Biz Kürtlere, aslında öz özüme çok kızıyorum bazen...
Mesela geçen günkü Newroz günü, ben de Kazlıçeşme'deydim. Aşkla gitmiştim oraya, başımdaki ağrıları kessin diye kara şalımı başıma sarmış, polisinden tutun da yağmurluk rüzgarına kadar her şeye dikkat kesilmiştim. Uykusuz zamanlardan geliyordum, yeniden doğduğumu fark edemeyecek kadar da küçüktüm. Aşkı konuşamayacak kadar, aşklaşmaktaydım.
Onlarca yıllık tarihi bir sanatçımızı, Avrupa’da, dünyanın ve de tarihin gözleri önünde, sahnede tartaklayıp başındaki puşisini yerlere savurup da bağlamasına zarar veren biz, evet Şiwan Perver'e büyük bir vefasızlık gösterdik, daha birkaç yıl öncesine kadar Beyoğlu’nda fırıldaklar peşinde dolanan bir adamı da hemen kahraman yapan da yine biziz, Newroz standına o da konuşmacı olarak kalktı, klaşe popülist vekil birkaç söz etti, daha sonra o popülizmin verdiği rahatlıkla aslan kürkü içinde yerine akıp gitti.
Ortadoğuya ve de Ortaçağa doğru gidildilçe, geri kalmışlık artıyor.... Bir halkın geri kalmışlık seviyesi, kahramanları ve hain ilan ettiklerinin sayısı kadardır. Ve biz bu konuda ne yazık ki hala hastayız...
Mesela geçen günkü Newroz günü, ben de Kazlıçeşme'deydim. Aşkla gitmiştim oraya, başımdaki ağrıları kessin diye kara şalımı başıma sarmış, polisinden tutun da yağmurluk rüzgarına kadar her şeye dikkat kesilmiştim. Uykusuz zamanlardan geliyordum, yeniden doğduğumu fark edemeyecek kadar da küçüktüm. Aşkı konuşamayacak kadar, aşklaşmaktaydım.
Onlarca yıllık tarihi bir sanatçımızı, Avrupa’da, dünyanın ve de tarihin gözleri önünde, sahnede tartaklayıp başındaki puşisini yerlere savurup da bağlamasına zarar veren biz, evet Şiwan Perver'e büyük bir vefasızlık gösterdik, daha birkaç yıl öncesine kadar Beyoğlu’nda fırıldaklar peşinde dolanan bir adamı da hemen kahraman yapan da yine biziz, Newroz standına o da konuşmacı olarak kalktı, klaşe popülist vekil birkaç söz etti, daha sonra o popülizmin verdiği rahatlıkla aslan kürkü içinde yerine akıp gitti.
Ortadoğuya ve de Ortaçağa doğru gidildilçe, geri kalmışlık artıyor.... Bir halkın geri kalmışlık seviyesi, kahramanları ve hain ilan ettiklerinin sayısı kadardır. Ve biz bu konuda ne yazık ki hala hastayız...
Ötekiler ise, yani öteki konuşmacılar ise 30 yıldır hiç yenilemedikleri cümleleri kullandılar, oysa onlardan, konuşurlarken çevreyi ve atmosferi de katmalarını isterdim.
Mesela oradaki Yedi Kule Zindanları hemen yanı başımızdaydı, benden ders çıkarın dercesine uzanıyordu, tartaklanmış bir tarihin rehberi gibi karşımıza dikilmişti, ona vurgu yapılmalıydı, şahsen ben, bu genci cahilliğimde kalkıp da konuşmuş olsaydım, o meydanda az da olsa hiyerarşiyi kırar da bir halkı düşüncesinden yakalayıp da hisleriyle sarsardım... Atalarınızdan geriye yıkık surlar kaldı, nereye gitti o saltanatlar denilebilirdi, surlar gösterilmeliydi, insanları dünle düşündürtmeliydik.
