Her merakımla çıldırıyorum, zaaflarımdan sıyrılırsam; daha henüz doğmadığım zamanlara doğru ben olmaya, ben öldükten sonraki zamanlara seyyah bir ben gidip, bugünlere dönmek istiyorum. İstiyorum, çünkü son aylarda sürekli tekrar ettiğim gibi
beynimin içinde 1002 tane Kafka raks ediyor! Huzuru bulmam için Şahmeranın deliğinde de olsa tarif edemediğim ama aradığım bir şeyi bulmaya mecburum. Yüreğim, Süphan Dağının doruğundaki gök yüzü bazen, çoğu zaman da İstanbul’un alt yapısı sanki, saklayacak değilim efendim; cinnet de
                                                                                                               geçirir
                                                                                                                      benim  
                                                                                                                             yüreğim!  
 
 


       
Hey mekana kafa tutup da bozuk düzeni değiştireyim diye sabah akşam var gücüyle uğraşan insanların en iyileri, insanlar arasında en sevdiğim solcu halkım! Size sesleniyorum, marş söylemiyorum, sancı çekiyorum; beni duyuyor musunuz?


 
Zamana kafa tutup da seyyah olmak istiyorum; zigottan öncesine, bedenden sonrasına merakım var ve ben hala bir çocuğum, ne halt görsem sorasım var, yanımda cevap verecek anam babam yok, ki olsalardı da cevap ver(e)mezlerdi ya; özüme analık, özüme babalık yapıyorum. Anlayacağınız ey halkım; ben sinir krizleri geçiren bir anne, şoven bir baba olmadan, çocuk bana cevaplar bulmak için dilencilik yapmadan yaşamaya çalışan yoksul bir kadınım…

 
 Anlıyor musunuz beni?

 
Beni anlıyor musunuz, diyorum ve içimden geldiği için hemen şu okuduğunuz cümlenin sonuna üç nokta koyuyorum…


 
Varoluş sancıları çekiyorum, hey hoooo, suyun üzümle kutsanmışını, helal şarap içiyorum şu an anlayacağınız, bir insanın bir insana aşık olamayacağını, ancak ve ancak bir insanın bir insanla aşklaşırsa, evet o zaman ne mutlu ona, diye bağırmanın gerçekliğine inanıyorum.


 
Biliyor musunuz, bütün zıvırtılar fazla uzak sayılmaz; üç beş bedenlik soyumuzdan sonra bitecek ve ne yazık ki yerlerine yeni zırvalıklar çıkacak. Ne Mutlu Türküm söylenci çürüyecek; Türkiye’dir, İspanya’dır; uğruna kandan sınırlar çekilen bayraklı arazi kavgaları anlamsızlaşacak… Ya Müslümansın, ya da Hurilerden yoksun Cehennemde yanacaksın zırvalıkları...


 
Ulan arkadaşım, ben Yunus’un doğmamış torununun bilmem kaçıncı torunu olarak, devlet sınırlarını da, cennettir diye millete uydurulan kerhaneleri de istemiyorum. Gelmiş ve de gelecek en kutsal devleti, cismi hala olmayan sevgilimin koynundaki bir tüye değişmem, dersem… Ben, yani bu diyen, herhangi bir yere ait olmayan bağımsız bir adam olarak bunu derken, kimsenin beni yargılamaya hakkı yoktur. Zaten insanlar illa birilerini bir yerlere aitleştirecekler, illaki aitleştirecekler… Oysa herkesin herkesi bir şekilde aitleştirmeye çalıştığı şu zamanda; babanın oğluna kalıplar biçerek, öğretmenin öğrencisini yontarak, adamın sevgilisini biçerek, kocanın karısını döverek, kadının kocasına psikolojik çıkmaz sokaklar örerek… Evet herkes bir şekilde herkesi bir yerlere aitleştirmeye çalışıyor, benim aitleştirmeden kastım birilerinin birilerine kalıplar biçmesi, anti devlet kayıtlarında bir nevi asimilasyon, nenemin kına kızılı saçlarına yemin ederim ki bu duruma zerre kadar tahammülüm yok, yoksa sen anarşist misin, diyeceksiniz; yok ağabeyler ve ablalar, ben sadece Yunus’un doğmamış torununun bilmem kaçıncı torunuyum.
 


