Bugünlerde Ortadoğu’da yaşananlar aslında batılı güçlerin geri çekilmeye başladığının göstergesidir. Sakın ola Arap ‘baharı’ bizi yanıltmasın. Batı politikaları buralarda ciddi açmazlar içindedir. Bölgedeki gelenekçi ve otoriter yapılara karşı kimi kendiliğinden, kimi ise batının marifetleriyle ortaya çıkan ayaklanmalar batılı küresel güçler için hiç de iyi bir sonla bitecek gibi gözükmüyor. Örneğin ABD’nin, otuz yıllık adamını (Hüsnü Mübarek) halk muhalefeti karşısında harcamak zorunda kalması onun ne derece zor durumda olduğunu göstermektedir. Libya ve diğer Kuzey Afrika ülkeleri için de durum aynıdır.
 
Çağımızda radikal şeraitçi eğilimler antiemperyalist bir kimliğe bürünmektedirler. Daha doğrusu bu ülkelerde antiemperyalizm İslam’a sarılmaktadır. Afganistan’da Ruslara karşı işbirliği yapılan Taliban, işgal sonrası ABD’ye kapıyı göstermişti. O nedenle bu eskimiş emperyalist güç ikiz kuleleri bahane ederek bu ülkeyi işgal etti. Irak da bu istikamette ilerlemektedir. Irak’ın, Suriye karşısındaki tutumu bu yönelimi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ortadoğu’da da durum aynıdır. Mevcut iktidarlara karşı ayaklanan Müslüman kitleleri manipüle etmek için devreye giren batı ‘demokratları’ bir süre sonra kontrolü kaybetmektedirler. Fransa’nın Suriye karşısındaki kararsızlığı bu yüzdendir. Esat sonrası sunni şeraitçi bir yapılanmanın batı çıkarları bakımından işi daha da zora sokacağı bütün bu örneklerden sonra anlaşılmış gözüküyor. Yemen’de iktidar düştüğü zaman acaba yerini nasıl bir siyasal anlayışa bırakacaktır? Yerine gelecek model batı bloğunun arzularını tatmin edecek içerikte olacak mıdır? Ayrıca küresel güçlerin saldırı siyasetinde farklılaşmalar göze çarpmaktadır. Dikkat edildiği üzere Afganistan ve Irak saldırılarından sonra direkt müdahale siyaseti yerini uzaktan müdahaleye bırakmıştır. Afganistan ve Irak’tan ders çıkaran batılılar ya uzaktan müdahaleyi ya da başka bir ülkeyi kullanmayı tercih etmektedirler. Türkiye’nin Suriye üzerine saldırtılmasının nedeni budur.
 
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da şudur: Batı uygarlığının düşüşü yeni güçleri devreye sokmaktadır. Öyle ya, siyaset boşluk kabul etmez; sahneden çekilenin yeri doldurulur. ABD’nin ve Avrupa’nın inişe geçtiği bir süreçte Çin ve Yeni Rusya’nın siyaset sahnesine çıkması anlaşılır bir durumdur. Kuşkusuz bu, batı saldırganlığını dengelemede halklar lehine iyi bir durumdur. Unutmayalım ki iki kutuplu dünya atmosferinde sayısız ulusal kurtuluş savaşı başarı kazanma şansı yakalamıştı. Tek kutuplu dünyada ise ulusal kurtuluş savaşları ile elde edilen bağımsızlıklar kaybedilmiştir. Libya, Irak, Yugoslavya, Afganistan, Romanya ve benzerleri toplumlar bu durumu büyük acılarla yaşadılar. Bu müdahaleler sonucunda parçalanan ülkelerden ortaya çıkan etnik oluşumlar emperyalizme ekonomik ve siyasi üs olmaktan kurtulamamışlardır. Yani buralarda yeni kurulan devletleri ulusal kurtuluş kapsamında görmemiz mümkün değildir.
 
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hiçbir güç mutlak değildir. Devletler de böyledir. Roma’yı, Bizans’ı, Osmanlı’yı Britanya’yı ve Sovyetleri anımsayalım. Bu devletler kendi dönemlerinde dünyayı yönetiyorlardı; bugün ise ortalıkta gözükmüyorlar. ABD ve Avrupa Birliğinin içinde yer aldığı batı uygarlığı da böyledir. Toplumların ve devletlerin gelişim yasası onlar için de geçerlidir. Ve nitekim onlar açısından yolun sonu gözükmektedir.
 
                                                                                                                Eyyüp ALTUN
                                                                                                       [email protected]