-Fakülte Öğrencilerine Dönük Atölye Çalışmalarından-
 
Işıl ışıl internet sayfaları, merak duygusunu zirvede tutarak haftaya devrolunan diziler, erotizm içeren görsel iletişim ve bizi tüketim budalasına çeviren popüler kültür mevcut gerçeği görmemizi neredeyse olanaksız hale getiriyor.
Değerli öğrenciler, hepiniz hoş geldiniz. Konumuz medya ve iletişim sosyolojisi. Bugün sizinle  medya ve iletişim sosyolojisine kısa bir yolculuk yapacağız. Medya ve iletişimin görünen değil görünmeyen yanını irdeleyeceğiz.
Arkadaşlar, Fransızcadan dilimize geçen ‘sosyoloji’ teriminin Türkçe karşılığı toplumbilimidir.
Kısaca sosyoloji, toplumun, toplumsal etkileşimin, bireyle toplum arasındaki ilişkinin, toplumsal kurumların ve birbirleriyle olan ilişkilerinin bilimsel olarak incelenmesi durumudur.  Yani toplumsal olan her şey sosyolojinin konusudur.
 
Arkadaşlar sosyoloji toplumsal sorunların görünen yüzeyinden ziyade temeliyle, altyapısıyla ilgilenir. Bir benzetme yapacak olursak binanın boyası, penceresi kapısı ve süslü çatısıyla yani dış görünüşüyle değil kullanılan demiri, betonun içeriği ve zeminin sağlamlığıyla ilgilenir.
 
Sosyoloji daha önce söylediğim gibi toplumsal sorunlarla ve onların gelişim süreci ve sonuçlarıyla ilgili alanları çalışma alanı olarak seçer.
 
Buna daha ikna edici bir örnek verecek olursak, ilçemizde ‘başlık parasına hayır’ adıyla bir toplumsal hareket meydana gelmişse ve siz bu toplumsal olayın neden ve nasıl çıktığını ve hangi sonuçlara sebebiyet verdiğini bilimsel ve nesnel verilere dayanarak incelemeye başlamışsanız sosyoloji yapıyorsunuz demektir. Bu işi yapanlara da sosyolog denir.
 
İçinizde toplumsal sorunlara ilgi duyan tartışan arkadaşlarınız vardır mutlaka. Arkadaşlar toplumu tartıştığınızda aslında sosyoloji yapmış olursunuz.
 
Fakat sosyolojiyle siyaseti birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü siyaset yoruma dayanır, sosyoloji ise bilimselliğe, araştırmaya, yani deneye ve ankete dayanır.
 
Burada sözlerime şunu da eklemeliyim ki sosyolojiyi bilmeyenlerin siyasetleri havada kalır ve basit bir duygusallığın ötesine geçemez.
 
Siyaset nasıl yönetebilirimin yanıtlarını ararken sosyoloji toplumsal olayların çıkış nedenlerini araştırır ve sonuçlarını tahlildir.
 
Bunun için çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Düşünün ki siz bir doktora gidiyorsunuz ve karın bölgenizde bir ağrı olduğunu söylüyorsunuz. Doktor şeyle bir el yordamıyla sizi muayyene ediyor ve midenizin ağrıdığını söyleyerek bazı ilaçlar yazıyor.
 
Siz ilaçları bir hafta on gün kullandıktan sonra doktora kontrole geliyorsunuz ve ağrılarınızın geçmediğini söylüyorsunuz. Doktor bu kez sizden kan tahlili, film ve ultrasyon istiyor. Bunları yapıp doktorun karşısına çıkıyorsunuz. Doktor bu bilimsel ve nesnel verilere bakıp sizin karnınızdaki ağrıların midenizden değil böbreklerinizden kaynaklandığını tespit ediyor. Bu kez verdiği ilaçlar tam isabetle yerini buluyor ve karnınızdaki ağrı sona eriyor.
 
Değerli arkadaşlar toplumsal sorunlar da böyledir. Eğer siz sorunun tam olarak ne olduğu konusunda sosyolojik bir araştırma yaparsanız toplumun rahatsızlığının ne olduğunu anlarsınız ve uygulayacağınız politika bu sorunların çözümünü kolaylaştırır.
 
