Ünlü Alman sosyolog, siyaset bilimcisi ve tarihçi Karl Marks dinin afyon olduğunu söyler. Marks bu değerlendirmeyi yaparken amacı dini aşağılamak değildir. Bu görüşünü, manevi inancın insanlarda umut yarattığı, acılarını hafiflettiği, yoksulluklarını unutturduğu gibi tamamen sosyo-bilimsel bir sava dayandırmıştır. Yabana atılır bir belirleme değildir bu. Ezeni ve ezileni bulunan toplumlarda ezen taraf, ezilenin dikkatini, görmesini istemediği noktadan alıp başka yöne çevirme türünden bir gayretin içinde olabilir.
Bütün dinler kuşkusuz insan eşitliğinden söz eder, ancak din, egemen sınıfların elinde öyle bir hale gelmiştir ki, o hümanist yanından adeta eser kalmamış, üstelik ezilenlerin en zor gününde sığındığı, manen mutluluk saçan, hatta acıları unutturan, kısacası onları oyalayan bir düşünce sistematiğine dönüşmüştür.
Sydny Pollack’ın yönettiği Jane Fonda’nın ve Robert Syverton’ın başrolünü oynadığı "Atları da Vururlar" filmi ben yaşlardaki insanların belleklerinden henüz silinmemiştir. ABD’deki büyük buhran yıllarını konu edinen film 1500 Dolarlık para ödülü için yarışan Gloria ve Robert’in trajik öykülerini anlatır. O yıllarda ABD’de bu tür ucuz yarışma programları düzenlenerek büyük eğlence merkezlerinde müşteriler eğlendirilir ve mutsuz insanların acıları bir süreliğine ertelenirdi. Bu filmde dramatik olan, hiç uyumadan günlerce sürdürülen dans yarışmasında ödülün miktar olarak komikliğidir. Buna karşın uykusuzluğa ve yorgunluğa direnen Gloria ve Robert yarışmanın bitimine birkaç saat kala tuvalet koridorunda kendi kafalarına kurşun sıkarak intihar ederler.
Sydny Pollack’ın yönettiği Jane Fonda’nın ve Robert Syverton’ın başrolünü oynadığı "Atları da Vururlar" filmi ben yaşlardaki insanların belleklerinden henüz silinmemiştir. ABD’deki büyük buhran yıllarını konu edinen film 1500 Dolarlık para ödülü için yarışan Gloria ve Robert’in trajik öykülerini anlatır. O yıllarda ABD’de bu tür ucuz yarışma programları düzenlenerek büyük eğlence merkezlerinde müşteriler eğlendirilir ve mutsuz insanların acıları bir süreliğine ertelenirdi. Bu filmde dramatik olan, hiç uyumadan günlerce sürdürülen dans yarışmasında ödülün miktar olarak komikliğidir. Buna karşın uykusuzluğa ve yorgunluğa direnen Gloria ve Robert yarışmanın bitimine birkaç saat kala tuvalet koridorunda kendi kafalarına kurşun sıkarak intihar ederler.
Aslında bu film 1929 ABD büyük bunalımında yaşananları tek başına özetler gibidir. Ancak toplumu uyutmak için yalnızca bu tür etkinliklerle yetinilmez; kiliseler de devreye sokularak bir tefekkür toplumu yaratılmaya çalışılır. Ne var ki bu tür önlemlerin yanı sıra McCarthyizm gibi şiddet içeren politikalar da uygulamaya konulur. Bu tür polisiye tedbirlerle cadı avına çıkılır gibi komünist avlanmaya başlanır. Binlerce ilerici, aydın ve sendikacı gözlem altına alınır ve tutuklanır hatta öldürülür.
Evet, Amerikan toplumundaki bunalım yıllarında bu tür ‘önlemler’ kitlelerin tepkilerini yumuşatmaya ya da sindirmeye dönük çabalar olarak uzunca bir süre gündemde tutuldu.
