Küresel dünyanın açgözlü saldırılarını boşa çıkarmak için yerel dillerin kendilerini geliştirmelerinin önü açılmalı ve dil üzerinden boğazlaşmalara son verilmelidir. Her ne kadar asimilasyon sosyolojik bir realite ise de bunun gönüllülük esasıyla olması kaçınılmazdır. Zora dayalı asimilasyon bir insan hakkı ihlalidir.
Bebek annesinden doğar doğmaz ilk yaptığı şey ağlamaktır. Viyaklayarak ağlama çocuğun ağzından çıkan ilk sözcüktür ve bir tepkiyi içerir aslında. Daha sonra çocuk annesinin ona öğrettiği dili öğrenir. İşte buna ‘anadil’ diyoruz. Yani çocuğun annesinden öğrendiği ilk dilin adıdır anadil.
Ancak annemizden öğrendiğimiz bu dil çağdaş kavramları anlamamıza ve bir eğitim dili oluşturmamıza çoğu zaman yetmeyebilir. O nedenle eğitimimizi yeterliliği olan gelişmiş dillerin üzerinden sürdürmek zorunda kalırız.
Nitekim dünyada yaklaşık altı bin dil konuşulmasına karşın eğitimde ve bilimde kullanılan dil sayısı kırkı geçememiştir. Biliriz ki dünyanın en ünlü kitabı bile, olsa olsa ancak otuz beş-kırk dile çevrilebilir. Bunun nedeni hâkim (emperyal) dillerin gölgesinde kalarak zayıflayan ve gelişme olanağı bulamayan anadillerin yeterli olmamasıyla ilgilidir. Tarih boyunca yüz bine yakın dil yok olup gitmiştir. Bu, Darwin’in söylediği gibi koşullara ayak uyduramayan canlı türlerin yok olup gitmesi gibi bir şeydir.
Bilindiği üzere dünyada iki yüz civarında ülke bulunmaktadır. Ancak kullanılan eğitim dili sayısı yukarıda da söylediğimiz gibi kırk civarındadır. Bu iki yüz devletten 30’u aşkını Arapçayı, 30’a yakını İngilizceyi, 20’yi aşkını İspanyolcayı eğitim dili olarak kullanmaktadır. Yine 13 ülkede Fransızca, 10 ülkede Portekizce, 6 ülkede Türkçe, 5 ülkede Almanca, 4 ülkede Farsça, 3 ülkede ise İtalyanca eğitim dili olarak kullanılmakta. Slav dilleri (Rusça ve türevleri) kapsamında da 5-6 ülkeyi sayabiliriz. Çince ise Güney Doğu Asya’da 2 milyara yakın bir nüfusun eğitim dili olarak kabul görmekte.
İşin kötü tarafı eğitimde kullanılan dil sayısının gittikçe azalmasıdır. Çünkü zayıf dillerin ortadan kalkması süreci ne yazık ki hala devam ediyor. Yüz elli yıl sonra insanlığın eğitimde ve bilimde kullanacağı dil sayısının 10’un altına düşebileceği varsayılmaktadır. Üç yüz yıl sonra ise insanlık tek dilde birleşecektir. Bu demektir ki ekonomiler birleştikçe, toplumlar ve kültürler birbirine yaklaştıkça ve iletişim araçları çoğaldıkça ortak dil edinme eğilimi artmaktadır.
Küçük dilleri yok eden faktörler bununla da kalmıyor; egemen dillerin hâkimiyet kurmasının başka siyasal nedenleri de var. Anadil eğitim sorunuyla ilgili bir çalışma hazırlayan M. Bedri Gültekin etnik farklılıkları bulunan ülkelerin önce birbirinden ayrıştırıldığını sonra da ana ülkeden kopan etnik topluluklara başka merkezi dillerin dayatıldığını öne sürüyor.
Gültekin yakın tarihten çarpıcı bir örnek veriyor. Bir süre önce Sudan’dan kopan Güney Sudan’ın ilk devlet başkanı Salva Kiir Mayadik, 2011’in Eylül ayında ABD’de basına verdiği bir demeçte eğitim dili olarak İngilizceyi benimsediklerini söylemiştir. Güney Sudan’ın bu eğilimini Amerikalılar ve İngilizler hararetle desteklemiştir. Oysa merkezi Sudan hükümetine karşı, Araplaştırıldıkları gerekçesiyle mücadele başlatan Güney Sudanlılar “bağımsız” olduktan sonra anadillerinin eğitim ve bilim dili olarak kullanılmasının yeterli olmadığını görerek İngilizceyi benimsemek durumunda kalmıştır. Yani küresel güçler, anadil üzerinden halkları ayrıştırıp sonra da kendi dillerini bu topluluklara kabul ettirme gibi sinsi bir politikayı benimsemiş gözüküyorlar.