Toplumsal gelişmelerdeki sorunların nedenini doğru tespit ettiğinizde sorunları çözmek inanın çok kolay olacaktır. Fakat toplumsal sorunun ne olduğu konusunda yeterli bilimsel ve sosyolojik araştırmayı yapmamışsanız ortaya koyacağınız siyasal reçete toplumsal rahatsızlığı ortadan kaldırmayacaktır.
 
 
SOSYOLOJİ ALTYAPIYLA İLGİLENİR
 
Size yine çarpıcı bir örnek vermek istiyorum: İçinizde Malazgirt Savaşını bilmeyen var mı? Elbette hepiniz biliyorsunuz. Bizans ile Selçukluların arasındaki büyük savaşın adıdır Malazgirt. Fakat bu savaşı Türk sosyologlarından Mehmet Ali Şevki Sevündük bakın nasıl anlatıyor:
 
Diyor ki Sevündük, “Malazgirt savaşı çobanlarla tarımcıların savaşıdır.” Arkadaşlar, Malazgirt Savaşının sosyolojik anlatımı işte budur. Türkler çobandır, Bizans ise tarımcı.
 
Türkler hayvanları için yeşil otlak alanlar bulmak zorundadır. Çünkü bulamazlarsa hayvanları telef olacak dolayısıyla açlıktan kırılacaklardır. Anadolu, özellikle doğu bölgeleri içinden büyük nehirlerin aktığı yaylaları ve yeşil alanları bol bir yerdir. Hayvan otlatmak için idealdir.
 
Arkadaşlar, Selçuklu Türklerini harekete geçiren sosyolojik realite işte budur. Bizans ise tarımcı bir topluluktur ve o da bu topraklarını korumak zorundadır. Şan şöhret için savaş yapılmaz. Her savaşın ardında bir sosyolojik neden vardır. Görüldüğü gibi bu açıklama bize Malazgirt Savaşı hakkında en somut gerçeği vermektedir. Toplumsal olaylarda somut gerçeği bulmak mı istiyorsunuz? Öyleyse sosyolojiyi yapacaksınız.
 
Değerli arkadaşlar tarihteki ilk sosyologun kim olduğunu bilen var mı içinizde? İsterseniz ben söyleyeyim tarihteki ilk sosyolog Kuzey Afrika toplumlarını inceleyen İbni Haldun’dur; yani bir Müslüman’dır. Ancak çağdaş sosyolojinin kurucucu ise Auguste Comte’dur.
 
 
ULUSLAR ARASI ETKİSİZLEŞTİRME ARACI: MEDYA VE İLETİŞİM
 
Sevgili arkadaşlar medya, iletişimden bağımsız bir alan değildir. Üstelik iletişim olanaklarını kullanarak bireyleri ve kitleleri etkilemeyi amaçlar.
 
Medya ve iletişim yani bu iki kavram neredeyse içi içe geçmiş konuları içerir. Bu bağlamda izin verirseniz medya sosyolojisine bir göz atalım.
 
Sosyoloji kitaplarında okuduğumuz kadarıyla medya, Latince kökenli araç, ortam anlamlarında kullanılan ‘medium’ sözcüğünden gelir.
 
Günümüzde ise daha çok iletmek, gazete, televizyon ve bilgisayar gibi araçları kullanarak iletişim kurmak, haber vermek ve haber aracılığıyla kitleleri etkilemek anlamlarında kullanılır.
 
Çeşitli iletişim ürün biçimleri vardır. Bunları kısaca aşağıda tek tek inceleyelim.
 
Haber: Değerli arkadaşlar, haber bilmemiz gereken her şeydir. Yani haber, gazete, radyo, televizyon, sanal medya, telefon mektup ve daha birçok iletişim araçlarıyla yayılan ve toplumun hiç olmazsa bir kesimini ilgilendiren bilgilerdir. 
 
