Bireyler arası ve toplumlar arası ilişkiye yön veren en temel etmen ne yazık ki çıkar duygusudur. Her ne kadar hoşa gitmese de evrensel bir yasadır bu. Hayvanlar âleminde de genel bir varoluş yasası olan bu durum insanlığın gelişim evresinde ve tarihin oluşumunda belirleyici önemdedir.
Kürt Ermeni ilişkilerinde de durum aynıdır. Bin yıllardır komşuluk ilişkisi içinde olan Ortadoğu’nun ve Kafkasya’nın bu iki eski halkı hep bu temel duygunun dürtüsüyle ya savaşmış ya da iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Ancak iki halk arasında yaşanan tarihsel diyaloglar daha çok sürtüşme ve savaş biçiminde gelişmiştir. İslamiyeti kabul etmesiyle belli bir üstünlük yakalayan Kürtlerin, bölgedeki egemen devletlerin kışkırtması ve teşvikiyle verimli topraklara sahip Ermenistana dönük yayılma eğilimi çatışmaların başlamasına vesile olmuştur. Çatışma dönemlerinde bölgeyi denetim altında tutan müslüman devletler İslamiyeti kabul etmiş Kürt’ü korumaya özel bir önem vermiştir. Çünkü kuzeye yayılım Kürtler üzerinden olacaktır.

Bölgenin İslamlaşması Ermenilere hep kaybettirmiştir. Ancak Osmanlının güçlü dönemlerinde belli bir huzuru yakalayan bu Hıristiyan halk 19. Yüzyılın ortasından itibaren siyasallaşma sürecine girmiştir. Bu süreçte Osmanlı düşmanı devletlerin ilgisine mazhar olan Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı'nda tercihini Rusya, Britanya ve Fransa’dan yana yapmıştır.  Durum değerlendirmesi yapan Kürtler ise, bölgenin bu güçlerin eline geçmesiyle büyük bir kıyıma uğrayacağını fark ederek doğal müttefiki Osmanlıyı bırakmamıştır. Çünkü tutunacağı biricik kuvvet Osmanlıdır. Almanya ve Avusturya hariç bütün Avrupa Osmanlı'nın doğusunu ele geçirme noktasında Ermeniler üzerinden hesap yapmaktadır. Müslüman Kürt, bu ülkelerin ilgisini çekmemektedir.

Bu koşularda padişah 2. Abdülhamit’i devirerek iktidara gelen İttihat ve Terakki istibdada karşı mücadelede kendisini yalnız bırakmayan Ermenilerin durumunu iyileştirmek için bir dizi reform yapar. Oysa Abdülhamit bölgede Kürtleri tutmuş Avrupa’yla işbirliği halinde olan Ermenilere karşı sert önlemler almıştı.  İttihatçıların bu tavrından rahatsız olan aşiret reisleri ve Hamidiye paşaları, İstanbul’a giderek hükümete Ermenilere dönük reformlar yapmaması yönünde bir nota vermiştir (Batı Ermenistan Kürt İlişkileri ve Jenosid. M. Kalman). Çünkü Ermenilerin bölgede güçlenmesi demek Kürtlerin siyasal bakımdan öncelik kaybetmesi anlamına geliyordu. Ayrıca Kürtler Ermenilerin Ruslarla ve diğer Avrupalı devletlerle dirsek temasına girdiğini hükümetten daha önce sezmiş, tehlikenin boyutlarının sanıldığından çok daha büyük olduğuna kanaat getirmiştir.

Kürtlerin sezgilerini haklı çıkaracak gelişmeler bugünden bakıldığında çok daha net görülmektedir. Kürtler, gittikçe zayıflayan Osmanlının bölgeyi kaybedebileceği ve yerini Çarlık Rusya’sıyla Ermenilere bırakacağı yönünde güçlü bir algıya sahiptir. O dönem itibariyle Kürtlerin böyle düşünmelerinin haklılığı aslında yabana atılır bir durum değildir. Çünkü, Avrupa, Ermeniler üzerinden bölgeye sızma politikasını çoktan yürürlüğe koymuştur. Tarihçi Bilal N. Şimşir Osmanlı Ermenileri adlı çalışmasında İngiliz Hükümetinin İstanbul Başkonsolosluğuna gönderdiği, Ermenilerin sosyo-ekonomik ve siyasal durumunu rapor etmesini emreden belgelerini yayınlamıştır. (Osmanlı Ermenileri. Bilal N. Şimşir. Bilgi Yayınevi. Sayfa 52) İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu uzun bir çalışma sonucu hazırladığı raporu ülkesine göndermiştir. Bu raporların hazırlandığı tarih 1860’ları göstermektedir. Bu da Avrupa’nın Ermeni politikasının 19. Yüzyılın ikinci yasından itibaren ivme kazandığını göstermektedir. Bu yıllarda Avrupa’nın Kürt’ten neredeyse 'haberi yoktur'.