Ya da hemen karşımızda Hrant Dink'in de yattığı, içinde militan ve de asker mezarlarının da mutlaka bulunduğu kocaman bir mezarlık vardı, ona da vurgu yapılabilirdi, o da fos çıktı...
Onu da geç, İstanbul'da en fazla cinayetin işlenmiş olduğu yerlerden biri olan ve şimdilerde sökülen bir demir yolu, orada öylece uzanıyordu, ama bizimkiler geçmiş bir program kullandıkları için, söyleyeceğim şu; ansız yaşıyorlardı!
Oradaki halk ve konuşmacılar...
Neyse birçok şey gördüm orada, mesela en son Selahattin Demirtaş konuşmaya başlayınca halk onu dinlemiyordu, çünkü Selahattin de halka inemiyordu.... Ah güzel Selahattin'im ah; neden etkileyici ve de yenilikçi tarzlar geliştirmezsin, kalbin için çok üzgünüm, bu arada şunu belirtmek isterim ki, Selahattin sen Nergîz parçasını okuyabilirdin... O kalabalık ve de gürültülü konuşman etkisizdi, o parça bu halka gidebileceğin en etkili yoldu. Oradaki bilgi düzeyi eh işte olan küçük bir elit kesime sesleniyordun. Ve ne sen, ne de o bilgili kesim bunu fark edemiyordunuz, fark etmiyorsunuz...
Oysa bilgi düzeyi halk içinde hiyerarşi yaratır, hiyerarşi sevimsiz bir durumdur, önemli olan düşünce sistemlerine hitap edilebilecek ilişkiler kurulmasıdır. Bilgi hiyerarşi yaratırken, düşünce insanları eşitler!
Ve bir de şu var, biz Kürt Halkından önce de Newroz vardı, yani Kürt Diline aşık kendi çapında toplumcu olmaya çalışan biri olarak şunu belirtmek isterim ki, şoven Türk Milliyetçiliğine karşı Potansiyel bir İlkel Kürt Milliyetçiliğini pratikleştirmeye hazır olan ve hala inemediğimiz bir tabanımız var. Evet, tabanımıza ajitasyonlar dışında inemiyoruz ve bu da yanlış Newroz algılamalarına yol veriyor.
Newroz bizim için, biz Kürt Halkı için iki anlam teşkil eder. Birincisi, bütün dünya halklarıyla beraber doğanın doğum gününü kutlarız, bu genel olanı. Ötekisi ise özel olanı, o da şu ki Demirci Kawa, Zalım Dehak’a karşı başkaldırı gerçekleştirmek için 21 Mart Tarihini seçmiş, sanımca şunu da şöyle açıklıyorum:
Kawa başarılı olduğu zaman, verdiği işaretle herkes ateşler yakacaktı, şayet Kawa eyleminde başarısız olsaydı da insanlar dağlara kaçacaklardı ve dağlara çıkmak için de dağların doğasal olarak onları kucaklamaya, saklamaya hazır olması gerekiyordu, bu yüzden Newroz günü seçilmiştir.
Ama Newroz, Türk Halkı için de özeldir, Ergenekon’dan çıkış tarihine işaret eder, onlar da Ergenekon’dan çıkış tarihleri için 21 Mart’ı beklemişler.
Şu var ancak, Dünya Halkları içinde Newroz en çok hangi halka yakışıyor derseniz, tarafsız bir insan olarak Kürt halkına yakışıyor derim. Çünkü en çok onlar bu durumu hak ettiler, diğer halklar kızacaklar bana şimdi, kızmayın efendim!
Sizin Newroz Günü,
Diyarbekir zındanlarınız kuruldu mu,
Mazlum Doğanlarınız oldu mu,
kendileri teslimiyete karşı zındanlarda yaktılar mı? Hayır…
Newroz… Doğanın Doğum Günüdür, En Güzel Doğum Günü Kutlamalarını Kürt Halkı Yapmıştır.