Arkadaşlar, ne var ki dünya iletişim düzeninde, çoğu ülkeler sadece haberin ham maddesini sağlarlar. Merkez ülkeler ise hammadde şeklindeki bu haberlere kendi arzularınca biçim vererek dünyaya sunarlar. Bu şuna benzer arkadaşlar; siz Türkiye olarak buradan Avrupa’ya meyve satarsınız, Avrupa o meyveden meyve suyu, marmelat vs yaparak size geri satar.
 
Onlara göre çevredeki bir olayın haber olabilmesi için belli ölçüler içine girmesi gerekir. Bu ölçüler içine girmiyorsa o haber değildir. Bu ölçüler de belli bir dünya görüşünün ve politikanın ifadesidir aslında.
 
Yani merkez ülkelerdeki medya kuruluşları A görüşüne mensupsa, haberi A görüşüne hizmet edecek şekilde düzenler.
 
Daha önce de söylediğimiz gibi haberlerin sıradışı olması ona haber değeri yükler. Örneğin Amerika’da, az gelişmiş ülkelerin milli çıkarlarına uygun haberler yapılmaz;
 
Gerçi ‘olumlu sosyal bir olay’ Amerika’da bile haber değildir; çünkü olağandır ve normal olarak beklenendir. Arkadaşlar normal olmayan, rutin olmayan gelişmelerin haber değeri vardır.
 