 
Evet, bence devlet sınırları; saçmalıklarınızı sakladığınız yamalar  ve cennet dediğiniz o yüce ulaşma yerleriniz de birer kerhaneden farksız değildir! Mesela hala, Ne Mutlu Türküm Diyene, diyenler var ya, inan bunlar böyle deyince ben kahkahalara boğuluyorum, bunu da Türkiye’de en çok söyleyen insanların Türk olmadıklarını biliyorum, mesela bir öğretmen ortamı var, ara sıra yandan yandan bakıyorum onlara, orada Türk toplumu şöyledir efendim, ha Türkler böyledir beyim diye en fazla saçmalayan kişi orada tek Türk olmayan ve Kürt olan zavallı bir kimsedir, kendisini beğendirmek için anasını satsaydı daha namusluydu ya, daha namussuzluğa düşmüş işte, çok acıyorum, çook, inanın kızmıyorum bile, dediğim gibi; zavallı birine kızamam ben! Özellikle bu konuda daha sonra uzun uzun yazmak istiyorum, bu olayı dibindeki ateşe kadar kurcalamak gerek, ama şimdi değil, daha sonra efendim, daha sonra… 


       
Türk olmanın neresinden mutlu olayım oğlum ya da kızım, Türklük de nedir… Kürtlerin şuan iktidar bir konumunda olduğunu ve yüksek deri koltuktan aşağıdakilere sopasız çekiçler fırlattığını var sayarsam şayet, Kürt olmanın neresiyle; mutlu olayım, gurur duyayım…


 
Ben milliyetleri şarabın Atilla İlhan kızıllığında yaktım, ve dininizi de… Daha ilk okuldayken, evet daha küçücük çocukken ve bir çocuğun en önemli işi oyunken beni oyunlarımdan kopardınız, babamı da mazeret edip beni medreselere tıktınız, Erdîş’in kör medreseleri yıkılsın belki! O körlükler, Wan Gölünün en derin yerinde boğulsun… Çocukluğumu medreselerde yaktınız… Ne oldu peki, profesyonel din eğitimi alıp da halife olsun istediğiniz adam, yani ben, yani bir garip Ali Haydar, sizi çok iyi tanıyor ve siz istemeden, size en son bile gelemeyecek kadar inançlı bir kimse yarattınız.
 

’Zalim şatocular olmasaydı, Spartaküs yine Spartaküs olabilirdi, lakin bir farkla; bir savaşçı olarak değil, bir çiftçi olarak… ‘ Şayet bir film yaparsam bir gün, bu dolayda bir replik kullanabilirim.
       

Ne diyordum efendim, ha tamam hatırladım, çocukluğumdan devam edecektim… Defalarca çocukluğumu meze yapmış o imamların karşısında bitirdiğim dini kitaplarınıza gülüp geçiyorum artık. Ne Milliyetçileri, ne de Dincileri ciddiye almıyorum, o zavallı insanlarla kavga bile etmiyorum, gülüp geçiyorum, evet onları küçümsüyorum ben! Ve uzuncadır, tekkelerden kaçtığım yer olan olan solcu dostlarımla yatıp kalkıyorum, ama artık onların da çoğu yaratıcılıklarını kaybetmişler, gittikçe de kayboluyorlar, aynı anlamsız esrarın tekrarındalar. Mesela Partizancılar, hala köylü devrimi yapacaklarını ve İbrahim Kaypakkaya’nın yaklaşık 40 önceki metotlarıyla Maosal kurtuluş arıyorlar, ulan arkadaşlarım, ulan insanlarım, köylü mü kaldı gayrı, biraz kendinize gelseniz de ezberleriniz yıkılsa, evet o zaman enkaz altında mı kalırsınız, siz bu kadar mı korkaksınız… Siz var ya siz, o ardına sığındığınız genç adam İbrahim Kaypakkaya'ya bile ihanettesiniz, biraz yöntem değiştirin gayrı,  tapınaklara saldırırken en büyük tapınağı aslında kendinize yapmışsınız, bakın benim Muhteber Nenem bile takma dişlerini değiştirdi,  ama siz hep aynısınız!
 

        
Benden bu kadar arkadaş, ister beni dinler kendinize gelirsiniz, isterseniz de bana ukala deyip küfreder de bir bardak suda kendinizi boğarsınız, beni alakadar etmez!

       
Birçok solcuya yabancı sözcükler ediyorum, bana ukala diyorlar, Ey Mağara köyünde ben öğretmenken Müfettişlere küfretmiş Apê Minê Lalo, evet solcuların bir kısmı bana ukala diyor, Einstein Amcamı düşünüyorum sonra, onlara dil çıkarmaktan gayrı bir kaçış yolu bulamıyorum.

         
Her merakımla çıldırıyorum, zaaflarımdan sıyrılırsam; daha henüz doğmadığım zamanlara doğru ben olmaya, ben öldükten sonraki zamanlara seyyah bir ben gidip, bugünlere dönmek istiyorum. İstiyorum, çünkü son aylarda sürekli tekrar ettiğim gibi beynimin içinde 1002 tane Kafka raks ediyor! Huzuru bulmam için Şahmeranın deliğinde de olsa tarif edemediğim ama aradığım bir şeyi bulmaya mecburum. Yüreğim, Süphan Dağının doruğundaki gök yüzü bazen, çoğu zamanda İstanbul’un alt yapısı sanki, saklayacak değilim efendim; cinnet de
                                                                                                              geçirir
                                                                                                                    benim
                                                                                                                           yüreğim!