Kürtlerin bölgeyi kaybetme korkularının yersiz olmadığını daha sonraki yıllarda yaşanan gelişmelerden anlıyoruz. M. Kalman konuyla ilgili kitabında şöyle diyor: “Taşnak Partisi ittihat Terakkiyle bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın amacı şuydu: 1- Meşrutiyeti her türlü gerici güçlere karşı korumak… 2- Ermeni vilayetlerinde en önemli sorun olan toprak sorununa bir çözüm yolu bulmak… 3- Ermeni vilayetleri için yöresel geniş bir özerk idareyi kurmak…“ Kalman devam ediyor: “Gördüğümüz gibi Taşnak Partisinin çıkış noktası Ermenistan’dı. Ermenistan’la ilgili yukarıda üç önemli sorun Kürtleri Ermeni dostluğundan ayırıyor ve onları Ermeni düşmanı yapıyordu. Kürtler tedirgindi, çünkü Kürdistan topraklarının bir kısmının büyük devletlerin yardımıyla Ermenilere verileceğinin rahatsızlığı içindeydi.” (Batı Ermenistan Kürt İlişkileri ve Jenosid. M. Kalman. Zel Yayıncılık. Sayfa 83) Nitekim Birinci Dünya Savaşı sırasında Trabzon’dan başlayarak Muş ve Bitlis'e kadar inen Ruslar ve hemen yanı başındaki Ermeni Gönüllü Birlikleri işgal ettikleri yerlerdeki Müslümanları, dolayısı ile Kürtleri ya öldürmüş ya da göçe zorlamıştır. ABD'li tarihçi Justin McCarthy işgal öncesi ve işgal sonrası dönemde çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu 700 bin Müslümanın öldürüldüğünü söylemektedir.

1918’de kurulan Ermeni Devletinin ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni de (ki 1915-1923 döneminde önemli görevlerde bulunmuş, Taşnak Partisinin önde gelen liderlerinden biridir) 1923’deki parti konferansına sunduğu özeleştirel değer taşıyan raporunda özetle şöyle demektedir:

1.Gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
2.Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmıştık.
3.Tehcir kararı amacına uygundu.
4. Müslümanlar savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
5. İngilizler Taşnakları umutlandırmıştı.
6. Müslüman nüfusu katletmeye başlamıştık.
7. Ermeni saldırıları batı kamuoyunu kazanmaya dönüktü. (Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok -1923 Parti Konferansına Rapor-. Kaynak Yayınları)
Kaçaznuni bu raporda Ruslara  ve Avrupa’ya güvenen Partilerinin (Taşnak Partisi) Müslümanlara karşı hesapsız bir savaş başlattığını ve bunun derin bir hata olduğunu vurgulamaya çalışmıştır.