Doğa Halkları vardır ve İnsan, o doğa halklarından yalnızca bir tanesidir, yani doğa halkları içinde iktidarda bulunan
parti; insan partisidir.
Peki ya diğer halklar?
Hayvanlar,
Bitkiler,
Hava,
su, ve hatta toprak!..
Peki gençler bir de şu durum var, insan neden Newroz’larda sadece kendi taleplerini, yani insan taleplerini gündeme getirir ki, Kazlıçeşme’deki Newroz eleştirilerimden biri de bu, diğer doğa halkları yoktular! Haniydi bizim, yaşasın halkların kardeşliği sloganımız! Aynı tür içinde, insan için kardeşlik masalları dinlemekten bıktım artık, hani diğer doğa halklarıyla dostluğumuz?
Gelelim uzun hikayenin kesilmesi gereken toparlayıcı yerine... Sevgili ve de sevgisizler; ne beni kahraman yapın, ne de ben düşüncelerimi özgürce ifade ettiğim için beni hain ilan edin ha, yapabildiğim en iyi şey düşünmek, yaşamak; bunları da yazmak... Ve kendimi yazarken hala yeterli hissetmiyorum, ama bir gün o yeterliliğe kavuştuğumda kendimi olabildiğimce savunabileceğimden şüphem olmasın. Yaşasın Doğa Halklarının Dostluğu diye; ah da ah bir düşünce ve yaşantı bebeği olarak kalemi değil de kamerayı elde edebilseydim, filmlerim ilmi siyasetle donanımlanabilmiş olsaydı, kendi çapımda yarınlara dünler taşıyabilirdim. Bir gün mutlaka onu da başaracağım!
Bunu açıkça söylüyorum ki bu ülkenin kaderi Kürt Halkının kaderine bağlıdır ve Kürtler nasıl ilerlerlerse ülke de öyle ilerleyecek. Kürtlerde var olan potansiyeli küçümseyemeyiz, bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum:
Efendim, bizim doğru düzgün bir müziğimiz var mıydı dersem, pop ve arabeskçi arkadaşlar ve bilhassa ötekiler bana kızacaklar, ama bir özgün müziğimiz yoktu işte, bir adam kalktı ve garip bir tarz çıkardı, herkes ayağa kalktı ve o müzik türüne isim bulmaya çalıştılar, ne diyelim de ne diyelim tartışmalarından sonra o müziğin adına Özgün Müzik dediler. Özgün Müzik adı altında sanat yapan camianın doğum günü, bu adamın meydanlara türkülerini söylemesiyle başlamıştır. Kim mi bu adam, Ahmet Kaya’dır, Ahmet Kaya Malatya’nın bir Kürdüdür ve ana dilinde bir Türkü söyleyebilmek pahasına memleket hasretleri çeke çeke Paris’te, kanserden ölmüştür.
Romancılar vardı, nitekim bunlardan başı çekenlerden birinin adı Ömer, soyadı Seyfettin’di; şahsı Seyfettin bir romanın bir yerinde karakterine o kadar kızmış olacak ki, onu mum söndürüp de kardeş kardeşe ilişkiye giren Kızılbaşlara benzetmiş, bu aşağılık temelde yükselen bir roman camiamız vardı, onlar bu aşağılık durumdalarken, Van’da İttihatçıların binlerce kilometreden fesatlığa gelerek başlattıkları Kürt Ermeni olayları olur, sonrasında kimi başka mevzular derken; Erciş’in Ünseli Beldesinden soyadları Yaşar olan bir aile Adana’ya, Çukurova’ya göç eder, bu ailenin Kemal adında bir oğlu olur, Yaşar Kemal hakkında ansiklopedi yazmak isterken kısa kesiyorum, kimdir Yaşar Kemal? Doğru düzgün romanımızın en güçlü anıtı değil midir, yalan mı söylüyorum, Yaşar Kemal Erciş’li bir Kürt değil midir, benim hemşerim değil midir?
