Havuca en çok gereksinim duyan hayvanın tavşan olduğunu bilmeyen yoktur. Tavşan havucu gördüğünde kendini bekleyen potansiyel tehlikelerin tümünü unutur. Siyasette de rengi turuncu olmasa da havuç etkisi yapan olgusal durumlar vardır. Bu durumlardan birini bugünlerde hem de bütün çıplaklığıyla yaşıyoruz. Nasıl mı?

Ekonomik açıdan ciddi sorunlar yaşayan Amerika Birleşik Devletleri kendi içini onarma ihtiyacı hissedince Ortadoğu’daki bazı işleri Türkiye’ye bırakmak zorunda kaldı. Türkiye ve onun on yıllık hükümeti, ABD’nin onay verdiği projeleri hayata geçirecek ve İslam üzerinden bölgeyi kontrol edecekti. Ancak Türkiye’yi buna razı edebilmek için bir havuç gerekiyordu; onun adı da Yeni Osmanlıcılık oldu. Bir süredir yapay bir gelişme gösteren Türkiye (ki üretime değil tüketime ve ithalata dayalı bir gelişme modeli benimsemişti) bu fikre çok çabuk angaje oldu. Aslında bu havuç Özal zamanında uzatılmıştı, ancak proje çeşitli nedenlere bağlı olarak yürümedi. Belki de zamanlaması yanlıştı. Şimdi Özal çizgisinin devamı olduğunu iddia eden özelleştirmeci bir parti iktidardaydı ve onunla bazı projeler üzerinden pazarlık yapılabilirdi. Nitekim proje start aldı.

Ne var ki elinde ciddi güç bulunduran bir PKK olgusu vardı ve onun da ikna edilmesi gerekiyordu. Çünkü PKK’nin etkinlik alanları da bu projenin içindeydi. Bu durumda onu ikna edecek havucun hazırlanması ve sunulması Türkiye’ye bırakılmıştı. Hiç beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan Kuzey Suriye (ki yeni sürecin oluşmasındaki etkisi oldukça büyük) birçok sorunun çözülmesinde anahtar konuma yükseldi. Bu durum Türkiye’nin işini kolaylaştırabilirdi.

Evet, Kuzey Suriye olgusu Ortadoğu siyasetinde yeni bir söylem olarak kulislerde çoktan yerini almış bulunuyor. ABD’nin Suriye’yi karıştırmasıyla ortaya çıkan bu havuç, PKK’nin silahlı güçlerini Kandil’den ve Anadolu’nun doğusundan çekmesi karşılığında Türkiye tarafından kullanılacaktı. Çünkü Kuzey Suriye’de PKK eksenli bir yönetimin kurulması ve bunun güvenliğinin sağlanması Türkiye’yle yapılacak işbirliğine bağlı. PKK hem Kuzey Suriye’de devlet kurup hem de Türkiye’de karakol basamazdı. Kendisine bir vatan parçası olarak düşündüğü, coğrafi bakımdan engebesiz bu bölgeyi uzun bir süre elinde tutabilmek için Türkiye’yle anlaşması gerekiyordu. Aslında son aylarda müzakere adıyla ortaya konulan politikalar, Kuzey Suriye karşılığında Türkiye’den çekilme ve demokratikleşme karşılığında da Kandil’i boşaltma siyasetinden başka bir şey değildir.

Ancak PKK bununla yetinmeyerek o da genişletilmiş Misakı Milli projesini yeni bir havuç olarak hükümete uzatmış bulunuyor. En azından böyle bir politikanın yanında olacağını açıklıkla duyurmaktan çekinmiyor. Türkiye’nin genişlemesi gerektiğini savunan Ak Parti kurmayları Musul ve Kerkük’ü de kapsamı alanına dâhil edecek bu projeye sıcak baktıklarını gizlemiyorlar. Hükümet, (kimilerine göre Amerikan tipi, kimilerine göre ise Osmanlı tipi) eyalet sistemiyle bu tatlı projeye karşılık veriyor. Kimi siyaset bilimcilerine göre, sahneye sürülen bu havucun son tahlilde federasyonun önünü açacağını düşünen PKK’nin ilgisini ziyadesiyle çekeceği ve buna hayır demeyeceği varsayılıyor.

Türkiye bu projeye o derece inanmış ki mezhep ayrışması üzerinden yeni bir yapılanmaya sürüklenen Ortadoğu’da Şii ve Sünni kanatta yer almayan PKK’yi bile ikna ederek Sünni kanada dâhil etmeyi başarıyor. Laik bir konuma sahip PKK’nin bu anlamdaki tarafsızlığı 2013 Nevruzunda okunan beş sayfalık mektupla birlikte tarihe karışmış görünüyor.

Bilindiği üzere bölge mezhepler üzerinden ayrıştırılma süreci yaşıyor. Şii kanadın başını İran çekiyor. Hemen yanı sıra Irak’taki Maliki hükümeti, Esat’ın Suriye’si, Hizbullah ve Arap ülkelerindeki diğer Şiiler bulunuyor. Ayrıca Türkiye’deki Alevi topluluğu da göz ardı edilmiyor. Elbette Şii blok’un en tepesinde Rusya Federasyonu durmakta… Sünni kanadın lideri ise Türkiye. Onun hemen yanı başında Suriye muhalefeti, Barzani’nin başkanı olduğu Irak Yerel Yönetimi, Katar, Suudi Arabistan ve diğer Sünni devletler var. Bu bloğun başını ise Amerika Birleşik Devletleri çekiyor. Şimdilerde Türkiye ABD tercihli Sünnilik üzerinden bölgeyi yönetme hevesinde.

Barzani ve Irak yerel yönetimi ise Kandil’in boşaltılması, petrolün satılması ve (olası bir Şii-Arap saldırısı noktasında) Türkiye’nin güvencesi havuçlarıyla zaten ikna olmuş durumda. Barzani, bağımsızlığa giden yolda Türkiye’yi yanında görmek istiyor.

İşin özüne gelince; Ortadoğu öylesine kaygan bir zemin ki orada tutunmak için yedekte en az üç plan bulundurmak gerekiyor. Argümanları sınırlı topluluklar bu tür bir mücadelede kaybetme riskini daha fazla taşıyorlar. Güçlülerin anca tutunabildiği böylesi bir zeminde zayıf topluluklar çoğu zaman ayaklar altında ezilmekten kurtulamıyor. Hele Rusya’nın Çin’in ve ABD’nin gözlerinin üzerinde olduğu bir bölgede bu risk daha da katmerleşerek artıyor. Bölgedeki aktörler yeni rollerine sıkı sıkıya sarılmış gözüküyorlar. Ne var ki tehlike kol geziyor. Evet, kendilerine uzatılan bu tatlı havuçların bir anda zehirli bir lokuma dönüşmesi işten bile değil. Dikkatli olmak lazım…

Eyyüp ALTUN