Aslında toplumu bu derece bölen bu iki kavram tarihsel döngünün ilerletilmesi ya da geriletilmesi bağlamında bilimsel bir anlam kazanıyor. Birkaç başlık altında sayacak olursak aristokrasiye, kilise egemenliğine ve şeriatçı uygulamalara karşı laikliği, kapitalizme karşı sosyalizmi, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa karşı kültürel özgürlüğü, faşizme karşı düşünce hürriyetini ve sömürüye karşı adil paylaşımı savunmak solculuk; bunun tersi noktalarda konumlanmak ise sağcılıktır.
 
Yıl 1975; Kars Ticaret Lisesinin bahçesinde arkadaşlarımla teneffüsteyiz. Mayıs ayının güneşli bu gününde bir arkadaşımla volta atıyor, yanımızdan veya önümüzden geçen kızlardan konuşup gülüşüyoruz. Ders dışındaki tek ilgi alanımız kızlar.
Bu sırada okulun taştan yapılma bahçe duvarının üzerine oturmuş yirmili yaşlarda birinin etrafında öğrencilerin toplandığını fark ediyoruz. Merak ederek biz de kalabalığa yaklaşıyoruz. Başlangıcını kaçırmış olduğumuz konuşmanın devamı kulağımıza şöyle aksediyor:
“Bazı insanların gözlerinin neden kör olduğunu biliyor musunuz?” Kalabalıktan ses gelmeyince genç adam devam ediyor: “Çünkü onlar kara lastik giyiyorlar da ondan. Lastikteki zararlı kimyasal maddeler deriye sirayet ediyor ve oradan kana karışarak göze kadar ulaşıyor; böylece yavaş yavaş görme bozukluğu başlıyor; sonrasında da göz tamamen kör oluyor. Ee genellikle lastik ayakkabıyı yoksullar giydiğinden tabii ki daha çok onlar bu talihsiz duruma maruz kalıyor. Zenginler lüks tüketim mallarını kullandıklarından onlara her zaman olduğu gibi hiçbir şey olmuyor.”
Bu aslında basit bir yoksulluk edebiyatıydı, ancak genç yaştaki dimağları etki altına alabilecek keskin bir örnekti. Bu sözler beni çok etkilemişti. Zenginlik, yoksulluk, kara lastik, körlük gibi kavramlar paydos zili çalana kadar kafamı kurcaladı durdu. Demek insanlar yoksul olduğu için gözleri kör oluyordu. Peki, bunu önlemenin bir yolu yok muydu? Örneğin zenginlerden alıp yoksullara dağıtsak eşitliği sağlayabilir miydik? İlk aklıma gelen bu olmuştu. Yahut bütün zenginleri öldürsek sadece yoksullar kalsa bir anlamda eşitliği sağlamış olur muyduk?
Sonraki aylarda eşitliğin nasıl sağlanabileceğinin yanıtlarını aradım durdum. Dolayısıyla eşitliği aramanın solculuk, buna karşı çıkmanın ise sağcılık olduğunu çok geçmeden öğrenmiştim. Ne var ki aradan yıllar geçtikten sonra işin bilimsel boyutuna vakıf olabilecektim.
Sağ-sol kavramının ihtilal yıllarındaki (1789) Fransız parlamentosunun oturuş konumundan kaynaklandığı yönünde yaygın bir görüş vardır. Bu sava göre bir kanun tasarısının görüşülmesi sırasında yoksulların yararına değişimi isteyenler parlamentonun solunda, değişimi istemeyenler ise sağında oturmaktadır. Bu tarihten sonra değişimi öngörenlere solcu, değişime karşı çıkanlara yani mevcut durumu ve daha geriyi savunanlara ise sağcı denilmeye başlanmıştır.
Kuşkusuz tarihi süreç içinde sağ sol kavramı bu basit belirlemeyi aşan bir boyut kazandı. Bir dönem sosyalizmi savunanlara solcu, kapitalizmi savunanlara ise sağcı denilirdi. Fakat daha sonra kapitalizmi savunanlar arasında da sağcı solcu bölünmesi yaşandı. Liberal, ya da sosyal demokrat bir kapitalist modeli savunanlar solcu, klasik kapitalizmi savunanlar ise sağcı kabul edildi. Sosyalist ülkeler içinde de aydınlar sağcı solcu bölünmesi yaşadılar. Eski uygulamalarda ısrar edenler sağcı veya muhafazakâr, daha ileri aşamayı savunanlar ise sol sosyalist olarak nitelendirildi.
Bölünme bununla da kalmadı. Etnik ayrımcılığa karşı çıkanlar solcu, asimilasyonu savunanlar sağcı kabul edilir oldu. Çevreciler, feministler ve laikler de sol yelpaze içinde değerlendirildi. Bu kavramlara karşı çıkanlar ise sağcılık etiketiyle damgalandı.  Kırsalda toprak ağaları, şehirlerde burjuva patronlar ve grev karşıtlığı yapanlar sağcı, işçiler ve tarım emekçileri, sendikalar ve grev savunucuları solcu… Çokeşliler sağcı; tekeşliliği savunanlar solcu. Daha da ileri gidersek başlık parasına karşı çıkanlar ve kadının mirastan pay almasını isteyenler solcu, bunlara karşı çıkanlar sağcı…
Çok daha uç noktalarda da bu kavramlar yer buldu. Örneğin yetmişlerde kot pantolon giyenler, uzun favori bırakan ve saç uzatanlar solcu kabul edilirdi. Hatta mini etekliler ya da mayosunu giyip erkeklerin yanında denize girenler de. Şimdilerde ise pirsing ve küpe takanlar ve top sakal bırakanlar solcu kabul ediliyor.
Bu kavramlar o derece sulandı ki neredeyse batılı her değeri savunmak solculuk sayılır oldu.
Aslında toplumu bu derece bölen bu iki kavram tarihsel döngünün ilerletilmesi ya da geriletilmesi bağlamında bilimsel bir anlam kazanıyor. Birkaç başlık altında sayacak olursak aristokrasiye, kilise egemenliğine ve şeriatçı uygulamalara karşı laikliği, kapitalizme karşı sosyalizmi, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa karşı kültürel özgürlüğü, faşizme karşı düşünce hürriyetini ve sömürüye karşı adil paylaşımı savunmak solculuk; bunun tersi noktalarda konumlanmak ise sağcılıktır.
                                                                                                  Eyyüp ALTUN