Farklı etnik kültürlerin yan yana yaşaması zamanla birbirlerini anlamalarına, kabul etmelerine ve sevmelerine yol açmış. Bu durum etnik saflaşmanın aleyhine bir durum yaratıyor ve kaynaşmayı güçlendiriyor. Örneğin Mersin’de farklı etnik kökenler arasında kız alıp verme her şeye karşın hız kazanmış durumda. Üstelik milliyetçi Türklerle, milliyetçi Kürtler bile birbirlerinden kız alıp verebiliyorlar ve sonrasında derin dostluklar kurulabiliyor. İlerisi için umut yaratan bu durumun günden güne arttığını görmek olası…


19 Mart’ta (2015) Erciş’i ardımda bırakıp yola koyulduğumda her taraf güllük gülistanlıktı. Ne var ki benim gitmemle birlikte fırtına başlamıştı. Üstelik her tarafa yayılan bu soğuk hava dalgası adeta seyahat aracımızı takip ediyordu. Oysa ben güneye Mersin’e gidiyordum. Zira Mersin (İçel) Türkiye’nin en sıcak şehirlerinden biriydi. Yağışlı hava otobüsten daha hızlı olmalı ki bizi Gaziantep dolaylarında yakaladı. On iki saat süren Mersin yolculuğu tamamlandığında yağmur hala yağıyordu.

Böylece bir düğün vesilesiyle Mersin’e gitmiş bulunuyordum. Daha önce Mersin’e gitmişliğim yoktu. Şehri şöyle bir dolaştım. Dikkatimi çeken ilk şey elli iki katlı bina oldu. İş merkezi ve otel olarak hizmet veren bina Mersinlilerin gurur kaynağı olsa gerek. Şehrin her tarafından görülebilen bina aynı zamanda Türkiye’nin en yüksek binası olarak kabul ediliyor. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise ilin denizle birleşik olmasıydı. Ancak buna karşın sahil korunmuş, geniş bir sahil derinliği yeşillendirilerek toplumun dinlenebileceği ve yürüyebileceği bir gezi parkına dönüştürülmüş. Bu durumu olumlu bulmuştum, zira sahiller dünyanın her yerinde halkın ortak malı olmalıdır. Dolayısıyla denizler, göller, sahiller, ormanlar ve gökyüzü hiç kimsenin özel mülkiyet alanı olamaz.

Mersine gitmişken yörenin sosyolojik ve kültürel dokusuna bakmadan edemezdim tabi. Mersin’in yerlileri ve dışarıdan gelen özellikle Kürtler ticaretin nabzını tutuyorlar. Bir de bölgenin bir Yörük gerçeği var. Özellikle köylerde nüfusun neredeyse yüzde seksenini oluşturan Yörükler bölgenin et ve süt ihtiyacını karşılamada başı çekiyorlar. Şehre pek inmeyen Yörüklerin bir kısmı son yıllarda Torosların eteklerinde sebze ve meyve üretimine de yönelmişler. Öte yandan bazı Yörük aile reislerinin ve gençlerinin kumara ve içkiye yönelmesi ve bu bağlamda ailelerin çökmesi işin acı veren bir tarafını oluşturuyor.

Mersin’de ilk bakışta etnik zıtlık algısı oluşsa da fakat konu yakından irdelendiğinde durumun tamamıyla böyle olmadığı anlaşılıyor. Kürtlerin belli alanlarda kümelendiği ve bazı meslek gruplarında dayanışma içinde oldukları doğru. Kürt mahalleleri diye bir tabir orada da var. Ancak Kürtlerin tamamı varoşları oluşturan bir kitle olarak gözükmüyor. Ciddi anlamda zenginleşmiş ve bazı üretim alanlarında üstünlük bile sağlamışlar. Zenginleştikçe de mekân değiştiriyorlar. Özellikle zenginleşmiş doğu kökenli aileler daha modern mahallelerde zengin diğer Mersinlilerle oturmayı tercih ediyor. Zenginleşmeyle giderek idari ve ekonomik yapının paylaşımına da katılıyorlar. Böylece bir süre sonra da sistemin asli unsuru haline geliyorlar. Belediye başkanlıkları, meclis üyelikleri ve ticaret odası yöneticiliği gibi makamlara yükseliyorlar. Denilebilir ki Kürtler idari ve ekonomik yapı içinde yer edinme noktasında Yörükleri bile geride bırakmış durumdalar.

Otuz yıllık savaş orada da bir saflaşmayı getirmesine getirmiş ama bu durum günden güne yerini kaynaşmaya bırakıyor. Çünkü Mersin’de yaşayan doğulu nüfus, bu şehrin sonraki yıllarda çocuklarına hatta torunlarına kalacağını ve ne olursa olsun buradan başka bir doğu şehrine geri dönmeyeceklerini biliyorlar. Bu algı günden güne kökleşiyor ve Kürtlerin Anadolulaşma sürecine katkıda bulunuyor.