Arkadaşlar, medya ve iletişimin kullanımında dünyada büyük çarpıklıklar yaşanıyor. Hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Bize gelene kadar gerçekler inanılmaz bir şekilde kırılıyor ve çarpıtılıyor.
Ne yazık ki insanlık derin bir yanılsama içinde arkadaşlar. Işıl ışıl internet sayfaları, merak duygusunu zirvede tutarak haftaya devrolunan diziler, erotizm içeren görsel iletişim ve bizi tüketim budalasına çeviren popüler kültür mevcut gerçeği görmemizi neredeyse olanaksız hale getiriyor.
İletişimin basın boyutu bu görsel ve sanal saldırılarla başat giderken uygulamaya konulan sosyal, siyasal ve kültürel politikaların etkisinde kalan kitleler bir pazar nesnesi haline dönüştürülmekte ve doğal düşünmenin dışına sürüklenmektedir.
Bu öyle bir saldırı ki arkadaşlar Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de ve hatta ülkemizde yaşanan toplu kıyımlar karşısında en ufak bir vicdani tepki vermemizi bile engelliyor. Ölümler sıradan bir olaymış gibi bizim için rutinleşiyor.
Dünyanın herhangi bir yerindeki çatışan taraflardan yanlısı olduğumuz kesim karşı taraftan ne kadar çok insan öldürürse o kadar mutlu oluyoruz. Bu korkunç bir çürümedir. Ölümlere sevinen bir toplum olup çıkmışız.
Değerli arkadaşlar ölümler bizi mutlu ediyorsa bizde büyük bir sorun var demektir.
Değerli öğrenciler, medya ve iletişim sektörü sizin düşündüğünüz gibi saf ve temiz insanların elinde bulunmuyor. Eskiden eli kalem tutan üç-beş kişi bir araya gelir gazete çıkarırlardı.
Artık öyle şeyler olmuyor. Her bir haber ajansının ya da basın kuruluşunun arkasında büyük holdingler hatta karteller bulunuyor. Bu karteller ki dünyadaki sömürü ilişkilerinin sürdürülmesi üzerine düzenlerini kurmak zorundalar.
O nedenle de bütün ham haberler onların elinde çıkarlarına hizmet edecek birer yapay ürün haline dönüşüyorlar.
Sevgili arkadaşlar, çağımıza özgü insani körelme, ne yazık ki işte bu kitlesel yanlış yönlendirmelerin etkisi altında gerçekleşiyor.
Küresel sermayenin denetimindeki medya kuruluşları vicdanlarımıza hükmetme becerisini göstererek duygularımıza biçim vermeyi büyük oranda başarıyor. Böylece bir insancıl algı sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Postmodern (yani modernötesi) çağ, insanı kendi sınırlarının dışına çıkararak ve arzu ettiği biçimde işleyerek çağa uygun hale getirmeye çalışıyor. Küresel çıkar şebekeleri kurdukları bu yenidünyadaki sömürülerini devam ettirebilmek için o yenidünyaya uygun insan tipini de yetiştirmek zorunda oldukları düşüncesiyle hareket ediyorlar.
Yani çikolatayı satabilmek için her sabah sofrasında helva, pekmez veya reçel yiyerek tatlı ihtiyacını gideren insanı çikolata yiyen insan tipine dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunu yapabilmek için de kullandıkları en önemli araç medya ve iletişim oluyor.
Bir lise öğrencisi arkadaşlarıyla hamburger yemeyi annesinin ekmek arası köftesine tercih ediyor. Arkadaşları hamburger yerken o çantasından çok daha sağlıklı ve besleyici olan dürümünü çıkarıp yemeye utanıyor.
Arkadaşlar medya ve iletişim aracılığıyla yapılan dönüştürmelerden çoğu kez haberdar olmuyoruz. Bir bakıyoruz hamburger yiyen insan tipine dönüşmüşüz.
Değerli arkadaşlar, söz konusu medya kuruluşlarının haberleri veriş tarzı, algılarımızı yönetme işinde bir yöntem olarak düşünülüyor. Bu çevreler bizdeki acıma, sorgulama ve paylaşma duygularını da dumura uğratarak içi boşaltılmış insan tipini yaratmanın peşinde koşuyorlar.
Sonrasında da bu yeni insanın içini kendi arzu ettikleri değerlerle rahatlıkla doldurabilecek ve sömürüye dayanan sistemlerini sorunsuz bir şekilde sürdürebileceklerdir.
Arkadaşlar, küresel medya sektörü bununla da yetinmiyor; sosyo –psikolojik bir derinlikle çalışarak toplumların algılarını da yönetiyor.
Örnek verecek olursak küresel medya birinci körfez savaşında, yani 1991 yılında Irak ile ABD arasında yaşanan savaş süreci içinde petrole bulanmış bir deniz kuşu görüntüsünü dünyaya yaymak suretiyle çevre düşmanı bir Irak algısını beyinlere yerleştirmeye çalışmıştı. Ve bunda da belli oranda başarı sağlamıştı.
Gerçi bir süre sonra o petrole bulanmış deniz kuşu görüntüsünün Irak kıyılarında değil de Fransa kıyılarında çekildiği anlaşılmıştı; ancak Amerikan kökenli medya Saddam aleyhtarı bir kamuoyu yaratmayı o gün için başarmıştı.
2003’teki son Irak savaşında da bu kez jakuzi içinde üç erkekle çırılçıplak görüntülenen kadının Saddam Hüseyin’in torunu olduğu iddia edilmişti. Müslüman dünyanın Saddam’a olan desteğini aşındırmak için yapılan bu haber de bir süre sonra yalanlandı.
Jakuzi içindeki erkeklerle görüntülenen kadın, Lübnanlı bir şarkıcıdan başkası değildi. Değerli arkadaşlar bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün…
Arkadaşlar, dünya haber sektörünü elinde bulunduran ülkeler topladıkları ham haberleri kendi üretim merkezlerinde biçimlendirdikten sonra diğer ülkelere servis ediyor dedik.
Bu konudaki egemenlik ne yazık ki dünyayı ve içinde yaşayan miyarlarca insanı bir emtia olgusu içinde değerlendiren büyük batılı devletlerin elinde bulunuyor.
Örneğin ABD’nin etkisi altında bulunan bölgelerdeki (NATO ve çevresindeki ülkelerdeki) haberlerin %70’i Amerikan haber ajanslarından, İngiliz Milletler Topluluğundaki (eski sömürgeler) haberlerin %50’si İngiliz ajanslarından ve Fransızların eski sömürgelerindeki haberlerin %45’i ise Fransız ajanslarından servis edilmekte.
Bu nedenle insanlık sadece İMF ve Dünya Bankası gibi mali örgütlere değil, aynı güçlerin denetiminde bulunan Associated Pres (AP), Reuters, AFP (Fransız), CNN gibi medya kuruluşlarına da bağımlıdır.
Bu medya örgütleri habere kendi renklerini katarak piyasaya sunmaktadırlar. Ve bizler onların rengini belirlediği gözlüklerle dünyaya bakmaktayız.
Sevgili arkadaşlar, ne olursa olsun kendi dünya görüşümüzü kendi çabamızla oluşturmak zorundayız. Eğer çeşitli iletişim araçları dünya ve insanlık hakkındaki kanaatlerimizi oluşturuyorsa vay halimize!
Ne iletişim araçları ne de iletişimin bir başka boyutu olan partiler bizi bir kukla gibi yönetemez. İnsanız dolayısıyla aklımız var. Hele üniversiteliysek kendi dünya görüşümüzü kendi araştırmalarımızla oluşturabilmemizin önünde hiçbir engel yok.
Elbette kitap gibi, bilgisayar gibi basın gibi çeşitli iletişim araçlarını kullanacağız, ancak buralardan edindiğimiz bilgileri başka düşünsel çerçevelerle karşılaştırmadan nihai görüşümüzü oluşturmayacağız.
Eğer herhangi bir yerden ya da birinden duyduğumuz bir bilgiyi diğer bilgilerle karşılaştırmadan olduğu gibi kabullenirsek bir şeyhin etrafında toplanmış müritlerden farkımız kalmaz.
Biz 21. Yüzyılın çağdaş insanlarıysak ve özgür bireyi yaratacaksak bu çağa yakışan soylu bir yolu tercih etmeliyiz. Ama her şeyi sorgulayarak bunu yapmalıyız.
Medya ve iletişimin bir başka boyutu olan sinema filmleri sektörüne gelince: Arkadaşlar iletişim alanında en önemli sektörlerden biri de filmlerdir. İletişim anlamında kitleleri kültürel anlamda dönüştürmesi bakımından önemli bir etkiye sahiptir.
 