İnsanlar mutluymuş gibi bir yanılsama yaratmak sömürünün egemen olduğu her ülkede geçerli psikolojik bir yoldur aslında. Bugün böyle bir durum ne yazık ki bizim ülkemizde de yaşanmaktadır. Kapitalist yoldan ülkeyi yönetenler başarısızlıklarını bu tür psikolojik önlemlerle gizlemeye çalışıyorlar. Çarpık kapitalist modellerin yaşandığı Latin Amerika ülkelerinde (Meksika, Brezilya, Arjantin vs.) bunun tipik örnekleri gerçekleşti. Bu ülkeler en bunalımlı oldukları yıllarda kitleleri salon dizileriyle uyutmaya çabalamışlar, bununla da yetinmeyerek askeri darbelerle halkın belini kırmışlardı.
Ülkemizde de durum bundan farklı değildir. Akşam yorgun argın (o da iş bulabilmiş ve çalışabilmişse) eve dönenler televizyonun başına geçer toplumsal hiçbir gerçeği yansıtmayan filmleri seyrederek mutlu olmaya çalışırlar. Kendi dertlerine değil de dizideki kahramanların dertlerine üzülerek kendi kederlerinden sıyrılırlar. Bir tür sağaltım (terapi) gibidir bu diziler. Dizisi olmayan adeta mutsuzdur. Herkesin ne olursa olsun kaçırmadığı birkaç dizisi ya da yarışma programı vardır. Ancak bilmeliyiz ki bu durum yüzyılımızın en derin toplumsal yanıltma operasyonudur.
Evet, Amerikan toplumundaki bunalım yıllarında bu tür ‘önlemler’ kitlelerin tepkilerini yumuşatmaya ya da sindirmeye dönük çabalar olarak uzunca bir süre gündemde tutuldu.
İnsanlar mutluymuş gibi bir yanılsama yaratmak sömürünün egemen olduğu her ülkede geçerli psikolojik bir yoldur aslında. Bugün böyle bir durum ne yazık ki bizim ülkemizde de yaşanmaktadır. Kapitalist yoldan ülkeyi yönetenler başarısızlıklarını bu tür psikolojik önlemlerle gizlemeye çalışıyorlar. Çarpık kapitalist modellerin yaşandığı Latin Amerika ülkelerinde (Meksika, Brezilya, Arjantin vs.) bunun tipik örnekleri gerçekleşti. Bu ülkeler en bunalımlı oldukları yıllarda kitleleri salon dizileriyle uyutmaya çabalamışlar, bununla da yetinmeyerek askeri darbelerle halkın belini kırmışlardı.
Ülkemizde de durum bundan farklı değildir. Akşam yorgun argın (o da iş bulabilmiş ve çalışabilmişse) eve dönenler televizyonun başına geçer toplumsal hiçbir gerçeği yansıtmayan filmleri seyrederek mutlu olmaya çalışırlar. Kendi dertlerine değil de dizideki kahramanların dertlerine üzülerek kendi kederlerinden sıyrılırlar. Bir tür sağaltım (terapi) gibidir bu diziler. Dizisi olmayan adeta mutsuzdur. Herkesin ne olursa olsun kaçırmadığı birkaç dizisi ya da yarışma programı vardır. Ancak bilmeliyiz ki bu durum yüzyılımızın en derin toplumsal yanıltma operasyonudur.
Oysa bunalım gittikçe derinleşmektedir. Dizileri ve yarışma programlarını yapanlar reklâmlardan milyon dolarları vururken, tablacı Mehmet, çiftçi Hüseyin, amele Cemal, temizlikçi Fatma o gün kaç para kazanmışlardır dersiniz? Gelir düzeyi günden güne düşen insanlar, hayata tutunabilmek için bedenini satan kadınlar, 'laik, demorkratik cumhuriyet'e rağmen feodal değerlerin pençesinde kıvranan ve çıkış bulamayarak intihar eden genç kızlar, yıkılan evlilikler ve günden güne artan tiner çocukları…
Bu gerçekleri bize unutturmaya çalışanlar acaba daha başka hangi psikolojik operasyonları gerçekleştirecekler? Bunalıma doğru sürüklenen ülkemizde tefekkür toplumu yaratma amacına hizmet eden ‘Ilımlı İslam’ projesi bir çare olacak mı? Özgürlükten, ulusal ekonomiden, laiklikten, emekten ve emperyalizm karşıtlığından söz edenlerin cadı avına (Türkiyenin McCarthyizmi) maruz kalmaları sömüren konumundaki iktidarları ne derece kurtaracak? Bekleyip göreceğiz.
Eyyüp ALTUN
Eyyüp ALTUN
-
-
-