GÜLÜNÜ KAYBETMİŞ İNSANLAR ÜLKESİ: ERCİŞ
Kaç zamandır bilgisayarın başına geçiyorum ama bir türlü yazamıyorum. Doğrusu böyle bir felaket üzerine ne yazacağımı yahut konuya nereden başlayacağımı kestirebilmiş değilim. Örneğin, biri avukat diğeri öğretmen onca meşakkatle yetiştirdiği iki oğlunu depreme kurban veren bir babanın dramını mı yazmalıyım? Ya da karısı ve çocuklarıyla el ele cesetleri enkazdan çıkarılan bir uzman çavuşu mu? Belki de iki çocuklu öğretmen bir ailenin geriye bir fert dahi bırakmadan sonsuza dek yok oluşunu yazmam gerekirdi. Veyahut babası kalp ameliyatı geçirmiş, evin tek çocuğu nişanlı bir Erciş delikanlısını…
 
Kızını ya da oğlunu kaybetmiş annelerin ve babaların yürek yangınını işlemeliyim belki de bu yazımda. Bir de otuz yılda didinerek ve tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği servetini birkaç saniye içinde kaybedip devlet karavanasına muhtaç olan insanların yaşadığı derin travmayı kaleme almalıyım. Yoksa batıdan buraya memur olarak atanan çocuklarının cesetlerini birkaç ay sonra almaya gelen anne ve babaları mı yazmalıyım. Yahut ailesinin tümünü kaybedip şu dünyada tek başına kalan sekiz yaşındaki bir kızın dramını mı işlemeliyim? Ailece çekilen düğün ve doğum günü fotoğraf ya da görüntüleri bile insanlara çok gören hatıra düşmanı acımasız depremin kendisini mi yazmalıyım?
 
Bunları yazmaya gücüm yeter mi gerçekten? Yaşamım boyunca ilk kez tanık olduğum böylesi bir felaketi yazma noktasında hazırlığım var mı ki bunları kaleme alma cesaretini kendimde bulayım. Her biri kendi çapında birer romana konu olacak dramları çoğaltmak mümkün, ancak bunları hakkıyla yazmak derin bir yoğunlaşmayı gerektirir hiç kuşkusuz. Belki ilerde bu hayatların birini veya bir kaçını konu edinen romanlar yazılabilir. Ancak şu anda Ercişli çok daha yakıcı sorunlarla karşı karşıya…
 
Deprem büyük çoğunlukla ilçenin kaymak tabakasını vurdu. Öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mühendisler, hemşireler ve Erciş’in ticaretini elinde bulunduran her birinin geçmişi kırk elli yıla dayanan ‘burjuvalar’ ve nispeten şehir kültürü almış esnaflar… Bütün bu unsurlar ağır yara aldı. Bir kısmı tamamen yıkıldı; ayakta kalanların ise kendilerini toparlamaları belki de onlarca yılı alacak. Bu gerçekleri bilenlerin bugünlerde sorduğu ‘Bu Erciş’in hali ne olacak’ türünden soruların yanıtı henüz bulunmuş değil. Kaotik ortam devam ediyor.
 
Devletin öncelikle yukarıda özetlemeye çalıştığım dramlara muhatap olan bu insanların ruhsal durumlarının iyileştirmesiyle başlayan bir dizi görevleri olmalı. Ardından oturulamayacak durumda olan insanlara birer ev yapması ve yöre esnafının en azından zarara uğrayanların devlete olan borçlarını ertelemesinin yerine (ki bu erteleme sözü tam bir trajikomedidir) tamamen silmesi gerekir. Daha sonra da iş yerleri yıkıma uğramış insanların iş yerlerini yeniden açabilmek için hibe mahiyetinde yardım programlarını başlatması gerekir. Bunları yaparsa sosyal devlet olduğunu kanıtlamış olacak ve bu acılı insanların acılarını bir nebze de olsa azaltmış olacak. Yapılacak sahici yardımlar yöre insanının geleceğe umutla bakmasını sağlayacak ve yeni bir gelecek kurmada cesaret verici etki yapacaktır. Peki, bunları yapmazsa ne olur?
 
Öncelikle malını ve canını kaybetmiş insanların ruhsal açıdan rahabilite edilememesi aile içinde uzun süren kalıcı hasarlara neden olur. Bu durum ailenin sağlıklı bir gelecek kurması yönündeki çabalarını olumsuz etkiler. Maddi açıdan kayba uğrayan bu insanlar, ticari ortamın umut vaat etmemesi durumunda geleceklerini başka yerde arama eğilimine girerler. Öyle ki Erciş, nüfusunun yarısını kaybeder ve ilçe seksenli yıllara geri döner. Böyle bir ortamda yeni yatırımların önü psikolojik olarak kapatılmış olur. Oysa devletin burayı il yapması olumlu bir hava yaratacaktı ve yöreyi yatırımlar açısından cazip kılacaktı. Ne yazık ki bizzat başbakanın kendisi bunun önünü daha depremin ilk günlerinde keserek insanların gelecek inşa etme duygusunu karartmıştır. Ayakta kalmanın ruhsal motivasyonunu yaratacak böylesi bir etmen devlet eliyle ortadan kaldırılmıştır.
 
Devletin iyileştirici yardımları olmazsa eğer ilçe küçülmekle kalmayıp sınıfsal bir değişim de yaşayacaktır. Emekle ve üretimle bu güne kadar gelen eşraf yerini tefeci bir sınıfa bırakacaktır. Çünkü eski işini kurmaya çabalayan bu mağdur sınıf devletin verdiği krediyle yetinmeyerek, tefecilerden kredi alma yoluna gidecektir. Önceki müşteri kitlesini ve ticari talebi bulamayanlar bir süre sonra elindeki işini de borçlu olduğu tefeciye kaptıracaktır. Böylece daha yoz ve gayrimeşru bir sınıf ticari ortamı kontrol eder hale gelecektir. Daha da önemlisi şöyle böyle şehir kültürü edinmiş esnaf yerini köy kökenli yeni bir kesime bırakacaktır. Son yıllardaki göçlerle kısmen köylüleşen Erciş daha da köylüleşecektir.
 
Devlet şu anda ilçe sakinlerinin (maalesef) öngörmediği yeni sürpriz önlemler almazsa artık ne Buseler, ne Çırağanlar, ne büyük alışveriş merkezleri ne de lüks oteller olmayacaktır. Bu durum en iyimser tahminle yirmi yıl sürecektir. Bu demektir ki ilçe yirmi yıl bir kasaba görüntüsü verecektir.
 
Erciş, kokusunu hala duyumsadıkları güllerini arayan, ya da hala devam eden o kokuyla hayata tutunmaya çalışan insanların şehri. Burası, ilk bakışta anlaşılmayan ama deştikçe yüreklerinden yangın fışkıran babaların annelerin ve çocukların ülkesi... Başta çocuklar olmak üzere henüz hayallerini gerçekleştiremeden çürük beton yığınlarına kurban edilen insanların önünde saygıyla eğiliyor, yürekte ateş taşıyan yakınlarına ise metanet diliyorum.
 
                                                                                                                          Eyyüp ALTUN