Bu işin bölgedeki diğer halkları (Kürtler ve Türkler) yok etmeyi amaçlayan emperyalist bir planın sonucu olduğunu ise Osmanlıda uzun yıllar rahiplik yapan Papaz Lipsos şöyle aktarıyor: “Ermeni sorunu durup dururken ortaya çıkmamıştır. Avrupa diplomasisinin yarattığı bir sorundur. Ermeniler, Rusya ve İngiltere’nin politik çıkarlarının kurbanıdırlar.” “Ermeniler Londra ve Petersburg arasındaki diplomatik satranç oyununun piyonu oldular.” “Padişah ve Jön Türkler, İngiltere ve Rusya’nın diplomatik oyunlarının bir sonucu olarak Ermenileri, Türkiye’deki en tehlikeli etnik grup olarak görmeye başladılar.” “Önce arkanızdayız dediler sonra onları (Ermenileri) yalnız bıraktılar.” (Talat Paşa Davası – Doğan AKHANLI)
Tarihçi Mehdrad İzady ise işin başka bir boyutuna ışık tutmaktadır. İzady, KÜRTLER (Bir El Kitabı) adlı çalışmasında Kürtlerle ilgili aşağı yukarı bütün ayrıntıları vermiş ve Ermeni meselesine de değinmiştir. Kitabın ilk sayfalarında yer alan bir harita Taşnak Partisinin Kürtlere dönük niyetlerini ortaya koyuyor. Harita 1919’da Paris Barış Konferansına Taşnak Partisince sunulan Ermeni taleplerini içeren vilayetleri gösteriyor. Buna göre, Trabzon, Kars, Doğubayazıt, Iğdır, Bayburt, Erzurum, Muş, Van, Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Maraş, Antep ve Adana kurulması öngörülen Ermenistan sınırları içine alınmış. Hatta şu anda Irak sınırı içinde bulunan Amediya bölgesi bile bu haritaya dâhil edilmiş. Peki, Ermeniler bu büyük bölgeyi ele geçirdiklerinde Kürtler nereye gidecekti? Ya da Bolşevik faktörü olmasaydı Ruslar sözünü ettiğimiz bu şehirleri Kürtlere rağmen ele geçirmeyecek miydi? Gerçekten de bunlar olsaydı, şimdi, bir Ermeni soykırımından değil de Kürt soykırımından söz ediyor olacaktık. Bu varsayım bile tek başına, Taşnaksütyun’un ne kadar tehlikeli bir politikanın içinde olduğunu göstermeye yetiyor. Çünkü işgale karşı direnen Kürtler (Müslümanlar) ya öldürülecek, ya da topraklarından göçe zorlanacaktı.

Yukarıda belgeler ışığında sunulan bilgiler Kürtlerin Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'dan yana saf tutma gerekçelerini ortaya koymaktadır. Dönem itibariyle Kürtlerin Ermeni algısı hiç de olumlu değildir. Kaldı ki tehlike bugün de sürmektedir. Günümüz itibariyle yaşanan Kürt sorunu demokratik ve akılcı politikalarla çözülemezse yaşanacak bir içsavaş bölgeyi doğal olarak istikrarsızlaştıracaktır. Bu durumda yine küresel bazı güçlerin teşvikiyle Ermeniler hiç olmazsa Muş ve Bitlis'e kadar olan toprakları Kürtlerden talep edecektir. Kürt Hareketinin Soykırım tezini savunması Ermenilerin bu yöndeki talebini meşru kılacaktır. Öyle ya madem bir soykırımdan söz ediliyor, o halde gereğinin yapılması gerekir; uluslararası hukuk bunu emreder çünkü. Gerçi Kürtler, Ermenilerden gelen toprak talebini kabul etmeyeceklerdir; ancak bu durumda da bir Ermeni-Kürt savaşı kaçınılmaz olacaktır. Ne var ki yaşanacak böylesi bir savaşta Hıristiyan ABD, Rusya ve Avrupa, Hıristiyan Ermeni'yi bırakıp Müslüman Kürt'ü desteklemeyecektir. Üstelik, soykırım tezinin küresel devletlerce kabul edilmesi Ermenilerin elini bu savaşta ziyadesiyle güçlendirecektir. 
Bunlar geleceğe dönük varsayımlardır. Ancak bazı varsayımların günü geldiğinde gerçekleştiğini tarihi geçmiş çok kez bize göstermiştir. Uluslararası gelişmeler iyi takip edilirse bu da gerçekleşme olasılığı yüksek bir varsayım kabul edilebilir. Fakat şu ana kadar yaşananlar Ermenilerin bu toprakları kaybettiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Sadece topraklar kaybedilmemiş derin travmalara yol açan ciddi acılar da vuku bulmuştur. 

Oysa Ermeniler bölgede halkların iç içe yaşadığı gerçeğini göz önünde bulundurmuş olsaydı belki de tarih farklı bir şekilde sonuçlanacaktı. Taşnak Partisi, Ermenilerin Anadolulaştığı gerçeğini görmezden gelerek homojen bir bölge yaratma emelleri peşinde koştu. Ne var ki tarih böyle bir yanlışı affetmedi. Oysa bölgenin belki de en eski bu halkı halkların kardeşliği temelinde bir politikaya yönelme becerisini göstermiş olsaydı topraklarını kaybetmemiş olacak, Kürt’üyle Türk’üyle ve diğer etnik ve dini unsurlarla bir arada kardeşçe yaşamanın kapısı aralanmış olacaktı.
                                                                               
Eyyüp ALTUN