Filmler bazen yapay kişilikler edinmemizi bile sağlar ve batı yaşam kültürü çoğu zaman filmler üzerinden dayatılır. Gençliğimizde o kadar Amerikan filmleri izlerdik ki yolda yürürken kendimizi kovboy sanırdık.
 
Değerli arkadaşlar, eskiden küresel film satışları geleneksel olarak üç merkezden yapılırdı (Santo Monica, Cannes ve Milan). Şimdi ABD tek başına bu merkezlerden daha fazla film piyasaya sürüyor.  Yani Amerika Birleşik devletleri bu devasa pazarı önemli oranda kontrol altında tutuyor.
 
Amerika’nın dünya pazarlarından elde ettiği gelirler, Hollywood’un dünyada Pazar hâkimiyetini sürdürdüğünü göstermektedir.
 
 Avrupa film endüstrisi, aslında zengin bir geçmişe sahiptir arkadaşlar. Fakat Avrupa ülkelerinin Hollywood’un gücü karşısında kendi ülkelerinde ve kendi aralarında bile pazar payları gittikçe azalmaktadır.
 
Diziler: Türkiye ve Latin Amerika’daki bazı ülkeler sinemada değil ama dizi filmler noktasında ABD’yi geri planda bıraktı. Artık küresel pazar tüketim ve yönlendirme işini yapmak için “yabancı dizilere” gereksinim duyulmamaktadır; bunu Türkiye gibi yerel sektörler yapmaktadır.
 
Yani bu ikincil ülkeler belli bir yaşam tarzını diziler üzerinden çevrelerindeki ülkelere yaymaktadırlar.  Ve diziler çevre ülke toplumlarını kültürel anlamda sarsmaktadır.
 
Bu konuda kısa bir örnek vereyim: Arap liderlerin eşleri Türkiye’ye gelir gelmez ilk görmek istedikleri kişi dizi oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ oluyor. Ve Ortadoğulular diziler sayesinde Türkiye’yi daha bir seviyorlar. Ve Türkiye’deki yaşama özeniyorlar… Ayrıca Türkçe Ortadoğu’da diziler sayesinde yayılmaktadır.
 