Sinemamız; nevet nayır kısırlığındayken… Darbelerle, seks ve arabesk furyasının yazı masalarına dönmüşken, 3. Dünya Sineması içinde sayılan filmleri kim yapmıştır, şu bir defada onlarca kişiyi daha öncesinde bahsettiğim surlarda yere seren Cüneyt Arkın mı, yoksa Ahmet Kaya’nın müziklerini yaparak yarattığı ve tek satır yaratamayan ve bu aralar rövaşta olduğu için sol cümleler kullanan ama Altın Portakal ödülleri verilirken Ahmet Kaya’yı yalnız bırakmış, Tatar Ramazan filmiyle-Ahmet Kaya’nın nefesiyle gerçek anlamda yaratılmış Kadir İnanır mı, yoksa ötekiler mi… Hayır efendim, feodal kavgalar sonrasında Siverek’ten Adana’ya gelmiş, kara ve de kavgacı oğlan; Yılmaz Güney! Yılmaz Güney Siverekli bir Kürt’tür.
Daha devam edeyim mi…. Mesela Nazım Hikmeti eleştireyim mi biraz, Türkiye solcularını-güya komünistlerini üzerime çekeyim mi, biraz kızdırayım onları, devam edeyim… Gelin lan, hadi gelin bakalım, Nazım'ı seviyorum diye tapacağımı mı sanıyorsunuz, yalayın avuçlarınızı...
Nazım Hikmet, Ankara’nın doğusuna gıdım geçmemiş, çok güzel aşk şiirleri yazan ve araya da aşklarını rahat yaşasın ve de o aşkları okutsun diye işçi hak emek yazan, oldukça başarılı ama eksik bir şairdir! Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanını yazarken Ağrı’da ayaklanma başlatan Kürt ileri gelenleri aşağılayan, diğer Halklara karşı kör olan, ama Bursa’da gördüğü bir kadına onlarca sayfa şiir yazan, güya Türkiye’nin en büyük şairiydi. Ama daha sonra biri Üsküdar’a gitti, oradan başlayarak en doğuya doğru göz dikerek bağırır: ‘Üsküdar’dan Bu Yan Lo Kimin Yurdu…’ dedi… Bu adam kimdi, Diyarbakırlı bir Kürt olan Ahmet Arif’ti…
Türkiye’ye dinin felsefesini kim öğretti, asrın adamı denilen kişi kimdir, Bitlisli Kürt Bediüzzeman Saîdê Kurdî değil midir….
Bu ülkeye faşizmi mantıklaştırıp da yaymaya çalışan en güçlü insanlar da yine Kürtlerdi, nitekim Türküçülüğün Esası kitabını yazan Ziya Gökalp, Diyarbakırlı bir Kürttür.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Biz Ermenilerden çok şey öğrendik, sanattan tutun da zanaata kadar... Ama soframıza bıçaklar değdi kardaşlar, ahalimizin ekmeğine kan bulandı... Ben her aklıma geldikçe kendi içimde Ermenilere teşekkür edip onlara karşı yaptığım yanlışlardan dolayı af diliyorum.
Aynı o şekilde de diğer Türkiye Halkları da benzer davranışı Kürtlere karşı gerçekleştirmeliler, çünkü onlara çok şey öğrettik ve çok kırıldık..
Ve Biz Kürtler, bilgi hiyerarşileri kurmaktan bir an önce vazgeçip düşüncenin insanları eşitlediği şiarıyla tabanımızla sağlıklı iletişime geçip ilkelliğe mahal vermemeliyiz.
İnsan Halkı bunları yapabildikten sonra, şayet yaparlarsa, evet o zaman emin olun ki diğer doğa halkları da özgürce, zulüm görmedikleri ve de hakları olan yaşamı yaşayacaklardır.
NEWROZA HEMÛ GELÊN XWEZAYÊ PÎROZ BE!
Bu Kısacık Yazımı Aşka Adıyorum. 19/03/2013