Zamanın bir değil, çok darbesinde zulalanmış paramparça bir ben getirdim sana;

Yarını kayıp bir dünden geliyorum, yorgun inatlar getirdim...

Güller, demek isterdim; ama sana küller getirdim...     

Her  gül; çok küldür artık!

Küllene küllene geldim sana...



  
 
 
 
 


Sonra... Hala bir inatla ‘sevgilim’ demek istiyorum sana,
'paramparça bir ben’ getirdim diyorum; susuyorum…
Sahi; nerdesin, 
              sevgilim misin,
                     ya da  nerdeyim?


Sahi nerdeyim ben!


 

‘Ben; zamanın ve  mekanın kaybıyım,
şairler de bulamaz artık beni; kayboldum ben!’
 

Zaman aşımına uğradım,
artık kimseler bilmiyor adımı..
Adımı diyorum, arşivler susuyor…
Adını diyorum, aşiretim aşiretini tanımıyor!
Kapını çalıyorum, başkası çıkıyor…


 
Kapında gülden küller var rüzgarın koynunda...
 

 
Oysa Hüsnü, Silopi gecesine öyle mi düşürmüştü  pusulayı;
Ax Hüsnü, sen ve pusulan…

 
Hüsnü dedim de, sorulacak şimdi, kim bu Hüsnü diye:
‘Pusula Ustasıdır Hüsnü, /tek ülkenin üç sınırında/ bir nevi bir pasaport memurudur.
Hem şairdir, hem de bir resmidir anlayacağınız
bir elinde kaşe var, ötekisi kanlıdır…
Hüsnü, benim Erzurum’dan arkadaşımdır’
 
 
‘Zamana pusulanla’ bir zaman kaybıyım ben Hüsnü!..
Ben zamanda kayıbım, kimsesiz bir coğrafyada kendimi arıyor, bulamıyorum!
 

Şairin de dolayında dediği gibi:
‘Tedavülden kalkmış paramparça bir ben getirdim sana’ ancak peygamberler gibi, şairler de yanılır!
‘kapını çalıyorum başkası çıkıyor!’



Başkası… Sen… Zaman.. Ben… Aşiretim.. Bulunursa bu belge, düşünülsün artık:
‘İnsan alan insan satan resmi arşivlerde bile; yokum ben!’
 
                                                                                         

                                                                                                                26.02.2013/ İstanbul