Ya sen yavaş gitsen…
ya ben hızlı gelsem…
Muhakkak dünya yine aynı derece dönecek de..
düşünsene hele;
düşünsene hele;
aynı mekan aynı zamanken...
ne kadar da güzel oluruz hala dönen doğanın bidiğim evi dünyada…
ne kadar da güzel oluruz hala dönen doğanın bidiğim evi dünyada…
Ayıbımız boynumuzda, aynı mekanlardan geçiyoruz,
zamanlarımız birbirini tutamıyor değil, tutmuyor!
Aynı mekanda dönüp duruyoruz...
Zaman büyüyor, mekan dönüşüyor ve biz dönüyoruz…
Oysa seni zamanın bir yerinde bulsaydım; bulsaydım şayet!
and olsun ki bırakmazdım...
Kekliğin asıl canı kanadındadır ya;
Özgürlük asıl candır, esir bir can ne kadar candır?
Kekliğin kanatlarını esirgediği kadar, seni değil, asıl senliği tutardım!
Kekliğin kanatlarını esirgediği kadar, seni değil, asıl senliği tutardım!
Gel gör ki payımıza paydasız zamanlar düşmüş sevgilim
Ve bütün duyanlar not düşsünler, diyorum ki:
'Paydasız zamanlar; insan kurbanlarıdırlar!'
Sen geliyorsun, ben yokum!
Ben geldiğimde sen yoksun…
‘keşkeler’ can yakıyor da, demem şu kötü olan ki: ‘iyikiler’ zaten yanmış canı daha da yakıyor!
Oğuz Atayın kahkahalara boğan sessiz replikleri yürüyor aramızda…
Bir ruh bedeninden…
Bir beden gölgesinden…
Hep bir şeyler bir şeylerini terk ediyor; yoksa o şeyler o şeylerin olmadı mı hiç!
Mesela sen; benim olman olamaz zaten, benimle olmadın mı hiç!
Yoksa bildiklerimiz bir ananın çürümüş rahmi kadar bayat mıdır...
Yani isimsiz... ufak tefek bir körfeze adın verilmedi mi…
Sürgün düğünler yoksul bakkallardan dinlenmedi mi…
Dağlı hayvanlar kentte mide ağrısı çekmediler mi…
Uzun otobüslerde yakınken sen herhangi bir şeye, mesela bana; ruhun biraz da olsa bedensizleşemedi mi… ...
İnsan ki tek mekana farklı zamanlarda sıkışa sıkışa güya yaşarken; kendi farkında değildir...
Tekrar ediyorum; insan, kendi farkında değildir.
Böylelikle; insan, insanın farkında değil…
Suyun bile çürüdüğünden bahsediyor şairler,
vallahi ben şairlerin, şairlerin dedim de kalem tacirlerinden bahsetmiyorum. Ben ‘şairler’ diyorum anlayacağınız, ben şairlerin şahidiyim...
Suyun daha da çürüdüğü bir zamanda beden kayıklarımızda yüzüyoruz...
Evet... Doğadanız biz...
Annelerin de, babaların da; hatta ve hatta cümle börtü böceğin de anasıdır doğa…
Ayakları pas tutturulan kaderini halkına bağışlamış bir kraliçedır doğa…
Kendisini yenileyince kalp ağrısı çekiyor doğa; hep eskiyor, hep eksiliyor…
Zaman tarih falan getirmiyor Sevgilim, asıl hüznü biriktiriyor zaman!
Dağlara bakıyorum, kıyametin ayak sesleri kulaklarımda sızlıyor..
Göğe bakıyorum, kuşlar bir kanatlarını içimde kırıyor…
'Anaların anasının rahminin' çürütülmeye başlanması değil midir kıyamet!
Doğa Kısıra Bağlanıyor…
Ve gerçekler bir ananın çürüyen rahmi kadar acıdır:
'Anaların anasının rahmi çürürken, insan ananın mı rahmi çürümez Sevgilim?
çürür...
su bile çürürken...'
Gidelim bakalım, nereye kadar gideceğimizi bile bilmiyoruz...
Gidelim bakalım; ne zigottan öncesine, ne de bedenden sonrasına hakimiz…
Mart.2013.İstanbul (Doğanın Doğum Günü Olan Newroz ve de Dünya 'Emekçi Olan' Kadınlar Gününe yarım kala; Ahmed ARİF'ten sonraki şairimsin diyerek bir nevi beni şad etmiş bir hayırsız dostum ... 'a özlem içinde ithafen...