünyaya uygun insan tipini de yetiştirmek zorunda oldukları düşüncesiyle hareket ediyorlar. Sonrasında da bu yeni insanın içini kendi arzu ettikleri ‘değerlerle’ rahatlıkla doldurabilecek ve sömürüye dayanan sistemlerini sorunsuz bir şekilde sürdürebileceklerdir. Bunu yapabilmek için de kullandıkları en önemli araç medya oluyor.
Küresel medya sektörü bununla da yetinmiyor; sosyo –psikolojik bir derinlikle çalışarak toplumların olaylar karşısındaki algılarını da yönetiyor.
Örneğin bugün Çin'deki Uygur Türklerine yönetimin baskı uyguladığı ve kitlesel kıyımlar gerçekleştirdiği yönündeki paylaşımlardan (sanal dünya) geçilmiyor. Çin'in (geçmişte) bu bölgedeki bazı ayrılıkçı hareketlere karşı tutum aldığı bilinen birşey. Ancak nesnel hiç bir haber kaynağı bugün böyle bir saldırının olduğuna dair sahici veriler ortaya koyamıyor. Buna karşın sanal dünya benzeri paylaşımlarını sürdürüyor. Sanki gizli bir el Türkiye'nin Çin eksenli altarnatif bir dış politika oluşturma çabalarını etkisiz kılmaya çalışıyor. Ne yazık ki Türkiye'de millici olduğunu iddia eden bazı çevreler bu paylaşımlara itibar ederek bir takım gülünç tepkiler ve tavırlar içine girebiliyorlar.
Geçmişe gidersek algı yönetimine ilişkin daha bir çok haberle karşılaşabiliriz. Örneğin Birinci Körfez Savaşında (1991) petrole bulanmış bir deniz kuşu görüntüsünü dünyaya yayarak çevre düşmanı bir Irak algısını beyinlere yerleştirip Saddam aleyhtarı uluslararası bir tepkiyi ortaya çıkarmaya muvaffak olmuştu. Gerçi bir süre sonra o petrole bulanmış deniz kuşu görüntüsünün Fransa kıyılarında çekildiği anlaşılmıştı. Ancak Amerikan kökenli medya Saddam aleyhtarı bir kamuoyu yaratmayı o gün için başarmıştı. Yine bu kez ikinci körfez savaşında jakuzi içinde üç erkekle çırılçıplak görüntülenen kadının Saddam Hüseyin’in torunu olduğu iddia edilmişti. Müslüman dünyanın Saddam’a olan desteğini aşındırmak için yapılan bu haber de bir süre sonra yalanlandı. Jakuzi içindeki erkeklerle görüntülenen kadın, Lübnanlı bir şarkıcıdan başkası değildi. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün…
Geniş halk kitleleri yeryüzünde olup bitenleri ham haliyle ne yazık ki göremiyor. Dünya haber sektörünü elinde bulunduran ülkeler topladıkları ham haberleri kendi üretim merkezlerinde biçimlendirdikten sonra diğer ülkelere servis ediyorlar. Bu konudaki egemenlik dünyayı ve içinde yaşayan miyarlarca insanı bir emtia olgusu içinde değerlendiren küresel devletlerin elinde bulunuyor. Örneğin ABD’nin etkisi altında bulunan bölgelerdeki haberlerin %70’i Amerikan haber ajanslarından, İngiliz Milletler Topluluğundaki (eski sömürgeler) haberlerin %50’si İngiliz ajanslarından ve Fransızların eski sömürgelerindeki haberlerin %45’i ise Fransız ajanslarından servis edilmekte. Bu nedenle insanlık sadece İMF ve Dünya Bankası gibi mali örgütlere değil, aynı güçlerin denetiminde bulunan Associated Pres (AP), Reuters, AFP (Fransız), CNN gibi medya kuruluşlarına da bağımlı bulunmaktadır (alıntı). Bu medya örgütleri habere kendi renklerini katarak piyasaya sunmakta ve böylece geniş halk yığınlarının rengini onların belirlediği gözlüklerle dünyaya bakmalarını sağlamaktadırlar.
Biz koskoca bir ülkenin uzak bir beldesinde (Erciş) bunlardan etkilenmeden kendi renklerimizi hiçbir ikiyüzlülüğe ve çıkar algısına kapılmadan yaratabilmek durumundayız. Kuşkusuz bu kolay bir iş değil. Ne var ki kendimizi ciddi bir eğitim sürecine tabi tuttuğumuzda ve medya sektöründe olup biten oyunları kavrayıp hızla kendi özümüze döndüğümüzde özgür ve bağımsız haberciliği yakalamak hiç de zor olmayacaktır.
Sonuç olarak dünyada yaşanan bütün olaylara insani bakmak en doğru rehberimiz olmalıdır. Ezen ve ezilen şeklinde biçimlenen yeryüzünde, hangi dinden, hangi ırktan, hangi ideolojik kalıptan ve hangi etnik kökten gelirse gelsin hep haksızlığa uğrayanın, ezilenin ve doğrunun yanında olacağız. İnsafsız sömürü yöntemlerini görmezden gelmeyeceğiz. İdeolojik ve maddi çıkar uğruna gerçeği satmayacağız. Ey medya kuruluşları ve çalışanları; böyle bir sorumluluk duygusuyla hareket edeceğimize yüreğimiz üzerine söz verebilir miyiz? Lütfen bunu bir kez daha düşünelim.
Eyyüp Altun