Konuşulan her anadil, eğitim ve bilim dili olarak kullanıma elverişli olmayabilir. M. B. Gültekin söz konusu çalışmasında ilginç örnekler vermektedir. Buna göre Afrika’daki 53 ülkeden sadece 7’si kendi anadilinde eğitim yapabilmektedir. Üstelik bu ülkeler kendi ana dillerini yeterli bulmadıklarından bazı dersleri İngilizce veya Fransızca üzerinden vermek durumunda kalıyorlar. Gültekin’in verilerine göre Afrika’ da 11 ülkede Fransızca, 10 ülkede İngilizce, 8 ülkede Arapça, 5 ülkede Portekizce, 1 ülkede İspanyolca dillerinde eğitim verilmekte. Koskoca Güney Afrika Cumhuriyeti bile (Mandela’nın ülkesi) yerel dilleri harekete geçiremeyerek İngilizceyi eğitim dili olarak kabul etmek zorunda kalmıştır.
Anadillerin yok olmasının bir nedeni de ekonominin, iletişimin ve kültürün küresel bir boyut kazanmasıdır. Ekonominin ortaklaşması beraberinde ortak bir dilin kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Örneğin Britanya 17. Yüzyıldan itibaren deniz aşırı ülkeleri sömürgeleştirmesiyle İngilizceye önemli bir yaygınlık kazandırmıştır. Daha sonra ABD’nin bir dünya ekonomisi haline gelmesi ve dünyanın neredeyse bütün ülkeleriyle ekonomik ilişkiye girmesi de İngilizceyi yaygınlaştırmada büyük bir etki yaratmıştır.
Bunun yanı sıra iletişim araçlarının dünyanın farklı bölgelerindeki insanları internet üzerinden birleştirmesi de İngilizceyi geliştiren bir diğer etken oldu. İletişimle birlikte kültürel değerler de ortaklaşmaya başladı. Eş zamanlı olarak Amerikan kökenli bir filmi dünyanın her yerinde alt yazılı izlemek mümkün. Bu demektir ki İngilizce bütün dünyada eş zamanlı olarak kulaklara konuk olabilmektedir. Güçlü eğitim kurumlarının İngilizce üzerinden eğitim vermesi ve bu okulların dünyanın bütün ülkelerinden öğrenci alması da İngilizceyi hem bir eğitim dili, hem de bir bilim dili olarak yaygınlaştırmıştır. Kaldı ki anadilleri üzerinden eğitim yapan ülkelerde bile İngilizce eğitim veren okullar giderek artmaktadır. O halde iletişim arttıkça, ekonomik ve kültürel anlamda sınırlar kalktıkça merkezi büyük diller küçük dilleri yutmakta ve en azından onların gelişmesini engellemektedir.
İngilizce dünya dili olma noktasındaki üstünlüğünü hala sürdürmektedir fakat son zamanlarda Çin Halk Cumhuriyetinin büyük bir ekonomi haline gelmesi, gelecekte bu ülke dilinin de yaygınlık kazanacağını göstermektedir. Özetle büyük bir ekonomi iseniz ve bunu birkaç yüzyıl sürdürme gibi bir şansınız varsa diliniz de kültürünüz de yaygınlaşma olanağı bulacaktır. Ya da kendi diliniz farklı etnik toplulukları ekonomi üzerinden birleştiriyorsa (ABD) dilinizin o alanlarda gelişme kaydedeceği muhakkaktır.
Ne var ki dünya küreselleşirken yine küresel güçlerin marifetiyle küçük ve orta ölçekteki devletler daha kolay kontrol edilebilmek adına anadil eğitimi bahane edilerek parçalara ayrıştırılmaktadır. Kopan parçalar bir süre sonra kendi dillerinin yeterli olmadığını görerek kendisini kışkırtan ülkenin dilini eğitim ve bilim dili olarak benimsemek durumunda kalmaktadır. Kendi anadilinde eğitim verme şiarıyla yola çıkan etnik topluluklar bir süre bocaladıktan sonra kendilerini İngilizcenin kucağında bulabilmektedir. Olan ayrışma süreci içinde birbirine kırdırılan zayıf topluluklara olmaktadır.
Bütün bunları ortadan kaldırmak ve küresel dünyanın açgözlü saldırılarını boşa çıkarmak için yerel dillerin kendilerini geliştirmelerinin önü açılmalı ve dil üzerinden boğazlaşmalara son verilmelidir. Her ne kadar asimilasyon sosyolojik bir realite ise de bunun gönüllülük esasıyla olması kaçınılmazdır. Zora dayalı asimilasyon bir insan hakkı ihlalidir. Ve zorla asimilasyonun çatışma yaratacağı ve istismara açık olacağı tarihsel deneylerle ortaya konulmuştur.
Toplumların daha fazla özgürlüklerle buluşturulması sorunun kanatılmasını önleyecektir. Bu noktada çoğulcu ve etnik kültürleri önemseyen bir demokrasiye ihtiyacımız var. Kanlı çatışmalarla kaybettiğimiz ekonomik ve insani kaynakların heba olmasını ancak böylesi demokratik bir yönelimle durdurabiliriz. Anadillerin yok olması ya da yaşatılması kararını o dili kullanan kitlelerin iradesine bırakmak zorundayız. Yasakçı yaklaşımlar bizi ayrıştırmak isteyen küresel güçlerin elini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Eyyüp ALTUN