Değerli arkadaşlar bir diğer iletişim ve kitlesel etkileme alanı ise yarışma programlarıdır.
 
Amerikan firmalarının ürettiği oyun/yarışma programlarının taklitleri ve yerel isimlerle aynıları tüm dünyada egemenliğini, eskisi kadar yaygın olmasa da halen devam ettirmektedir. Örneğin Kim Bir Milyon İster ve benzeri yarışma programları ABD patentlidir.
 
Yoksul kesimlerin umudu olan bu yarışmalar çok az insanın yüzünün güldürürken yüz binlercesini hayal kırıklığına uğratır. Sahte umutlarla kitlelerin sisteme bağımlılığı sağlanır.
 
Futbol ve spor: Hiçbir program türü futbol yayınlarının kısa sürede topladığı izleyiciyi toplayamaz ve elde ettiği parayı kazanamaz.  Futbol, kapitalist düzende tüketim endüstrisinin reklamını yaparak geniş kitlelere ulaştırdığı bir alandır.  Çünkü hiçbir etkinlik geniş kitlelere bir malın tanıtımı noktasında maç aralarında verilen reklamlar kadar iş yapamaz.
 
Televizyon firmaları spor yayını hakkını satın aldıklarında bu onlar için reklamcıları çekecek büyük bir gelir kaynağı olur.
 
Medya sosyolojisinin önemli ismi Prof. İrfan Erdoğan şöyle diyor: “Televizyonla birlikte, sönük spor yıldızları birden bire milyarlık yıldızlara dönüştü. Profesyonel lig sporu kısa zamanda oyunculara milyonlarca dolar ödeyen ve milyarlarca dolar para yapan bir ticari alan oldu. “
 
Değerli arkadaşlar bir de çocuklara yönelik iletişim ürünleri meselesi var: Çocuk programları filmleri, çizgi filmleri ve çocuk dergileri alanında da Amerika’ya kimse rakip olacak durumda değil.
Yapımcı, yönetmen ve canlandırıcı yani animatör Walt Disney’in ürünlerine ne ticari ne de ideolojik yönden dünyada bir rakip yoktur.
ABD’li çizgi roman yayımcısı şirket olan Marvel Comics imparatorluğunun yeni nesle sunduğu korku ve vahşet dergileri dünyanın her yerinde bulunabilir.
 
Ülkelerin tarihlerini yanlış olarak yansıtan ve belli bir ideolojinin egemenliğini kuran bu dergilerin hemen hepsi Amerikan kaynaklı ürünlerdir.
 
Japonlar da çizgi film üretiminde ileriler fakat dünya pazarına yeni açılmaya başlamışlardır.
 
Dergiler konusunda da şunları söyleyebiliriz: Müzik dergileri popüler müzik endüstrisinin, kadın dergileri tüketim feminizmi ve bireyciliği ise seks ve moda endüstrisinin destekleyicisi ürünlerdir. Bunların da çoğu Amerikan kaynaklıdır veya Amerika’dakinin tıpa tıp kopyasıdır.
 
Profesyonel dergiler de örneğin; kompüter dergileri, mimarlık dergileri, Amerikan pazarının pazarlama dergilerinin taklitleri veya adıyla ve dizgi şekliyle yerel dillere çevrilmiş kopyalarıdır.
 
Değerli arkadaşlar bunların yerli-mallılıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Dış pazarın pazarlama araçlarından bir tanesidirler.
 
Ankara’da, Frankfurt’ta, Brüksel’de, Atina’da, Roma’da, Paris’te, Londra’da, Hong Hong’da, Buenos Aires’te, özetle dünyanın tüm kentlerindeki gazete bayilerinde sergilenen dergilerin hemen hepsi ya Amerika’nın o dile çevrilmiş ürünüdür ya da Amerikan taklidi ve kopyasıdır.
 
Müzik ürünlerine gelince: Müzik endüstrisi Amerika’nın dünya pazarlarında sattığı iletişim ürünlerinin en ilkidir.
 