Öte yandan Mersin’de farklı etnik kökenler arasında kız alıp verme her şeye karşın hız kazanmış durumda. Üstelik milliyetçi Türklerle, milliyetçi Kürtler bile birbirlerinden kız alıp verebiliyorlar ve sonrasında derin dostluklar kurulabiliyor. İlerisi için umut yaratan bu durumun günden güne arttığını görmek olası…

Farklı etnik kültürlerin yan yana yaşaması zamanla birbirlerini anlamalarına, kabul etmelerine ve sevmelerine yol açmış. Her ne kadar milliyetçi uçlar çatışmayı körüklese de bu durum etnik saflaşmanın aleyhine bir durum yaratıyor ve kaynaşmayı güçlendiriyor. Katıldığımız düğünde bu durumu daha nesnel bir şekilde gözlemleyebildik. Düğüne sadece Kürtler değil, orada yaşayan Türk kökenli dostlar da davet edilmişti. Biraz Kürtçe, biraz Türkçe türkülerle ortak halaylar çekildi ve kardeşçe duyguların yeşerdiği bir atmosferde terler döküldü.

Mersin ekonomik açıdan canlı ve hareketli bir bölge… Hacim ve alan büyüklüğü bakımından dünyanın üçüncü Türkiye’nin ise birinci hali Mersin’de bulunuyor. Halden yurtiçine kamyonlarla sebze ve meyve taşınırken, yurtdışına büyük gemilerle ihracat yapılıyor.

Mersin’de sadece meyve sebze üretiminde değil, çeşitli sınaî malların üretiminde de ciddi bir sanayileşme gözlemleniyor. Şehrin serbest bölge ilan edilmesi bu ticari faaliyetleri daha bir hızlandırmış gözüküyor. Türkiye’nin ilk serbest bölgesi olarak 1988 yılında faaliyete başlayan Mersin Serbest Bölgesi’nde yeni yatırım alanı biraz daha genişlemiş durumda. 2012 yılında Serbest Bölge Genel Müdürlüğünce yapılan açıklamada 2010 yılında 2,7 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2011 yılında yüzde 34 artışla 3,7 milyar dolar olarak gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Bu verilere bakarak ticaret hacminin her geçen gün biraz daha yükseldiğini söylemek mümkün... 334 dönümlük bir alanın bölge sınırları içine dâhil edilmesiyle ekonomik kalkınma daha bir artmış gözüküyor. Bu canlılık ekonominin bütün alanlarına yansıyor ve söktörel büyümeyi artırıyor.. Mersin limanı mal alıp satımı amacıyla her gün büyük gemilerle dolup boşalıyor.

Mersin oldukça sıcak bir iklime sahip… Kışları ılık yazları ise çok sıcak geçiyor. Bu durum sosyal yaşamı önemli oranda etkilemiş gözüküyor. Neredeyse bütün Mersinliler sıcak aylarda Torosların eteklerindeki yazlıklarına çekiliyorlar. Özellikle zengin ve orta halli ailelerin mutlaka yazlık bir evi var. Adeta Torosların eteklerinde ikinci bir Mersin kurulmuş.  Mersin ağaçlarının evlerin önünü süslediği bu yazlıklar sıcak yaz günlerinde huzur ve mutluluk saçıyor. Mayıs sonlarında başlayan yayla yaşamı okulların açılmasıyla son buluyor.

Konak sahibimiz Necdet Bey bize yaylaları gezdirirken ‘Mersin’de cennet ile cehennemin bir arada yaşandığını’ söylüyor. Bu şu demek: İş yerleri Mersin merkezde olduğu için sıcak da olsa insanlar işe gitmek zorunda kalıyorlar. Kırk derece sıcaklık altında pişme pahasına ticaretlerini yapıyor, akşam olunca serin yayla evlerinin yolunu tutuyorlar. Bir anda cehennem sıcağından cennet serinliğine geçilmiş oluyor. Serin dağ evinde güzel bir akşam yemeği yeniliyor ve ardından Tarsusi içiliyor(bardakta içilen bir tür kahve). Geç saatlere kadar yayla evinde serinliğin tadı çıkarılıyor. Gece de serin yataklarda huzurlu uykular çekiliyor ve sabaha zinde kalkılıyor. Yine serin bir yayla sabahında kahvaltı yapıp ardından cehennem sıcağına doğru yol almak zorunda kalınıyor. Ne de olsa yaşam zıt çelişkilerden ibaret değil mi? Ve zıtların çatışması sonradan bir senteze dönüşmüyor mu? Bu diyalektik kural Mersin için neden geçerli olmasın?

                                                                                                                       Eyyüp ALTUN