Müzik “ihraç edilen Amerikan hayranlığının” belki de ilk ürünüdür.
 
Radyo gibi bir iletişim aracı bütün dünyada Amerikan popüler müziğinin yayılmasının en önemli aracı olmuştur ve bunda da devam etmektedir.
 
İLETİŞİM POLİTİKALARI
Arkadaşlar politikalar belli amaçları gerçekleştirmek için belli kesimlerin yürüttüğü kitleleri etkileme faaliyetidir.
 
Politikada ilişki ve iletişim kısa, orta ve uzun döneme yayılan planlı ve çoğu gizli olarak yazıya dökülmüş planlara göre yürütülür.
 
Uzun dönemli iletişim politikaları olmayan bir ülke, uzun dönemli politikalara sahip olanlarla ilişkisinde çoğu kez “kaybeden” taraf durumuna düşer.
 
Politikanın kamuoyuna dönük yüzü, politikanın türbinlere oynayan yüzüdür. Politikanın gerçek yüzü her zaman gizli kalır.
 
Wikileaks belgeleri gerçek politikaların gizli yapıldığını gösteren en önemli kanıtlardan biridir.
 
Değerli arkadaşlar iletişim bir devletin egemenliğini pekiştirmede hayati önemdedir. Devletler kitleleri iletişim aracılığıyla yönlendirirler. Medya ve iletişim kuruluşları genellikle devletle sıkı ilişkiler içindedir.
 
Örneğin ABD’de hiçbir iletişim kuruluşu bu ülkenin dış politikasını zaafa uğratacak projenin içinde olamaz. Amerika Birleşik Devletleri bir devletle savaşıyorsa medya ve iletişim kuruluşları düşman devleti olumlayan programlar yapamazlar.
 
CNN Amerikan çıkarlarını, BBC İngiliz çıkarlarını, AFP Fransız çıkarlarını gözetmek zorundadır. Esasen bunlar büyük sermayenin denetiminde olduğu için devletle iç içedirler. Devletin çıkarları onların çıkarlarıdır.
 
İletişim onların çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde meşrudur. Küresel devletlerin çıkarlarına zarar veren iletişim ve medya kuruluşlarının uzun süre ayakta kalmaları mümkün değildir.
 
Toplumsal politikaları anlamak için sadece yazılı olanlara bakmak yeterli değildir; politikaların günlük pratikler ağı içinde uygulanışı ve sonuçlarına da bakmak gerekir.
 
Örneğin, bir iletişim politikasının birinci maddesinde “herkes iletişim yapma özgürlüğüne sahiptir” diye yazılması, asla özgürlüğün olacağını anlatmaz veya özgürlüğü garantilemez.
 
Büyük sermaye gruplarının denetiminde olan bir medya kuruluşu emekçilerin gerçek özgürlüğüne hizmet edecek haberlerin savunucusu olmasını beklemek beyhude bir tavır olur: zira sermaye kuruluşları bindikleri dalı kesmezler.
 
Türkiye’de kamu yani devlet haberciliği beceriksizlikle hatta halkın ihtiyaçlarına duyarsızlıkla suçlanmış ve alternatif olarak iletişim özgürlüğü propagandası getirilmiştir. Ancak bunun işe yaradığını söylemek mümkün değildir.
 
Böylece sanki özel teşebbüsün politikaları “iletişim özgürlüğünün” garantisiymiş gibi sunulur. Sanki büyük sermaye iletişim kuruluşlarını satın aldığında iletişim ve medya daha özgür olacakmış gibi bir yanılsama yaratılmak isteniyor.
 
Türkiye’den örnek verecek olursak, sayısız gazete var ama iletişim özgürlüğünden ne derece söz edebiliriz?
 
İktidara ters yazılar yazan yazarların on yıllardır çalıştığı basın kuruluşlarını iktidarın baskısıyla terk etmek zorunda kaldığını bilmeyen yoktur.
 
Beni dinleme zahmetine katlandığınız için hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
 
                                                                    
                                                                                      
                                                                                                                    
 Eyyüp ALTUN